30 Ekim 2017

Baki sadanın ahlâklı icracıları

Medeniyetimizin özü ahlâktır. Güzel ahlâkı tamamlamak üzere gelen Peygamberin yoluyla yollananların tavırlarında bu halin ve ahlâkın kokusu, rengi ve asudeliği vardır. Bu cümleden musikimiz de, varlık ve insan anlayışımız bağlamında ahlâkla birleşen bir güzellikler zeminidir. Bu silsilenin en büyük ustalarından Hamamizade İsmail Dede (1778 –1846) de özel meşk defterine “Musiki ahlâk-ı beşeri tasfiye eden bir ilm-i şeriftir” diye yazmıştır. Musikinin cihanşümul güzelliği medeniyet tarihi içinde İslam Medeniyetinde de bin bir türlü revnakla parlarken, bu feravan yolda Türkler çok büyük hizmette bulunmuşlardır.

Musikimiz hakikat döngümüz ve kurucu mebdelerimiz bağlamında, kendi otantik karakterinde ve mizacında, muhtelif dönemlerin ruhuyla bezenerek akan bir nehir olarak asırlar içinden günümüze kadar ulaşmıştır. İ. S. Turgenyev'in, Ham Toprak romanında “Bozkırlarda öyle küçük göletler vardır: Aktıkları bir yer olmasa da, hiçbir zaman yosun tutmazlar, çünkü altlarında kaynaklar vardır. Bizim ihtiyarların da kaynakları var. Onların derinlerinde kalpler, temiz, tertemiz kalpler var” dediği esas üzere temiz kalpli derin kaynaklarımız olarak bu müstesna şahsiyetler kültür hayatımıza değer kattılar. Cumhuriyet döneminde de bu cümleden avazeyi bu âleme davut gibi salıp hoş sada bırakan niceleri geldiler ve geçtiler. İşte son olarak, Necdet Yaşar (1930-2017) üstadımız sonsuzluğa yürüdü. Merhumun tanburuyla ruhumuza ve aklımıza hatırlattığı o eskimeyen sonsuzluğun güzelliği zaman ve mekân var oldukça varlığımızı tarife devam edecek. Merhum üstadımız ve çağdaşı pek çok musiki erbabının derin musiki bilgileri ve usta icracılıkları yanında ahlâki inceliğe de sahip olarak buna çok önem verdikleri görülür.

İşte bunlardan birisi olan, Türk musikisinin Cumhuriyet devrinde geçmiş ile alakasını sürdürmesindeki en büyük hissedar ve icradaki en mahir sanatçılarından olan Bekir Sıtkı Sezgin'in (1936-1996) ölüm yıldönümü yine sessizce geçti gitti. Kadim medeniyetimizden sadaları günümüze taşıyan nadir seslerden olan üstadımız sanatını ahlâkıyla düşünen musiki ehlindendi: “Allah size büyük bir musiki kabiliyeti vermiş olabilir, musikiyi ilmen de iyi öğrenmiş olabilirsiniz. Sesiniz de fevkalade olabilir. Ağzınızla kuş tutarsınız, herkesleri hayrete düşürebilirsiniz. Ama sizde sanat ahlâkı, sanatın edep ve hayâsı yoksa bunu kazanamamışsanız; hiçbir şey değilsiniz” sözleri merhum bu şerefli ilmin esasını ve ahlâkın buradaki yerini kendi zarif üslubuyla bize anlatır. Ruhu şad olsun!

