17 Eylül 2017

Başbakan Adnan Menderes’e özel bir bakış

SAKLI TARİHTEN SAYFALAR

İdam Edilişinin  56. Yılında

Başbakan Adnan Menderes'e özel bir bakış

Bugün; bundan 56 yıl önce 27 Mayıs 1960 Darbesi'nin ardından  17 Eylül 1961 günü idam edilen Başbakan Adnan Menderes ile ilgili bazı ayrıntıları sizlerle paylaşacağız.

 

Giriş :

Yakın tarih araştırmacıları DP'nin kuruluşu, DP'nin on yıllık iktidarı ve DP'nin iktidardan bir darbeyle uzaklaştırılması konusunda çok sayıda incelemeler yaptılar. Her biri birbirinden kıymetli bu çalışmalar şüphesiz yakın tarihimizi aydınlatan sayısız ayrıntılarla dolu. Tümü toplu olarak ele alındığında dev bir külliyat teşkil edecek kadar da hacimli.

Biz bu çalışmamızda  DP'nin sembol ismi Menderes ve onun iktidar anlayışıyla ilgili bazı işaret taşlarını takip edeceğiz. Bu ipuçları sayesinde Menderes'i ve onun iktidar anlayışını daha yakından tanıma fırsatına kavuşacağız.

Bir Yalnız Adam

Bütün yakın tarih araştırmacılarının üzerinde ittifak ettikleri husus şudur ki; Menderes, DP'nin diğer üç kurucusundan farklı bir dünya görüşüne, farklı ruh köklerine sahiptir. En yalın haliyle bu farkı ifade etmek gerekirse Menderes zihnen hiçbir zaman Halk Fırkalı olmamıştır. Diğer üç kurucu Refik Koraltan, Celal Bayar ve Fuat Köprülü ise kadim birer Halk Fırkalı olmanın yanısıra  DP'nin en üst düzey kadrolarını işgal ederken dahi zihnen hep Halk Fırkalı kalmışlardır.

İşte bu derin zihnî ayrılık, Menderes ve partinin diğer yöneticileri arasında iktidardaki on yıl boyunca muhtelif çapta çatışmalara yol açmış, Menderes zaman zaman istifa noktasına dahi gelmiştir.

Biz bu noktada muhtelif şahitlerin ağzından Menderes'in ruh kökleriyle ilgili bazı işaret taşları sunmak istiyoruz.

Bir Vatansever Genç

İlk şahidimiz dönemin İttihad ve Terakki Partisi İzmir katibi görevinde bulunan Celal Bayar. Sahip olduğu kişilik sebebiyle o gün itibariyle İttihad ve Terakki'nin İzmir temsilcisinden üstte bir konumda bulunan Celal Bayar'ın bir gün birkaç öğrenci ziyaretine gelir. “Bir gün Kızılçullu Amerikan Koleji'nden üç gencin benimle görüşmek istediğini haber verdiler. Gençleri kabul ettim. Hemen hemen aynı yaşlarda üç gençti. Temiz giyinmişlerdi. 15-16 yaşlarında görünüyorlardı. İçlerinden biri konuşmaya başladı. Okudukları Amerikan Koleji'nde eğitim kadrosu içinde misyoner rahipler varmış. Bunlar müslüman öğrenciler üzerinde duruyorlar ve Hristiyan yapmaya çalışıyorlarmış. Gençlerin şikayeti buydu.Bir gün kendisiyle görüşürken “Hatırlar mısınız?” dedi: “Sizin İzmir Kâtib-i Mesullüğünüz sırasında Kızılçullu Amerikan Koleji'nden üç öğrenci sizi ziyarete gelmiş ve okullarında bazı misyoner hocaların Müslüman gençleri Hristiyan yapmaya çalıştığından şikayet etmişlerdi. İşte o üç öğrenciden biri benim...”

O zaman hâfızamı toplayıp o üç gençten zayıf, narin, uçuk benizli, gözleri kıvılcımlı gencin Adnan Menderes olduğunu hatırladım.” (Apuhan,1993)

Adnan Menderes'in ruh köküne ait en eski bilgiler bunlar. Menderes, bir lise öğrencisi olduğu günlerden beri farklı endişeler taşıyan bir Anadolu insanı olduğunu bu tavrıyla ortaya koymuş.

