18 Ocak 2016

Barış sevicilik

Barış kavramı bugün bölgemiz ve küremizde mefhumu söyleyene göre kaypaklaşan lügatlerden biri haline geldi. Modernitenin her türlü yabancılaştırıcı vaziyeti meşrulaştırıcı dil üretme âdeti, bu kelimede de vakidir.  Barış seviciliğin arka planında modernitenin ikiyüzlü retorik alışkanlığı vardır. Barışı barışmak için istemeyenlerle barışı konuşmanın ironisi…

Barış sevicilik ve seviciler her fırsatta barışa dair naralar atıp, parlak barış sözleri serd eylerken arkalarındaki ateş, kan ve gözyaşını bu retorik maske ile örteceklerini sanırlar.  Barış gibi olumlu bir imaj ile kendi söyleyemedikleri niyetlerini paketleyip aslında ne kadar da barış sevici olduklarını izhara yeltenirler.

Barış seviciliğin diğer bir arka planı da meşrulaştırıcı bir söylem ile çifte standartlı izafi bir yaklaşım tekniği bulunur. Teknik bilginin yerindedir modern zamanlarda. Bu seviciler kelimelere yüklem eyledikleri barış kelimesi ile düşünürler ki bu konuda söylem iktidarını ele geçirirler. Retorik bir sihirbazlık ile göz boyayıp gerçeği örtmeye çalışan bu dar zihinler bir simülasyon ile idrakleri yönetmeye yeltenirler. Barış seviciler retorik iktidarı meraklılarıdırlar ve bunlar kelimelere takla attırarak hakikati ters çevirerek zihin yönetme alışkanlığının uzantılarıdırlar. Algı her şeydir; hakikatse hiç bir şey.

Fikir hürriyeti demagojisi ve özgürlük ideali safsatası bunlar için vazgeçilmez birer fon resmidir. Hürriyetin gerçek manasında gerçeğe uygunluk varken, bunlar gerçeği söyleme uydurmak suretiyle hürriyeti suiistimal ile tepetaklak ederler. Özgürlük ise mefhumu ile referansı arasındaki açık sapkınlıktan ötürü zaten medlulü meçhul bir idrak biçareliğine çoktan dönüşmüş bulunmaktadır.

Sevicilik bir psikolojik maraz olarak şeyin kendisinden ziyade fantastikleşmiş gerçeğine dair bir ayartma hali, ötesi bir zihni pornografi ile zihinleri ayartma hali olduğu için sevicilik parantezindeki her eylem bu manada patolojik bir hale de işaret eder. Barış sevicilik de “barış” denilen bir fanteziye zihinsel bir kurgu dâhilinde iştirakten öte bir mana taşımaz.

Bu aynı zamanda bir fikri hezeyan ve inhiraf hali ve bir ikiyüzlülüğü de belirler. Zira içindekini dürüstçe söyleyemeyip bir algı ve imaj üzerinden kendini meşru bir zemine ve masumiyet sahasına çekmek isteyen bir zihinsel kurnazlığın ürünüdür. Felsefi ağırlığı varmış gibi görünen cümlelerin arkasına saklanan kelime oyunlarına paketlenmiş söz oyunlarıdır bunlar. Objeye dair bir fetişizm oluşturarak manaya yabancılaştırarak olana takla attıran ayartıcı bir simülasyon durumudur bu.

Seviciliğin gayesi sevme öznesi ile nesnesi arasındaki gerçek ilişkiyi yadsıyarak bunun yerine yapısı sökülmüş bir kavram haline getirilen “şey”in içine keyfe göre katmanlar halinde manalar zerk ederek kafa karıştırmak; kırılganlaşan zihinlerde daha derin kargaşa ile kaosa yol açmak nihayetinde o zihnin çökmesini sağlayarak yönetilebilir bir hale getirmektir. Barış sevicilik de ister tarihsel olsun, ister güncel meselelerde retorik bir cambazlık ile kavramları yöneterek yerel ve küresel bazda yürüyen bir sürece lojistik destek vermek gayesini taşır.

