VF kat sol
VF kat sağ

03 Şubat 2020

Barış Değil Kaos Planı!

ABD başkanı Trump, 6 Aralık 2017'de Kudüs'ü İsrail'in başkenti ilan ederek Ortadoğu'nun temeline koyduğu dinamiti nihayet ateşledi. Bu infilakın bütün dünyayı sarabilecek zincirleme bir patlamayı getireceği, o akşam Netenyahu'nun suratındaki şeytani gülüşten çok iyi anlaşılıyordu. Evangelizmin zaferini ilan ederken oynanan bu oyunu, ne yazık ki orada bulunan Körfez Ülkelerinin elçileri de alkışladı.

Sayın Cumhurbaşkanımızın dediği gibi; Umman, BAE, Bahreyn gibi ülkelerin elçileri bu utanç toplantısına gitmenin ve bu zalimleri alkışlamanın hesabını nasıl verecekler? Tabii bu aşiret devletleri, sadece kendileri için değil, Mısır ve S. Arabistan adına orada bulunup, Trump'a destek vermekle görevlendirilmişlerdi.

Trump konuşmasında tam bir göz boyama kurnazlığıyla, Filistin'e devlet kurma hakkının verileceğinden ve başkentinin Kudüs olacağından söz etti. Planın tümü incelendiği zaman tarif edilenin bağımsız bir devlet olmadığı açıkça görülecektir. Buna göre Filistin'in hiç bir askeri gücü olmayacak, hatta polisi bile İsrail'in güvenliğini sağlamak üzere kurulacak ve devamlı kontrol altında bulunacak.

Filistin'in başkenti ise, Kudüs'ün şehir sınırlarının dışında bir mahalle olan Ebu Dis olması öngörülüyor. Açıkça Kudüs'ün tamamen İsrail'e terk edilmesi, ekonomik yardım kılıfı ile Filistinlilere yutturulmaya çalışılıyor. Bu 50 milyar dolarlık bütçenin Arap devletlerinin petrol gelirlerinden karşılanacağı ise aşikârdır. ABD, başkasının kesesinden bol bol  harcayarak, hem İsrail'e meşruluk kazandırmaya hem de işgal ettiği toprakların ilhakına zemin hazırlamaya çalışıyor.

Dünyanın çeşitli ülkelerine dağılmış 6 milyon Filistinli mültecinin BM kararlarına rağmen, geri dönüş hakkının kabul edilmediği bu sözde barış aslında kaos planı, çok kurnazca hazırlanmış. Mescidi Aksa'da mevcut olan statü korunacak, tüm dinlere mensup insanların ve turistlerin rahatça ziyaret edip ibadet edebilmesi mümkün olacak, deniyor. Bu ne demektir? Siyonist grupların İsrail polisi nezaretinde zaman zaman yaptığı baskınların, meşru hale getirilmesi demektir. Yani namaz vakitleri dışında Yahudilerin Mescidi Aksa'ya girip kendilerine göre ibadet yapmalarına imkân verilmesi, hatta bunun bir hak haline getirilmesi planlanmıştır.

Gazze ise silahtan tamamen arındırılmak şartı ile beş sene kontrol altında tutulacak, eğer İsrail güvenlik konusunda tam ikna olursa o zaman burada liman ve hava alanı gibi bazı küçük yatırımlara izin verilecek.

Görüldüğü gibi, yüzyılın anlaşması değil yüzyılın aldatması, yaldızlı laflarla tek taraflı olarak ilan edilmiş, arkasından da bu son fırsatı kaçırırsanız bir daha asla barışa ulaşamazsınız tehditleri savrulmuştur. Aslında Kudüs ve Filistin, tam anlamıyla İslam dünyasını ikiye bölmek, aralarında anlaşmazlık ve husumet çıkarmak, böylece İsrail'in güçlenmesi ve genişlemesini sağlamak maksadıyla gündeme getirilmiştir.

ABD bugüne kadar Siyonistlerin bütün zulüm ve işgallerine, İsrail'in meşru güvenliğini sağlama hakkı olarak bakmış, BM kararları, insan hakları, din ve inanç özgürlüğü gibi kavramları hiçe saymıştır. Şimdi kalkmış güya Filistinlilere bugüne kadar verilmeyen çok önemli fırsatlar sunulduğunu iddia ederek, tuzağın ucuna da yem olarak 50 milyar dolarlık bir ödül koymuştur.

Mahmud Abbas'ın "Filistin'i para karşılığı satan bir lider olmayacağım" sözünün sonuna kadar arkasında durmasını temenni ediyorum. Arap Birliği'nin; S. Arabistan, Mısır ve Körfez ülkelerine rağmen bu sözde barış planını reddetmesini de çok önemli bir gelişme olarak görüyorum. Bu kararın, Türkiye'nin kararlı ve dik duruşu sayesinde gerçekleştiğine de inanıyorum.