Şimdi de DP eski milletvekili Gıyaseddin Emre'yi dinleyelim: Kocatepe Câmii'nin temelinin atılacağı günlerdi. Diyanet İşleri Başkanı Hayri Eyüboğlu'nun yanına gittim. Dedi ki “Gıyaseddin Bey, Menderes beni çağırmış. Benimle birlikte gelir misin?” “Seni çağırmış ben niye geleyim?” “Ne soracak bilmiyorum; sen de yanımda ol” dedi. “O halde ben önceden gideyim siz sonra gelin” dedim. Saat 16:00'da görüşeceklermiş. Ben belirlenen saatten önce Adnan Bey'in yanına gittim. Saat 16:00'da Diyanet İşleri Başkanı'nın geldiğini haber verdiler. “Gelsin” dedi. Menderes: “Gıyaseddin Bey yabancımız değil”dedi. Az sonra konu açıldı.

Adnan Bey Diyanet İşleri Başkanı'na hitaben şöyle dedi: “Kocatepe Câmii'nin temelini atıyoruz. Babamın hayrı için temele birşeyler koymak istiyorum. En helâlinden ne yapabiliriz? Ne yaparsak uygun olur?” Başkan sordu: Babanızdan intikal eden araziniz dışında başka neler var? Adnan Bey “Atlar var” dedi. Başkan, “Atları da satabilirsiniz” cevabını verdi. Menderes safkan İngiliz atlarından bir kısmını satıp 110 bin lirayı temele harcadı.

Temel atıldıktan iki gün sonra Menderes'i tebrik için gittik. Ahmet Emin Yalman'ın 1931'de yazdığı bir makaleyi saklamış. Çıkarıp bize okudu. Yalman diyordu ki:“Bütün başkentler büyük bir mâbedin etrafında kurulmuştur. Bu hurafeden kendini kurtaran tek başkent Ankara'dır.”Menderes, “İşte!” dedi, “Kocatepe Câmii'ni vücuda getirebilirsek Ahmet Emin Yalman'ı fiilen tekzip etmiş oluruz” (Apuhan,1993)

1925'den 1950'ye kadar bir tek cami yapılmayan Ankara'ya ‘Mabetsiz Şehir' denirdi. Menderes'in hayata ve toplumun değerlerine bakış açısını gösteren bu ayrıntı da onun bu konulardaki zihnen yaptığı hazırlık da açıkça göze çarpıyor.

İki Mason Arasında

Aydın Menderes'in kimlik çizgisiyle ilgili en önemli hatıralardan biri de Necip Fazıl Kısakürek'e ait. Kadir Mısıroğlu, Kısakürek'ten nakil ile bu olayı şöyle anlatıyor: Necip Fazıl merhum da aynı yıllarda Ankara'ya gitmişti. Gayesi Menderes'le görüşüp bir miktar para almak ve mecmua çıkarmaktı. Bir ay kadar Ankara Palas'ta kalmış, araya birçok insan girdiği halde görüşme imkanı hasıl olmamış. Nihayet bir sabah karanlığında kendisini Başvekalette kabul etmiş. Mutad hoşbeşten sonra Necip Fazıl demiş ki: Sizin hasımlarınızın hasmıyım. Niçin bana el uzatmıyorsunuz? Menderes demiş ki Necip Fazıl Bey ben her şeyi biliyorum. Fakat bilsen ne haldeyim? Üstümde Bayar, altımda Medeni Berk iki mason arasında, iki değirmen taşı arasında tane gibiyim. Al şu parayı da git mecmuanı çıkar. Arada bir bana çat ki onu Menderes besliyor demesinler. (Mısıroğlu,1993)

Menderes'in Necip Fazıl Bey'e verdiği zarftan da yüz elli bin lira çıkmıştır. Ayrıca tahsisatı mestureden de yine üç bin lira maaş tahsis etmiştir ki merhum Necip Fazıl'da bu parayı 27 Mayıs'a kadar almıştır.

Menderes'in İpi Çekiliyor

Menderes'in bir darbeyle iktidardan uzaklaştırılması ve bilahare idam edilmesi hususunda çok sayıda bilgi, belge ve düşünce serdedilmiştir. Olaya hislerle değil de gerçekçi bakışla yaklaşıldığında serdedilen sebeplerin neredeyse tamamının teferruat olduğu görülür. Kanaatimizce Menderes'in ve onun iktidarının sonunu getiren aslî sebepler ustalıkla gizlenen birkaç ana sebeptir.

