BATI TRAKYA MESELESİ 'DÜNÜ, BUGÜNÜ VE GELECEĞİ'
-Tarih, Mücadele, Diplomasi, Hukuk ve Mütekabiliyet Perspektifinde-
Bugün Yunanistan
tarafından hoyratça örselenen Batı Trakya Müslüman Türk toplumunun hikâyesi
tarihi bir direniş ve mücadeleden ibarettir. Küresel ve bölgesel hesaplar
çerçevesinde incitilen bu hassas mesele tarihi, siyasi ve güçlü hukuki bir arka
plana sahip olsa da Yunanistan Hükümeti Türkiye ile olan hasmane tutumunu Batı
Trakya’da yaşayan Müslüman Türk azınlığı örselemek üzerinden sürdürmektedir.
Son dönemde artan bu tutum nedeniyle Batı Trakya Müslüman Türk azınlığı
huzursuz olmaktadır. Batı Trakya’daki kardeşlerimiz rahatsız olduğunda bizlerde
burada rahatsız olmaktayız. Bu makale konuyu Yunanistan devletinin iç meselesi
imiş gibi algılayan kamuoyuna bazı hatırlatmalar yapmak amacıyla kaleme
alınmıştır.
Batı Trakya Tarihi
Mücadelenin Tarihidir….
Osmanlıların 1356’da
Rumeli’ye geçmeleriyle birlikte Türk akınlarına hedef olan Batı Trakya’da
1360’ta başta Dedeağaç (Mekri) olmak üzere sırayla Dimetoka ve çevresi
alınmıştır. 1363’te Sazlıdere Muharebesi’nden sonra Edirne’nin ele
geçirilmesinin ardından Evrenos Bey Gümülcine ve yöresini Osmanlı topraklarına
katmıştır. O tarihten bugüne bölgedeki Müslüman Türk varlığı devam
edegelmiştir. Osmanlının güçlü ve hakim dönemlerinde bölge müreffeh ve huzur
dolu günler yaşamıştır.
Osmanlı fütuhatıyla
birlikte yöreye Anadolu’nun çeşitli kesimlerinden büyük miktarda Türk nüfusu
nakledilmiştir. Tapu tahrir kayıtlarından bölgeye yapılan bu ilk nakil konusunda
bilgi edinilmektedir. Meselâ Sultan I. Murad döneminden itibaren Gümülcine,
Dimetoka ve Ferecik’e Bergama, Söğüt, Saruhan, Menteşe, Hâmid, Gerede, Göynük,
Canik, Ahlat, Ayvalı, Ayıntab (Gaziantep) gibi Anadolu’nun çeşitli yerleşim
birimlerinden nüfus nakledildiği gibi Özbek, Dânişmendlü, Saruca Dânişmend,
Saruhanlu, Karagözlü, Bayat, Dağeri, Yörükler, Arpuz Ata, Saltuklu, Oğuz,
Döğerdüğünü, Barak, Sıçanlu, Salur, Eymir ve Bayındur gibi Türkmen boylarına
mensup gruplar yerleştirilerek mahalle ve köyler teşkil edilmiştir. Getirilen
bu aşiret ve ahali grupları yerleştikleri yörelere aşiretlerinin veya
geldikleri Anadolu şehirlerinin isimlerini verdikleri gibi Eskici Hacı,
Debbâğlar, Hacı Karagöz, Kadı Mescidi, Hacı Hızır, Hacı Hayreddin, Koca Nasuh,
Yenice, Bergamalu, Aşçı Mescidi, Obacılar, Çekirdeklü, Balabanlu, Denizlü,
Çobanlu, Çakırlar, Çadırlu, Bulduklu vb. gibi Türkçe adlar taşıyan köyler
kurmuşlardır. İşte sadece bu sebeple bile Batı Trakya Türk toplumu
Türkiye’deki demografik ve kültürel rengin bir yansımasıdır. Batı Trakya’daki
Türk toplumunun ayağına diken batsa sesi bizim coğrafyamızdan çıkar. Nerede
ise Batı Trakya toplumu, tüm şehirlerimiz ile akrabadır. Bölgedeki güçlü
Osmanlı idaresi her bölgede olduğu gibi Millet sistemini başarılı
bir şekilde uygulamıştır. Kanun önünde tüm Osmanlı eşrafı eşit olduğu gibi,
Hristiyan topluluklar kendi kiliselerin gerektirdiği dini varlıklarını ve
kültürel nüfuz alanlarını da sürdürmeye muvaffak kılınmışlardır. Özel hukukun
başarılı bir şekilde uygulandığı bu topraklarda toplumlar çatışmaksızın
birlikte yaşamışlardır.
