03 Kasım 2015

Bastığın toprak paralı

 1800'de dünya nüfusu 1 milyar düzeyinde iken 2015'de 7 milyar kadardır. Dünya Bankası raporuna göre 21. yüzyılın ikinci yarısında dünya nüfusu 11 milyar düzeyinde sabitlenecektir.

Nüfusun artışı yanında bir de bu nüfusun kentleşmesi meselesi vardır.

Nüfusun kentlerde toplanması yeni kavgalara gebedir.

1900'de dünya nüfusunun yüzde 10'u kentlerde yaşamaktaydı. 2100'de dünya nüfusunun yüzde 75-80'i kentlerde yaşamaya boyun eğecektir.

Kentlerde yaşamanın getirdiği en büyük mesele kent yoksulluğu ve kent içi sınıf çatışmalarıdır.

Kentler bu yeni süreçte değişim değerine konu olduğu kadar kullanım değerine de konu edilen politikaların mücadele alanı haline gelmektedir.

Kenti “değişim değeri”ne göre tasarruf etmek isteyenler ürün üretimi yoluyla (sanayileşme ile) sermayenin birikimi kaygısını terkedeceklerdir. Beklentinin üzerinde kârlar barındıran toprak ve mülkiyet spekülasyonu, göreceli iskânların mutlak kontrolü sayesinde kamu yararının aleyhine tekelci sınıflar doğurmaktadır. Finansal kaynaklar toprak ve mülk spekülasyonuna yöneldikçe binadan emeksiz para kazananlar yoksulluğun müsebbibi olacaktır.

“Kullanım değeri”ni gündeme getiren politikalar ise “kent hakkı” kavramını kamu yararına savunur. Bu politika, kentsel mekânın kendisine satıldığı-kiralandırıldığı-kullandırıldığı “canlı emeğin” lehine toprak ve mülkün bedelsiz tasarrufuna yönelir. Sahil boyunca çay bahçelerine yapılan bir tahsis halkın sahile erişimini ücretlendirir.

David Harvey, kentsel mekândaki çıkar çatışmalarını iki ayaklı açıklama şemasına bağlı kalarak ele alır. O'na göre kentsel mekân, bir sınıf mücadelesi mekânı olduğu kadar bir sermaye birikimi mekânı olarak da ortaya çıkar.

Geçmiş dönemde sanayi üretimi aracılığıyla kâr peşinde koşan sermaye, emeğin sömürüsünü onun mesai süresini uzatarak veya emek/saat ücretini düşürerek gerçekleştiriyordu. Böylece “işleyen para” karşısında “canlı emeğin” metalaşması yani kapitalist için artı-değer üreten ücretli-emek haline dönüşmesi sağlanıyordu.

Haftada 45 saat çalışan ve aylık (4 haftalık) 1300 TL ücret alan bir işçi, kendisine ödenen aylık 1300 liraya denkleşen üretimi 1 haftada yapar. Kalan 3 haftada ürettiği değer sermaye sahibine kalır. Emeğini sermaye sahibine kiralayarak aldığı ücretinin üstünde ürettiği bu değer, artı-değerdir. Bu artı-değerin piyasada dolaşıma girerek satışa sunulması ve tekrar genişletilmiş üretime (daha büyük artı-değer üretimine) yatırılması “sermaye birikimi” şeklinde kavramlaştırılan süreçtir. Kâr, artı-değere dönüşen haliyle artı-emek süresi miktarıdır.

Burada artı-değerin ortaya çıkışını sağlayacak meta üretimi, dolaşımı, satışı ve sermayeye katılışı için geçen zaman önemlidir. Devir ne kadar hızlı ise sermaye o kadar çabuk birikir.

Bu süreç metalaşmış emeği “haftalık 45 saat”le sınırlı olmayan yeni bir zaman kavramına taşıdı. Sermaye birikimi 10-15 yıla kadar uzatılmış “konut borçluları” üzerinden yürütülen “toprak ve mülkiyet spekülasyonu” ile gerçekleşmişti. “Kentler sermaye birikiminin ve metalaştırılmış emeğin fizikî fabrikaları” haline getirildi. Emeğin borçlanması, “gündelik hayatı yönetmeye” kalkışan  yeni bir iktidar biçiminin, “biyoiktidar”ın şekillenmesini sağladı.

Gökdelenler, işhanları, spor stadyumları, aşırı gösterişli altı hilalli oteller, marinalar, AVM'ler, akıllı ve güvenlikli siteler eski “yüksek fırın” ya da “seri üretim” fabrikalarının yerini aldı.

Sermayenin “kentsel mülk” ile tezahürü kent borçlularını, kent kiracılarını “zenci”leştirdi. “Kent malikleri” ve “kira toplayıcılar” egemen sınıf oldu.

Mekân ise, kendi borçluluğunu üreten kent sakinlerinin denetim-kontrol alanı haline gelmiştir.

Sömürü, emeğin istismarından çıkıp bütüncül olarak yaşamın kendisinin kontrol edilmesine yönelik çabaya dönüştürüldü. Üretirken istismar edilen, yoksullaşan emekçiler, artık mekânı kullanırken yoksullaşmaya uğratılmaktadırlar.

Toprağa basmak, onun üstünde yürümek, bir yere ulaşmak ücretlendirilmiştir. Allah'ın suyundan kana kana içmek artık paralıdır.

Kent yoksullaştırır.