Bu taifeden diğer bir değerli zat ise, hâlâ bu fani hayatı paylaşmak şansına sahip olduğumuz hezarfen bir üstat olan Neyzen Niyazi Sayın (d.1927)'dır. Kendisi ebrudan fotoğrafa, tespihçilikten sedef kakmacılığına, elektronikten tornacılığa, balıkçılıktan gülcülüğe, ağaç işlerinden kuşçuluğa kadar geniş bir alâka dünyasında yaşayan müstesna şahsiyetlerindendir. Üsküdar'da gerçek bir sanat atölyesi gibi olan evinde, bir ömürde tekini bile öğrenmenin marifet ve bugünlerde beceri ve muhafazakârlık! vesilesi sayılan pek çok sanat ve zanaatta yed-i tûla sahibidir. Üstad sanatta ilerlemenin bir şartı olarak çok yönlü olmayı değerlendirir. Lakin O'nun için de her şeyden evvel gelen şey ahlâktır; çok sevdiği Mesut Cemil beyin babası Tanburi Cemil Bey hakkındaki ‘babamın ahlâkı sanatından üstündür' sözünü hatırlatarak sanatta gayenin cemiyete ahlâklı insanlar yetiştirmek olduğunu her fırsatta ifade eden Neyzen Niyazi Sayın'a göre; üstün ahlâka sahip olmayanlar, sanatta başarılı olamazlar. İşte bir neslin kadim edeple günümüze taşıdığı güzelliğin diğer bir veciz ifadesi de budur. Değerli üstadımıza Allah'tan daha nice sağlıklı günler göreceği bir ömür niyaz ederiz.  

Niyazi Sayın'ın bir zamanlar birlikte ney-tanbur ikilisi olarak enfes icralar gerçekleştirdiği meslektaşı Necdet Yaşar bahsettiğimiz üzere dâr-ı bekâya göçtü. Onun zihniyeti ve halet-i ruhiyesi de bahsedilen üstadlardan farklı değildi. Tanbur icrasında son derece mahir bir sanatçı olan Necdet Yaşar'ı diğer bir büyük musiki adamı Menuhin, Necdet Yaşar'ın da katıldığı bir konferansta müzikle sanatın arasındaki fark konusunda şunları söylerken değerlendirir: "Müzikte dört hâl vardır. Bir müzisyen evvela göze hitap eder. Sonra kulağa hitap eder, ama henüz sanat başlamamıştır. Ama beyne, dimağa ulaşmışsa sanat başlamıştır. Şayet kalbe, yani, gönüle giderse işte bu sanattır, idealdir. Biraz evvel dinlediğim Türk (Necdet Yaşar) böyle çalıyordu." Üstadı değerlendirmek ben aciz musiki muhibbine elbette düşmez lakin onun ahlâklı duruşunu, "Toplumun bu güzelliklerden haberinin olmamasına üzgünüm. Baki kalan bu kubbede bir hoş seda bırakabildiysem mutlu olur, çekilir gideriz" sözlerini aktararak göstermenin merhuma vefa olacağını düşünüyoruz. Ruhunuz şad olsun üstadım; bir medeniyetin çocuklarına mütevazı ve güzelliklerle dolu bir hayatla kendisini hatırlattınız, kabriniz nur olsun.

Ahlâkın yolunda musiki ile kendimiz olmak yolunda misallendirmeye çalıştığımız üstatlar benzeri çokları bu yolda yürüdüler, yürüyorlar. Necdet Yaşar'ın vefatı vesilesi ile bir kere daha sessiz bir ocak olarak tüten bu değerlere dikkat çekmek, vefa ile onları unutmadığımızı göstermek, onların ahlâk ile sanatı mecz eden zihniyetlerini hatırlamak ve bir fatiha miktarınca vefat edenlerini anıp, yaşayanlarına ömür bereketi dilemeği vesile edinen bu naçiz yazı, musikimizin düşündüğümüz geleceğimiz, özlediğimiz zevk-i selimimiz ve aradığımız insanlığımız için şifa olduğuna dair değerini ifade ile yetiniyoruz. Kalb-i selimin yolu ahlâkla icra edilen sanattan geçiyor. Anlayana!  

Geçmişi faydalı, geleceği anlamlı kılacak şey “an”ın hakkını vermektir; hoş sadayla kalınız.

Vesselam…