Hiçbir mesele tarihi
arka planından koparılarak ele alınamaz. Batı Trakya toprakları başta olmak
üzere tün Balkanlar ve Osmanlı idaresindeki Avrupa toprakları çok kültürlü
yaşam modelinden Osmanlı himayesinde yüzlerce yıl yaşamışlardır. Bugünde Avrupa
hukuk sistemi bu modele atıf yaparken çok hukuklu Osmanlı sistemine atıf yapmak
zorunda kalmaktadır.
Doksan üç Harbi olarak
ta bilinen 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı sonunda imzalanan (3 Mart 1878) Ayastefanos
Antlaşmasına kadar bölge Osmanlı himayesinde kalmıştır. Bu anlaşma sonrasında
bölgede Osmanlı hâkimiyet alanının kırılması ile Batı Trakya ve Balkan
Müslümanları için zorluklar başlamıştır. 14 Nisan 1878’de Çirmen yakınlarında
işgal kuvvetlerine karşı bölgesel direniş başlamıştır. Bu direniş kısa zamanda
Balkan sıradağlarıyla Ege denizi arasında kalan bölgede yaşayan alana da
yayılarak Rus ve Bulgar işgaline karşı bir silâhlı ayaklanmaya dönüşmüştür. Bu
tarihi direniş süreci takdire şayan bir direniş olup önemli neticeler ortaya
çıkartmıştır. Bugün de Batı Trakya konusu ele alınırken bu direniş ve bölge
halkının kahramanlıkları unutulmamalı ve Balkanlarda iktidar ve nüfuz
alanlarının oluşumu konusunda ki denklem bölgedeki Müslüman Türk halkının
varlığını göz önüne alınarak ele alınmalıdır. Bölge altı yüz yılı aşkın
zamandır Müslüman Türk halkının nüfuz ve yaşam alanıdır. Büyük direnişin
sonucunda; Müslüman Türk ahalisi Osmanlı idaresinden başka bir idare altına
girmeyeceklerini ve Osmanlı toprağında Rus askeri bulundukça silâhlarını
bırakmayacaklarını bildirmişlerdir. Bunun üzerine Ahmed Ağa Timirski
önderliğinde Batı Trakya geçici hükümeti kurulmuştur. Bu hareket Türk halkı
arasında bir uyanış ve yeniden dirilme işareti olmuştur. Bölgede ulus devlet kurgusu
üzerinden yapılan yeni bölgesel planlamaya oldukça uygun olarak Müslüman
Türklerin bulunduğu bölge de bir Türk Ulus devleti teşekkül etmektedir. Nüfus
denklemi açısından bakıldığında 750.000 kişilik devasa bir Müslüman Türk nüfusu
bulunmaktadır.
Bu tarihi mücadele
kısa zamanda netice vermiştir. Batı Trakya ve Rodoplar’daki bu Türk ayaklanması
Avrupa devletlerinin de dikkatini çekmiş ve Ayastefanos Antlaşması’nı
değiştiren 13 Temmuz 1878 tarihli Berlin Antlaşması’yla Şarkî Rumeli imtiyazlı
vilâyetinin teşekkülünde çok büyük bir etki yaratmıştır. Bu direniş bölgede
öngörülen sürecin tam tersi bir etki yaratması nedeniyle Rus ve Bulgarların
baskılaması devam ede gelmiştir. Bu vilâyetin kurulmasıyla bir dereceye kadar
rahatlayan Türkler vilâyetin 1885’te Bulgaristan’a ilhakından sonra yeniden
ayaklanmışlar ve sonunda Osmanlı Devleti’ne katılmaya muvaffak
olmuşlardır. Anlaşılan o dur ki Batı Trakya tarihi mücadele tarihidir, kavga ve
kıyam tarihidir. Bölgedeki tüm Müslüman ahali her
platformda savaş ve mücadele bilinç ve kabiliyetine her zaman sahip olmuştur.