Oryantalizm nasıl kavramlara kendine göre retorik bir elbise biçiyorsa, barış sevicilerin dünyasında da durum budur. Bölücülük yaftasına karşı mesela barış sevici bir söylemle hele bunu biraz da sola dair retorikle hak, eşitlik vs. jargonlarıyla soslayıp sunduğunuzda tadından yenmez bir söylem hiyerarşisi kurmuş olursunuz.

Bunu tam tersi muhafazakâr jargon üzerinden de vakidir elbette. Teknik hakikati yendiğinden beri zihinler bu sihirle maluldür. Musa “asa”sına yılan yapılana, sihir yılanlarına panzehir olana ve retorik kuşatılmışlığın “Kızıldeniz”i o asa ile yarılıp akıl sahili selamete varana kadar bu süreç devam edeceğe benzer. 

Hz. Mevlana, “Küle döndüysen, yeniden güle dönmeyi bekle. Ve geçmişte kaç kere küle dönüştüğünü değil, kaç kere yeniden küllerin arasından doğrulup yeni bir gül olduğunu hatırla” der. Vaki epistemolojik kaos karşısında zihinlerin berrak ve duru kalması önemlidir. Sevmekle barışmak kendisiyle barışmak anlamını taşır. Bölünmüş idrak, bölünmüş kişilik demektir. Barış seviciliğin en büyük sebeplerinden biri de budur. “Ben” idrakini kaybeden, “biz” olmak hususunda ciddi sıkıntılar yaşar. Bu bir gizli riya ve münafıklaşma psikolojisi ile beraber bölünmüş bir kimliğin hezeyanları ortaya dökülmeye başlar. Kendisiyle barışamayan kimseye barış vaad edemez. Yapsa yapsa barış hendeğinin ardından sözlerin mermisiyle yeryüzünü ifsat eder.

Savaşa cephe alırken bunun yanında barışın gerçek manasının da toz duman arasında kaybolmamasına özen göstermek gerekiyor. Değilse sevicilerin gerçek arzuları gerçekleşmiş olur. Kamu vicdanının ezmesi gereken bir meselede sevicilerin çok sevdiği “resmi tarih”??! söylem ayartmasına tesadüf edecek üsluplar da sevicilerin bir başka zaferi olabilir. Böylece kutuplaşan söylem kaosunda hakikat “teknik”in altında ezilir ve aslında istenen gönüllerin terörize edilip bölünmesi durumu da gerçekleşir. Mesuliyet neyse herkes onu üstlenmelidir.

“Yerleşim yerlerine ancak bir savaşta kullanılacak ağır silahlarla saldırarak, yaşam hakkı, özgürlük ve güvenlik hakkı, işkence ve kötü muamele yasağı başta olmak üzere anayasa ve taraf olduğu uluslararası sözleşmeler ile koruma altına alınmış olan hemen tüm hak ve özgürlükler ihlal edilmektedir. Sokağa çıkma yasaklarının kaldırılmasını, insan hakları ihlallerinin sorumlularının tespit edilerek cezalandırılmasını, yasağın uygulandığı yerde yaşayan vatandaşların uğradığı maddi ve manevi zararların tespit edilerek tazmin edilmesi, bu amaçla ulusal ve uluslararası bağımsız gözlemcilerin yıkım bölgelerine giriş, gözlem ve raporlama yapmasına izin verilmesini talep ediyoruz.” Bu hain akıl ve vicdan, 100 yıl önce Avrupa'ya ıslahat ve müdahale çağrısı yapan barış sevicilerle aynıdır. Özerlikle ilgili hususlar da bu bağlam da çok daha dikkatli düşünülmelidir. Osmanlı Sırbistanını hatırlamak elzemdir.

 

Onlara, “Yeryüzünde fesat çıkarmayın (başkalarını Allah'ın yolundan men etmeyin)!” denildiği zaman: “Biz sadece ıslah ediciyiz.” dediler. Gerçekten onlar, fesat çıkaranlar, onlar değil mi? Ve lâkin farkında değiller (Bakara 10-11).

 

Yine beka dilemması içinde taraflarının konunun asıl özünü tartışmadığı, daha kötüsü görünmez kıldığı bir kördüğümün içindeyiz. Övmek veya sövmek dışında bir mesuliyetimiz olmalıdır.   

Vesselam…