Bunlardan ilki Menderes'in bir döneme kadar birlikte çalışan, zaman içerisinde iyice sıkı-fıkı olan MİT-CIA ilişkilerinin kesilmesi talimatını vermesidir. Gazeteci yazar Cüneyt Arcayürek; bu olayı şu ifadelerle anlatır: Başbakanlık müsteşarı yaptığı soruşturma sonucunda şaşkınlık verici olaylarla karşılaştı. MAH'ın dinleme istasyonlarını Amerikalıların kurduklarını, özellikle ‘telefon dinleyen' personelin maaşlarını CIA'dan aldıklarını öğrendi. Ama Menderes'e verdiği rapor bundan ibaret değildi, rapor daha birçok acı gerçeklerle doluydu.

Amerikalılar, MAH'a hâkimdi. Para veriyor, örgüte ‘nüfuz' ediyorlardı. Millî Emniyet'in bütün dosyaları CIA'nın kontrolündeydi. İstanbul'da Millî Emniyet'e ait bir okul, servisin İstanbul örgütü ve Yeşilköy'deki Soruşturma Teşkilatı tümüyle Amerikalıların emrindeydi. Okullara, Soruşturma Teşkilatı'na Amerikalılar ‘doğrudan' para veriyorlardı. İstanbul bölge örgüt başkanlığına ‘doğrudan' para ödüyorlardı. Karşılığında ‘iş' istiyorlardı. (Yalçın ve Yurdakul,2000)

Dedikleri ne kadar doğruydu bilinmez ama; teşkilatta görev alanların, çalışanların hemen hemen tümü Amerikalılardan para alarak karşılığında ‘iş' görmenin onurlarına ızdırap verdiğini belirtiyor, yakınıyorlardı...

Başbakanlık Müsteşarı Ahmet Salih Korur, öğrendiklerini satır satır Başbakan Menderes'e anlatıyordu: “Kiminle konuştuysam” diyordu, “Millî Emniyet'in sadece CIA'dan değil, öteki yabancı gizli servislerden de ‘para' aldığını söylüyor.”

Devletin “gizliliğine” giren CIA, sanki bağımsız bir ülkede çalışmıyordu. ABD'nin gözetiminde, denetiminde bir ülkede bulunuyormuş gibi pervasız, dilediği gibi faaliyet gösteriyordu. Gizli servistekiler, CIA'nın ‘işçileri'ydi. Menderes, müsteşarına döndü: “Ahmet Salih Bey” dedi, “Bu böyle gitmez... Menderes Yenice sigarası içerdi. Bir tane yaktı ve kesin dille konuştu: “Keselim ilişkiyi.” (Yalçın ve Yurdakul,2000)

Menderes'i iktidardan eden diğer aslî sebep ise yine ABD ile ilgilidir. Kısmen özetlemek gerekirse; 1957 yılından itibaren dış kredi konusunda yoğun bir ihtiyaç haline düşen ülkenin DP'li yöneticileri Almanya ve İtalya'dan taleplerde bulunurlar. Ancak her iki müttefik de Türkiye'ye beklenilen yardımı yapmaz. DP'li yöneticiler bu kez ABD'ye büyük bir çıkartma yaparlar. Ama bu büyük kredi çıkartmasından eli boş ve derin bir hayal kırıklığıyla dönerler.

DP'li yöneticiler çözüm üzerinde kara kara düşünürken bir diplomat imdatlarına yetişir. Büyükelçi Semih Günver, DP yöneticilerine yeni bir çözüm önermektedir: “Biz de niçin, bazı yatırım projelerini Moskova'ya finanse ettirmiyoruz. İhracatımızı biraz arttırır, Clearing hesabındaki alacaklı bakiyemizi çoğaltır, taksitleri bu hesaptan öderiz. Bu işbirliğini sınırlı tutar, ekonomimizi Ruslara teslim etmeyiz. Hem bir iki önemli proje gerçekleşir. Böylece belki Amerikalıları da harekete geçirir, yardıma teşvik edebiliriz” dedim.

Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu düşündü. Galiba bu fikre aklı yattı.Başbakanla görüşmüş, meseleyi derinleştirmişler. 1960 Temmuz'unda Moskova'ya gitmek hem siyasi, hem de iktisadi görüşmeler yapmak kararını almışlar.