Rus himayesindeki Bulgar güçlerinin dönemsel masa başı hâkimiyetleri Kuşçubaşı
Eşref Bey komutasındaki yerel mücahitlerin direnişi ile kırılarak masa
başındaki her oyun sahada kırılmıştır. Politik ve diplomatik tüm adımları
kıracak olan sahadaki alt yapı, bilinç ve kudretli mücadeledir. Bu mücadele 31
Ağustos 1913’te merkezi Gümülcine olmak üzere Garbî Trakya Hükûmet-i
Muvakkatesi’nin ilânı ile neticelenmiştir. Kısa bir zaman sonra Müderris
Sâlih Efendi’nin başkanlığında kurulan hükümet Dedeağaç’ın alınmasının
ardından Garbî
Trakya Hükûmet-i Müstakillesi bağımsızlığını ilân etmiş
ve mücadele nihai hedefine ulaşmıştır. Hakka ve ideallerine bağlı her mücadele
Allah’ın izni ve inayetiyle neticeye ulaşır.
Bu tarihi zafer,
oldukça yorgun ve zayıf olan Osmanlı idaresi tarafından diplomatik olarak
desteklenemediğinden idarenin hâkimiyeti ancak iki ay kadar sürebilmiştir. Bu
devasa gayret o gün yeterince güçlü bir destek alabilmiş olsa idi, hemen
sınırımızda Müslüman bir Batı Trakya devleti olabilir ya da bugün Yunanistan
baskısına ve zulmüne muhatap olan topraklar ülkemizin himayesinde olabilirdi.
Bu sürece rağmen Batı Trakya Müslüman ahalisi mücadelesinden vazgeçmemiştir.
Birinci Dünya Savaşında Ruslar, Bulgarların ardından Fransızlara karşı direnmiş
olan Batı Trakya’nın Müslüman Türk Ahalisi nihayetinde Yunanistan’a karşı
dirense de bölge Yunanistan’ın eline geçmiştir.
Ahdi Süreçlerin
Teşekkülü ve Ahdi Mütekabiliyet…
24 Temmuz 1923 tarihli
Lozan Antlaşması’yla Batı Trakya Türklerinin statüleri yeniden belirlenmiş ve
bugüne kadar da bu statü geçerliliğini muhafaza etmektedir.
Lozan Antlaşması’ndan
önce Yunanistan’daki Müslüman azınlıklarla ilgili olarak 2 Şubat 1830 Londra
Protokolü, 24 Mayıs 1881 İstanbul Milletlerarası Sözleşmesi, 1-14 Kasım 1913
Atina Antlaşması ve 3 numaralı protokol ile 10 Ağustos 1920 tarihli Yunan Sevri
gibi antlaşmalar yapılmıştır. Lozan Antlaşması’yla bu antlaşmalar tamamen
yürürlükten kalkmamış, hatta 10 Ağustos 1920 tarihli Yunan Sevri, Lozan’da ek
bir protokolle bazı değişikliklere uğrayarak geçerli sayılmıştır.