***

Filistin'in 1948 yılındaki büyük felaketini (NEKBE) hazırlayan İngilizler, Osmanlı toprakları üzerine kurdurdukları devletçiklerin başında bulunan kukla liderlerin ihanetini de çok iyi organize etmişlerdi. Bilindiği gibi Ben Gurion, İngilizlerden devraldığı yönetimi, 14 Mayıs 1948'de güya devlet olarak ilan etmişti. 15 Mayıs'tan itibaren Haganah ve diğer siyonist terör örgütlerinin militanları İsrail Silahlı Kuvvetlerine katıldı ve 35 bin askerle bütün Filistin şehir ve köylerini işgale başladılar. Arap Birliği ise Ürdün, Mısır, Suriye, Irak, Lübnan kuvvetlerinden oluşan 21 bin kişilik bir koalisyon ordusunu Filistin'e gönderdi

İngilizlere inanarak Osmanlıya ihanet eden Şerif Hüseyin'in oğlu Ürdün Kralı Abdullah, sözde bağımsızlığını alalı iki sene bile olmamıştı. Ürdün Ordusunun başında ise Glubb Paşa ve çok sayıda İngiliz subay bulunuyordu. Kral Abdullah aslında İsrail'in kuruluşuna karşı değildi. Onun hayalinde babası gibi Suriye, Lübnan, Ürdün ve Batı Şeria'yı içine alacak Büyük Suriye Kralı olmak vardı. Bunun için Yahudi Temsilcileri ile görüşmekten çekinmemişti.

17 Kasım 1947 tarihinde Kral Abdullah ile daha sonra İsrail'in 4. başbakanı olacak olan Golda Meir başkanlığında, Şeria Nehri kıyısında bir toplantı yapıldı. Yahudilerin Filistin'de bağımsız bir devlet kurmalarına karşılık, Ürdün'ün Filistin'in topraklarının bir bölümünü işgal etmesi prensip olarak kabul edildi. Ortak düşman ise Kudüs Baş Müftüsü Hacı Emin el-Hüseyni idi.  Bağımsız bir Filistin devleti kurulması ise kesinlikle engellenecekti. 

Ürdün askerleri daha önce mutabık kalındığı üzere Taksim Planında Yahudilere bırakılan bölgelerden geri çekildi. Arap Kurtuluş Ordusu'nun çekildiği bölgelerde yaşayan binlerce Filistinli sahipsiz ve korumasız kaldı. İsrail işgal ettiği köy ve kasabalarda yetişkin erkekleri direnişçi diye öldürdü, çocuk, kadın ve yaşlıları ise kuzeye ve doğuya doğru sürgün etti.

Filistinlilerden 750 bin kişi evinden yurdundan sürülmesinin ne korkunç bir felaket olduğu sonraki yıllarda daha iyi anlaşıldı. Ama bundan daha korkuncu 5 Arap ülkesinin yaptıklarıydı. Mısır, Suriye, Irak, Ürdün ve Lübnan askerleri güya yardıma geldikleri Filistinlilere tam bir ihanet içinde, onları korumak yerine ellerinden silahlarını alıp direnişlerini kırmaya çalıştılar. Ürdün Kralı Abdullah, Golda Meir ile kirli pazarlığa oturmuş, Batı Şeria ve Doğu Kudüs karşılığında Filistin işgaline göz yummuştu. Kral Abdullah daha sonra 1951 yılında, Mescidi Aksa bahçesinde yapılan bir suikastta ihanetinin bedelini canıyla ödemişti.

Başta Ürdün, Lübnan, Suriye olmak üzere dünyanın çeşitli ülkelerine dağılmış altı milyon Filistinli mülteci, şu açıklanan barış (!) planında yok sayılıyor. Birleşmiş Milletler'e bağlı UNRWA'nın desteğiyle çok kötü şartlarda da olsa hayatını devam ettirmeye çalışan Filistinliler 72 yıldır anahtarlarını saklayarak bir gün evlerine dönecekleri günü beklemektedir. ABD İsrail'e desteğini açıkça göstererek, UNRWA'nın bütçesine yaptığı katkıyı önce azalttı, sonra kesti. Dünyanın gözü önünde bu insanları açlığa, hastalığa, eğitimsizliğe, daha doğrusu ölüme mahkum etti. Peki Müslüman ülkeler ne yaptı? ABD'nin emrine girmiş, tahtını koruma sevdasına düşmüş kukla liderler, elbette bir şey yapmadı. Sadece Türkiye ve bazı ülkeler yardımlarını artırdı.

1948'de İsrail'i ilk tanıyan  Başkan Truman'dan bu yana, garip bir isim benzerliği ile Trump, ABD'yi resmen siyonizmin yalakası olmak derekesine düşürdü. Netenyahu ve Trump iç politika hesapları yapsa bile, Kudüs ruhu onların bütün hilelerini boşa çıkaracaktır, İnşaallah.