Birkaç gün sonra Zorlu, Moskova ziyaretinin iktisadi kısmının hazırlanmasının bana verildiğini bildirdi. Ankara'daki Sovyet Büyükelçisi Rijov ile birlikte hazırlık çalışmalarına başlayacaktık. Bu karardan, tabiatı ile Amerikalılara haber verildi. Görünüşte normal karşıladılar.

Ankara'daki Amerika Birleşik Devletleri Büyükelçiliği, Dışişleri Bakanlığımızla yaptığı temaslarda bu ziyaret tasarısının normal telakki edilmesi gerektiğini açıkladılar. Niyetlerimiz hakkında kendilerine ve CIA'ya gerekli bilgiler verildi. Ankara'daki ABD Büyükelçisi Moskova ziyaretine bir itirazları olmadığını bir mektupla Zorlu'ya bildirdi. (Günver,1985)

Aslında Washington, Moskova ziyaretinden hiç mi hiç hoşlanmamıştı. 1947'den beri Amerika'nın dümen suyuna girmiş olan bir ülkenin hükümeti ilk kez kendi başına bir harekete tevessül ediyordu. Ayrıca soğuk savaşın henüz hızını kaybetmediği bir dönemde, NATO üyesi bir müttefikin Amerika'dan izin almadan Moskova ile diyalog kurmaya kalkışması NATO içinde ve Hür Dünyada siyasi dalgalanmalara yol açacak nitelikte bir olaydı.

Amerikalılar, Rıza Şah Pehlevi'yi uyardılar. Türkiye nereye gidiyordu? İran'a izahat dahi verilmek lüzumu hissedilmemişti. CENTO'nun sonu mu yaklaşıyordu?

Bu kararın Menderes iktidarının nasıl dönüm noktası olduğuna 9 Mart Cunta girişiminin teorisyenlerinden Doğan Avcıoğlu şöyle dikkat çeker:Adnan Menderes, son günlerde ABD'den beklediği yardımı alamayınca 11 Nisan 1960'da Moskova'ya gideceğini duyurup Kruşçov'u da Türkiye'ye çağırarak SSCB ile yakınlaşmaya davranmış. Gazeteciler Cemiyeti'nde “Çin ve Rusya ABD'yi geçecek. Zira ABD tüketimci, ötekiler yatırımcı. Yüzde 30 yatırım yapıyorlar” biçiminde konuşarak ABD'ye karşı Sovyetler'e yanaşan bir tavır geliştirmeye başlamış, bunun üzerine 8 Mayıs 1960 günlü New York Times'da “Menderes politikasını değiştirmediği takdirde olayların nasıl gelişeceği bilinmez” biçiminde eleştiriler yayımlanmış. 19 gün sonra da Menderes 27 Mayıs vurgunu ile tutuklanıp yönetimden uzaklaştırılmış ve sonra da yargılanıp asılmıştır. (Avcıoğlu,1994)

Halkın İçinden Bir Devlet Adamı

Menderes'in devlet adamlığı kavramını nasıl algıladığı da üzerinde tartışılan bir başka husustur. O hiçbir zaman ‘millet devlet için var' şeklindeki Halk Fırkası zihniyetine sahip olmamış, aksine ‘Devlet, bütün azalarıyla millet için var' anlayışını hakim kılmaya çalışmıştır. Menderes'in halkına verdiği bu değer Halk Fırkalı bürokrasiyi fazlasıyla rahatsız etmiştir .Onun eliyle artık daha konforlu bir hayat yaşamaya başlayan subay sınıfı da Menderes'e karşı patalojik bir düşmanlık duygusuna sahipti.