Lozan Konferansı
sırasında 30 Ocak 1923’te imzalanan sözleşme ile Türkiye ve Yunanistan arasında
mecburi nüfus mübadelesi yapılmışsa da Batı Trakya Türkleri ile İstanbul Rumları “établi”
(yerleşik) kabul edilerek bu mübadeleden istisna
edilmişlerdir. Bu sözleşmeye göre Türk ve Yunan temsilcilerinin de dahil olduğu
bir karma komisyon kurulmuş ve Ekim 1923’ten itibaren çalışmalarına
başlamıştır. Komisyonun çalışmaya başlaması ve mübadele işlerinin ele alınması
ile birlikte Türkiye ve Yunanistan temsilcileri arasında “yerleşik” deyiminin
kapsamı konusunda görüş ayrılığı çıkmış, anlaşmazlık iki ülke arasındaki siyasî
münasebetlere etki edince 1 Aralık 1926’da Türkiye ile Yunanistan arasında bir
anlaşma imzalanmıştır. Bu anlaşma ile mübadele konusunda birçok mesele
çözümlenmiştir. Ancak yine birtakım anlaşmazlıklar çıkması ile Türk-Yunan
münasebetleri gerginleşmiştir. Nihayet 10 Haziran 1930’da imzalanan anlaşmayla
yerleşme tarihleri ve doğum tarihleri ne olursa olsun İstanbul
Rumları ile Batı Trakya Türkleri’nin hepsi yerleşik deyiminin kapsamı içine
alınmış ve böylece Batı Trakya Türklerinin tamamına yerleşik belgesi
verilmiştir.
Lozan Antlaşması’yla
Batı Trakya’da Yunan vatandaşı olarak Yunan idaresinde yaşamaya bırakılan,
fakat bazı imtiyazlara sahip olan Müslüman Türk toplumunun hakları,
antlaşmanın “Azınlıkların Himayesi” başlığını taşıyan
birinci kısmının 3. faslında belirtilmekte ve garanti altına alınmaktadır. Söz
konusu bölümün 37-45. maddeleri özetle “Türk toplumuna din ve ırk farkı
gözetmeksizin her türlü vatandaşlık hakkının tanınmasını, kendilerine ait özel
çeşitli kültürel ve dinî mahiyette eğitim müesseseleri kurup idare
edebileceklerini, kendi dilleriyle eğitim yapabileceklerini ve kendi dillerini
mahkemede dahi kullanabileceklerini, dinlerini öğrenip uygulayabileceklerini,
Türk cemaatinin mâbed, mezarlık, vakıf ve diğer kuruluşlarının her türlü
himayeyi göreceğini ve benzeri hükümleri ihtiva etmektedir.” Ayrıca bu antlaşmanın
hükümlerinin anayasa ve bütün kanunların üzerinde olacağı, bunlara aykırı kanun
çıkarılamayacağı da hükme bağlanmıştır. Lozan
Antlaşması’yla birlikte imzalanan 16 numaralı ek protokolle Yunan Sevri
yürürlüğe konulmuştur.
Yunanistan’da
azınlıkların himayesine dair Sevr’de 10 Ağustos 1920 tarihinde imzalanan ve
Yunan Sevri denilen bu muahede ile Yunanistan’da yaşayan bütün müslüman-Türk
cemaatinin hakları korunmaktadır. Yunan Sevri’nin 14. maddesinde de Yunanistan’daki Müslüman
Türkler’ in kişi ve aile hukuku konularında kendi örf ve âdetlerini, kendi
hukuk sistemlerini uygulamakta serbest olacakları, vakıflarının ve dinî
kuruluşlarının tam bir şekilde tanınacağını, korunacağını ve yenilerinin de
kurulabileceğini hükme bağlamaktadır.
Mütekabiliyet, Mütekabiliyettir….
Batı Trakya Müslüman
Türk toplumunun tarihi, mücadelenin tarihidir. Bu devasa mücadele her dönemde
netice vermiş ve bugün uluslararası geçerliliğe sahip dini ve kültürel
imtiyazlara sahip olmuşlardır. Fakat Yunanistan hükümeti bu ahitnamelere uymama
konusundaki ısrarından vazgeçmediği gibi her zeminde Müslüman Türk toplumunu
huzursuz etmeye devam etmektedir. Burada unutulmaması gereken nokta ahdi
sürecin karşılıklılık
“mütekabiliyet” taşımasıdır. Ülkemizde yerleşik kabul
edilen Rum toplumu bulunmaktadır. Bu topluluk, kültürümüz ve dinimizden
kaynaklı yüksek toleransın muhatabıdır.- Ülkemizdeki belli dönemlerde
yabancılara yönelik ortaya çıkan örseleyici uygulamalar kökü dışarda ajanlık
faaliyetleri olarak ele alınmalıdır, zira milletimizin misafir ve farklılıkları
tolere etme konusundaki tutumu ortadadır.-
Ülkemiz vatandaşı olan
İstanbul Rumları her türlü vatandaşlık haklarından istifade etmekte, dini ve
kültürel varlıklarını özgür bir şekilde sürdürmekte, sahip oldukları mülk ve
vakıf arazileri konusunda istedikleri gibi tasarrufta bulunmakta, ilgili
ahitnamelere uygun şekilde eğitim ve dini varlıklarını sürdürmektedirler.
Özellikle son dönemde azınlık kilise yönetimi ile ilgili ortaya çıkan
süreçlerde de kolaylaştırıcı hükümet tedbirlerinin alındığı da ortadadır.
Tarihi nitelik taşıyan Rum ve Ermenilere ait olan kilise ve vakıf mülklerinin
restorasyonu için müsaade verilmekte, coğrafyamıza ait olan bazı kilise ve
binaların restorasyonları bizzat kamu kamu kaynakları ile yapılmaktadır. Ülkemizde
Lozan’ı da aşan bir sorumluluk içinde Rum Hristiyan toplumu huzurlu bir hayat
sürdürmektedir. Bu çaba bir mütekabiliyeti zorunlu kılmaktadır. Hemen hemen her
konuda Yunanistan hükümeti Batı Trakya Müslüman Türk toplumunu örselemektedir.
Lozan ve tamamlayıcı ahitnamelerle garanti altına alınan konularla ilgili ve
özellikle İnsan Haklarına aykırı uygulamalarla Müslüman Türk toplumu huzursuz
edilmektedir. Bu konuda AB müktesebatına göre yapılan müracaat ve kararlar
görmezden gelinerek Batı Trakya Türk toplumuna yönelik sistematik bir
endoktrinasyon politikası uygulanmaktadır. Hukuki ve polisiye tedbirlerle
bölgede bir huzursuzluk iklimi yaratılmaya çalışılmaktadır. Ülke içi organize
ajanlık faaliyetleri ile Müslüman Türk toplumunun doğasını, dini ve kültürel dokusunu
bozmaya yönelik çalışmalar yapılmaktadır. Türkiye ile ilişki içinde olan birey
ve organizasyonlar baskılanmakta, kültürel bağ temelinde kurulan makul ilişki
örselenmekte, kişiler takip ve tahkikata muhatap kılınmaktadır. Son dönemde
bölgede artan Yunanistan zulmü tahammül edilemez bir noktaya ulaşmıştır.
Yunanistan Hükümetinin
Artan Hak İhlalleri yada Günah Listesi
Yunanistan her
fırsatta Batı Trakya Müslüman Türk azınlığının haklarını ihlal etme yolunu
seçmiştir. Bölgedeki temel eğilimi bölgenin Türk nüfusundan arındırılmasıdır.
Bu göç yoluyla olabileceği gibi, pasaport oyunları ya da kültürel asimilasyon
yolu ile olabilecektir. Yunanistan’ın tüm bölge politikası ve milletimizi
rahatsız etme çabası bu amaca yöneliktir. Bu çerçevede temel örseleme alanları dini ve
kültürel hayat, eğitim ve hukuk alanında yoğunlaşmaktadır.