Kadir Mısıroğlu Balmumcu'da gözaltında bulunduğu günlerde şahit olduğu bir ayrıntıyı şöyle anlatıyor: Bizim Pekosbill ismini taktığımız bir binbaşı vardı. Bir gün Menderes'le ilgili duygularını bize açıverdi:“Anadolu'ya dağıldığımızda, gördük ki; maddî kalkınma hamlelerine mukabil Atatürk inkılâplarını baltalamak için binbir gerici yuvası vücûda getirilmiş. Her kazada bir imam hatip mektebi, her köyde bir Kur'an kursu açılmış. Sağda solda Atatürk heykellerine tecavüzler başlamış. Kısacası memleket ortaçağ karanlığına doğru itilmiş. Bizim arkadaşlar yine de insaflı davranmışlar. Menderes'in kafasına, yakalandığı gün bir duvar dibinde bir kurşun sıkıp O'nu gebertmek lâzımdı. O zaman sizin gibi taraftarları da ağzını açıp kıpırdamak imkânını bulamazdı. Atatürk bu memleketin yolunu çizmiştir. Bu yolda ebediyyen yürüyeceğiz! Bu yoldan sapanlara ülkemizde hayat hakkı olamaz!...” (Mısıroğlu,1995)

Peki Anadolu halkının Menderes'e karşı duygu ve düşünceleri nasıl idi. Bu duyguların en ilginç olanını Saadettin Bilgiç, hatıralarında ‘Emmiler Köyü Olayı' başlığı altında anlatıyor:1963 yerel seçimlerinin hazırlıklarını incelemek için, Adana Milletvekili Ali Bozdoğanoğlu'nun özel otomobili ile Ankara'dan hareket ederek, Nevşehir, Kırşehir, Kayseri, Yozgat, Çorum ve Samsun illerine gidecektik. Ankara'dan çıkarak önce Nevşehir'e ve Kırşehir'e uğradık, oradan Kayseri'ye geçtik. Gerekli temaslarımızı yaptık ve hapishaneyi ziyaret ettik. Yolumuza devam ederek, Yozgat'a gitmek üzere sabah saatlerinde Erkilet'e geldik. Vatandaşlarla sohbet ettik. Gerek Erkiletliler'in tarifleri gerekse elimizdeki karayolları haritasına bakarak yolumuza devam ettik. Bir köye geldik. Ondan sonra yol devam etmiyordu.

Köyün girişinde 55 - 60 yaşlarında bir vatandaş, kaput gömlek, kaput don, başında bir takke, boynunda bir çevre, yalın ayak, bir çift öküzle düven sürüyordu. “Ağa, emmi, efendi” diye arabadan inip seslenmemize rağmen bize bakmıyordu ve cevap vermiyordu. Sonunda ısrarımıza dayanamadı:

 ‘Siz burada tıkandınız, gidemiyorsunuz, yolu soracaksınız' dedi.

- Evet, dedik ikimiz birden.

Sanki takkesini geri itiyormuş gibi elini başına götürdü ve geldiğimiz yola doğru döndü. Bize kim olduğumuzu, niçin geldiğimizi sormadan:- Şu yukarıdaki Kemerli Köprü'yü görüyor musunuz, onun arkasındaki kesme taşlı Kubbeli Camii'yi görüyor musunuz?

Cevap vermemizi beklemeden devam etti:- O köprü, o cami Alaaddin Keykubat zamanında yapılmış.Bu köy için yapılmamış. Kayseri - Samsun yolu üzeri diye yapılmış ama, zamanla bozulmuş. Biz 716 sene bekledik. Bir gün deve böğürür gibi koca makinalar geldi. Köycek üşüttük, bu yol yeniden açılıyordu, sevindik. Aradan çok geçmeden bu iş burada durdu. Sonradan öğrendik ki, siz bu yolu yaptıran adamı asmışsınız.

Sözünü kesmeden ekledi.- Nereye giderseniz gidin! (Bilgiç,1998)

 

HAFTAYA: BİR DARBECİ GENERAL TİPİ OLARAK MUHSİN BATUR

                                            

                                                     KAYNAKLAR

Apuhan Recep, (1993), Öteki Menderes, İstanbul: Timaş Yay

Avcıoğlu Doğan,(1994), Milli Kurtuluş Tarihi, İstanbul: Tekin Yay

Bilgiç Saadettin, (1998), Hatıralar, İstanbul: Boğaziçi Yay

Günver Semih, (1985), Fatin Rüştü Zorlu'nun Hikayesi, Ankara: Bilgi Yay

Mısıroğlu Kadir,(1993),Geçmiş Günü Elerken I, İstanbul:Sebil Yay.

Mısıroğlu Kadir,(1995), Geçmiş Günü Elerken II, İstanbul:Sebil Yay.

Yalçın Soner - Doğan Yurdakul,(2000),Bay Pipo,İstanbul:Doğan Kitap