Lozan anlaşması ile garanti altına alındığı halde Müslüman Türk toplumunun dini
liderlerini seçme hürriyetine müdahale ederek hassas dengeyi bozmuştur. 2
Haziran 1985 yılında Gümülcine Müftüsü’ nün ölümü üzerine Yunan hükümeti yerine
müftü atamış ve Müslüman Türk toplumu bu duruma tepki olarak seçimle kendi
müftülerini seçerek cevap vermiştir. Bugünde en önemli kriz
alanlarından biri seçilmiş müftü meselesidir. Sembolik
değeri yanında Lozan anlaşmasının garantisi altında olan bu süreç hassas bir
süreçtir. Bölgede hizmet veren müftüler sürekli olarak takibat ve tahkikatlar
ile örselenmektedir. Bugün de bu süreç artarak devam etmektedir. Yakın zamanda
İskeçe seçilmiş müftüsü Sn. Ahmet Mete’ye yaptığı bir konuşma sebebiyle verilen
hapis cezası ile müftüler üzerinden Batı Trakya Müslüman Türk toplumuna gözdağı
verilmekte ve toplum taciz edilmektedir. Azınlık Türklere karşı baskı
politikasını sürdüren Yunanistan’dan yeni bir adım daha gelmiştir.
Yunanistan son olarak, Gümülcine Müftüsü İbrahim Şerif’i,
Gümülcine’de düzenlenen toplu sünnet törenine katılmasını gerekçe
gösterip “makam
gaspı” ile suçlayarak Selanik’te yargılamaya
başlamıştır. Bu tutumların tamamı AİHM kararlarına aykırılık teşkil etmesine,
mevcut anlaşmalara uymamasına rağmen sürdürülmesi Yunanistan hükümetinin
politik bir tutumudur ve kesinlikle hukuksuzdur.
Bunun dışında
Yunanistan hükümetinin Müslüman Türk toplumuna yönelik baskıları eğitim
alanında yoğunlaşmaktadır. Lozan’ın ilgili 37-45. maddeleri özetle “Türk
toplumuna din ve ırk farkı gözetmeksizin her türlü vatandaşlık hakkının
tanınmasını, kendilerine ait özel çeşitli kültürel ve dinî mahiyette eğitim
müesseseleri kurup idare edebileceklerini, kendi dilleriyle eğitim yapabileceklerini
ve kendi dillerini mahkemede dahi kullanabileceklerini, dinlerini öğrenip
uygulayabileceklerini…..” garanti altına almış olmasına ve ülkemizdeki Rum
vatandaşlar eğitimlerini özgür okullarında anlaşmaya uygun olacak şekilde
aldıkları halde; Müslüman Türk toplumunun Lozan ile garanti altına alınan ve
şekil esasları tamamlayıcı alt anlaşmalarla tamamlanan ahdi sürece rağmen
bölgede Müslümanlara
ait okulları kapatmakta, müfredatlarına müdahale etmekte, eğitim alanlarını
sınırlandırmakta, Türkiye başta olmak üzere aldıkları diplomaları geçersiz
kılmaktadır. Bugün Yunanistan hükümetinin Batı Trakya’da
en önemli zulüm başlığı eğitim konusundadır. Nüfus ve başka gerçek dışı
gerekçelerle kapattığı okullar öğrencileri ve devamlılık olan okullardır. Eğitim
öğretim ve toplumun gelişimini desteklemek amacıyla kurulan İskeçe Türk
Birliği, Gümülcine Türk Gençler Birliği, Batı Trakya Türk Öğretmenler
Birliği’nin tabela ve tüzüklerinde Türk kelimesini kullandıkları için 1984’teki
karar çerçevesinde kapatılma tehdidi ile hareket edemez hale getirilmişlerdir.
Türk toplumunun eğitim hakkı AİHM kararları ve Lozan ile garanti altına
alınmıştır.
Yunan Sevri’nin 14.
maddesinde de Yunanistan’daki Müslüman Türkler- in kişi ve aile hukuku
konularında kendi örf ve âdetlerini, kendi hukuk sistemlerini uygulamakta
serbest olacakları, vakıflarının ve dinî kuruluşlarının tam bir şekilde
tanınacağını, korunacağını ve yenilerinin de kurulabileceğini hükme bağlanmakta
olduğu halde evlilik ve miras hukukunda İslam örfünün gerektirdiği uygulamalar
konusunda zorluklar çıkartılarak bölgede garanti altına alınan çok hukuklu yapı
hırpalanmaktadır. Müslüman toplumun kendi varlıklarını sürdürmeye yönelik
şeffaf ve hukuka uygun yeni oluşumlarına müsaade edilmediği gibi var olan
kurumları da işlemez hale getirilmektedir. Müslüman Türk toplumunun Selanik ve
Atina’da var olmalarına imkan tanımamaya yönelik her türlü polisiye tedbir
alınarak, eşit Yunanistan vatandaşları olarak hareket etmeleri tahdit
edilmektedir. Selanik ve Atina’da yaşamını sürdüren Müslüman Türk toplumunun
dini ve kültürel varlıklarını sindirmeye yönelik tutumlar ortaya konulmaktadır.
Ramazan ve Kurban Bayramındaki dini ritüellerin ve ibadetlerin yapılmasına
müsaade edilmeyerek ülke içindeki sosyal var olma imkânları kısıtlanmaktadır.
En önemli sorun
alanlarından birisi de tarihi nitelikteki mimari mekanların restorasyon ve
korunması konusunda ortaya konmaktadır. Osmanlı döneminden kalma ve mimari
değeri olan cami ve binaların restorasyon ve korunmalarına müsaade edilmediği gibi,
yıkılmaya yüz tutmuş binalara müdahale edilmemekte, bölgede yaşayan Müslüman
Türk Toplumu eliyle korunması ve restorasyonuna müsaade edilmemektedir. Bu
türden evrensel medeniyet mimarilerinin korunması tüm insanlığın boynuna
borçtur. Bu türden mimari yapıların restorasyonu konusunda TİKA ve Vakıflar
Genel Müdürlüklerimiz tüm dünya’ da çalışmalar yapmakta iken bu kurumlarımız
Yunanistan’da çalışma yapmamaktadırlar. Ülkemiz’ de Hristiyan mimarisi
eserler ülkemiz tarafından korunmakta ve restorasyonları kamu kaynakları ile
yapılarak ilgili cemaate amaca uygun kullanılması amacıyla verilmektedir. Çoğu
bu toplulukların Vakıf ve şahıs mülkü olarak varlığını sürdüren bu yapılar
anlaşmalardan da öte bir vicdani mesele olarak himaye edilmektedir. İnsanlığın
evrensel emanetleri konusunda nobran tutumlar içinde olan İŞİD vb. yapılara
karşı harekete geçen, dünyayı ayağa kaldıran uluslararası kuruluşların
Yunanistan Hükümetinin Müslümanlara ait tarihi nitelikteki mimari yapılara
karşı sessiz kalması kabul edilemez bir çelişkidir.
Yunan Zulmüne
İtirazımız Olarak Bir İsyan Manifestosu…..
Bu ve benzeri hak
ihlalleri Yunanistan hükümetinin uluslararası anlaşmaları rağmen ortaya koyduğu
tutarsız kabahatlerdir. AİHM kararları oldukça nettir. Karşılıklı anlaşmalar
mütekabil bir devlet dirayeti ile davranmayı zorunlu kılmaktadır. Buna rağmen
Yunanistan hükümeti ülkesi içindeki bir azınlık toplumunun hukukunu
koruyamamaktadır. Yunanistan her fırsatta Batı Trakya Müslüman Türk azınlığının
haklarını ihlal etme yolunu seçmiştir.
Bölgedeki temel
eğilimi bölgenin Müslüman Türk nüfusundan arındırılmasıdır. Bu göç yoluyla
olabileceği gibi, pasaport oyunları ya da kültürel asimilasyon yolu ile
olabilecektir. Yunanistan’ın tüm bölge politikası ve milletimizi rahatsız etme
çabası bu amaca yöneliktir.
Geleneksel tutumu
yanında Yunanistan hükümeti Türkiye ile arasındaki diplomatik ve bölgesel
krizlerde de aciz bir yaklaşım içinde hareket ederek Batı Trakya Müslüman Türk
toplumunu diplomatik bir koz olarak kullanmaktadır. 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı
ile başladığı bu tutumunu, Ege ve Akdeniz’de yaşanan her politik krizde Batı
Trakya Müslüman Türk toplumuna yönelik ihlallerle hissettirmektedir. Kendi
ülkesinde ve vatandaşı durumunda olan bir toplum üzerinden uluslararası baskı
yaratma davranışı, Antik Yunan filozoflarını bile mezarlarında huzursuz edecek
kadar derinlikten uzak bir davranış biçimidir. Son dönemde artan Türkiye ve
Yunanistan çekişmesinde Yunanistan bir koz olarak tekrar aynı oyuna
başvurmuştur. Tartışmasız bu büyük devletlere yakışmayacak aciz bir yaklaşım
biçimidir. Ülkeler arasında yapısal tartışmalar, rekabet
ve diplomatik gerginlikler olabilir. Bu türden durumların nasıl takip edileceği
bellidir. Hangi durumların diplomatik parametre olarak kullanılacağı bellidir.
Batı Trakya Müslüman
Türk Toplumu Lozan anlaşması ile korunma altındadır, ülkemizin doğrudan
himayesinde bir toplumdur. Bunun yanında AİHM kararları ve özellikle AB
müktesebatı temelinde AB vatandaşlarıdır. Yunanistan yanında AB vatandaşı olan
Batı Trakya Müslümanlarının yaşadıkları süreçler AB hukuk ve vatandaşlık
normları açısından da çok önemli anlamlar taşımaktadır. ABD ile yeni ve
bölgesel bir ittifak içine giren ve askeri kapasite artırımı üzerinden yeni
bölgesel bir role soyunan Yunanistan’ın Türkiye rekabetini Batı Trakya
üzerinden yapmayı düşünmesi tarihsel gerçekliği ve bölgesel şartları göz önüne
alarak saçmalıktan başka bir şey değildir. Bu hassas dönemde en çok övündüğümüz
ülkemizde azınlıklara yönelik hukuki ve vicdani tutumumuzu örseleyecek oyun ve
etki ajanlığı oyunlarına daha da dikkat etmemiz gerekebilir. Batı Trakya
Müslüman Toplumu ile alakalı süreçleri daha yakinen takip etmeli, gelişmeleri
izlemeli ve bölgedeki kardeşlerimizin yanlızlık, zayıflık, yenilgi, örselenme
gibi psikolojilere düşmelerine müsaade etmemeliyiz. İki ülke arasında yapılan
ve çok taraflı anlaşmalarda ülkemiz taraf ve garantördür. Batı
Trakya’daki hikâyemiz bir mücadele hikâyesidir. Bugün orada var olan bu nüfus
çok sıkıntılı günlerde bile devam eden mücadelenin ürünüdür. Bu mücadele bizim
için o günkü kadar sıcaktır.
KAYNAKÇA
Eren H.,Hallaçoğlu Y.,
İslam Ansiklopedisi, TDV Yayınları, İstanbul 1995
ERYILMAZ, Bilal,
Osmanlı Devletinde Gayrımüslim Tebaanın Yönetimi,
İstanbul, Doğan Ofset
Yayınları, 1990
Lozan Sulh
Muahedenâmesi, Mukavelât ve Senedât-ı Sâire 24 Temmuz 1339/1923, İstanbul 1339.
Tevfik
Bıyıklıoğlu, Trakya’da
Millî Mücadele, Ankara 1955, I-II.
Aydınlı Ahmet , Batı Trakya
Faciasının İçyüzü, İstanbul 1971.
ORAN, Baskın,
Türk-Yunan İlişkilerinde Batı Trakya Sorunu, 2.baskı, Ankara, Bilgi Yayınevi
Yayınları, 1991.
CİN, Turgay,
Yunanistan’daki Müslüman Türk Azınlığın Din ve Vicdan Özgürlüğü: Baş müftülük
ve Müftülük Sorunu, Ankara, Seçkin Yayınları,2003.
Nevzat Gündüz, 1913 Garbî Trakya Hükümet-i Müstakilesi, Ankara 1987.