Benlik bilinci, sevgi ve haydut Zengo Ağa
Her çocuk bazen çevresinden bazen ailesinden olumsuz benlik bilincinin oluşmasına yardımcı olacak şeyler işitir. Biz eğitimcilerin görevi; eğittiğimiz insanların geçmişte yaşadıkları bu tür olumsuzluklarını sevgi dili ile tedavi etmek ve günlük hayatta okul, arkadaş, aile ortamında bu tür şeylerin yaşanmamasına özen göstermektir
Çocuk,
zamanla çevreden duyduğu sözler, yakıştırmalar lakaplar vs. yoluyla kendisiyle
ilişkili bir resim, bir imaj oluşturmaya başlar. İşte, kişinin kendisi hakkında
oluşturduğu bu yargı, bir ömür boyu diğer insanlarla olan etkileşimini
oluşturur…
Çocuk, oluşturulan
olumsuz imaj ve yargı ile kendisiyle ilgili kafasında bir resim çizer. Kendini
değersiz bulan kişinin resmi, çarpıtılmış, kendini temsil etmeyen,
yamuklaştırılmış bir resimdir. Bu resim ne kadar gerçekten uzak olursa olsun,
zamanla sanki gerçekmiş gibi kişinin yaşamını etkilemeye başlar.
Zengo hikayesi,
çocuğun içinde yetiştiği ortamdaki “sevgi” ve “yargı”nın bir insanın kaderinde
oynaya bileceği rolü, evrensel bir psikolojik olayını sergiler.
Hikaye şöyle;
“sabah
gazete satan çocuk bas bas bağırıyor; yazıyoo!
yazıyoo! Zengo yakalandı, Haydut zengo yakalandı!’’. Evet, haydut Zengo,
Beş vilayet sınırı içinde sindirip sındırmadığı kimse bırakmayan o kişi,
İnsanları titreten haydut, en sonunda kapana kısıldı ve yakalandı.
Zengo,
doğduğunda biraz çirkin ve fizik olarak normal çocuklardan farklıydı. Bu
farklılık onun hep dışlanmasına, itilip kakılmasına sebep olmuştu. yaşamı
boyunca hiç arkadaşı olmamış ve hiç kimse onu sevmemişti.
Yaşamı
boyunca Sadece sevgisizliği tanımış bir ömür zengonun gözlerinin önünden bir
film şeridi gibi geçerken sadece etrafa öfke ve yine öfke ile bakıyordu.
Hükümet
konağı önündeki caddeden geçerken bütün yol boyu, onu görmek için gelenlerle
dolmuştu. İki eli bir zincire vurulmuştu. Sarkan zincirin ucu yerde sürünüp
şakırdıyordu. Sağında iki jandarma, solunda iki jandarma, arkasında beş
jandarma vardı. Jandarma komutanı astsubay da en önde gidiyordu.
Zengo için
hiç kimse iyi bir şey söylemiyordu. Niye söylensin ki, Zaten o bir canavardı.
Adam öldürmekten, ama hiç bir sebep yokken cana kıymaktan zevk alıyordu.
Öldüreceği adamın zeki ya da yoksul, kadın ya da erkek, yaşlı ya da genç olması
onun için önemli değildi. Yıllarca dağlarda bir başına gezmişti. Hiç arkadaşı
yoktu, Yanına kimse sokulamazdı ki onunla arkadaş olsun.
Dağa ilk
çıkışı, evliliğinin ilk gecesi olmuş. Zengo aynı zamanda yaşadığı köyün en
zengini. Hatta kendi köyünün değil, bütün çevre köylerin en zengini. Böyle
olduğu için de yakın köylerden çok güzel bir kızla evlendi. Kızın babasına yüz
koyunluk bir sürüyle üç yüz de altın verdi. Kızı aldı. Kız, evlendiği geceye
kadar Zengo´nun yüzünü hiç görmemişti. İlk o gece gördü.
Güzel gelin,
Zengo´yu böyle görünce korkudan titreyerek köşeye büzüldü. İki eliyle yüzünü kapadı.
Parmaklarının arasından Zengo´ya baktıkça çığlığı basıyordu. Zengo gülümsemeye
çalıştı. Ama beceremedi. Çünkü nasıl gülündüğünü hiç bilmiyordu. Geline doğru, ellerini
açarak yürüdü. Maksadı geline gülümsemek, "Korkma, korkma
benden" diye ona yalvarmaktı.
Ona
yalvaracak, insan olduğunu söyleyecek, "Bağırma, istersen vazgeçelim. Yarın sabah babanın evine git!"
diyecekti. Ama gelin, bunu anlayamadı. Zengo´nun ellerini açıp üzerine
yürüdüğünü görünce bayıldı, boş bir çuval gibi oracığa yığılıp kaldı.
Zengo, içten
içe önce ağlıyor sonra hiç soğukkanlılığını yitirmeden gelinin saçlarını okşaya
okşaya onu orda öldürüyor. Gün ışımadan da başını alıp dağa çıktı. Aradan bir
hafta geçmeden Zengo, kızın babasını da öldürdü.
Zengo, daha
sonra, kendi iki kardeşini öldürüyor. Kardeşleri kendisi gibi korkunç
değillerdi. Abisi de aynı şekilde, onlarda Zengo’ya küçüklüğünden beri görünüşünden
dolayı hep horlayıp üzmüşlerdi.
Bundan sonra
Zengo´nun cinayetlerinin ardı arkası kesilmedi. Önce kendi hısımlarını öldürdü.
Çocuk demiyor, kadın demiyor, yaşlı demiyor öldürüyordu. Öldürmekle de hırsını
alamıyordu.
Dağda
yaşıyordu. Pek sıkışır da yakalanacağını anlarsa, sınırdan kaçıyordu.
Bir kez
yakalanmış, hapishane duvarını delerek kaçmıştı.
Jandarmaların arasında elleri bağlı
götürülürken, Göğsünde boş çaprazlama fişekliği halen duruyordu. Bir dev gibi
yürüyor, koskocaman ayakları, devetabanı gibi yere löp löp basıyordu.
Silahı,
fişekleri alınan Zengo, hapishanenin bodrumundaki hücreye atıldı. Mahkemesi
başladı. Zengo avukat tutacaktı. Ama parası yoktu. Köyündeki geniş
topraklarını, bütün mallarını, ineklerini, evini sattı. Eline çok büyük para
geçti. Bu kez de kendisini savunacak avukat bulamadı. Zengo´dan herkes nefret
ettiği için, hiçbir avukat onun davasını almak istemiyordu. Alsalar neye
yarardı! Hiç bir avukat, Zengo´yu idamdan kurtaramayacağını biliyordu. Onun
için de davasını almıyorlardı. Ama en sonunda Zengo bir avukat buldu. Avukata
çok para verdi.
Herkes, "İdamdan kurtaramazsa, Zengo avukatı
öldürür," diyordu. İdama gitmeden
hapisten kaçar, belki de mahkeme salonunda avukatı öldürürdü. O, bir kişiyi
öldürmeyi kafasına koymuşsa öldürür. On, on beş kişi, bu dev azmanıyla baş edemezdi.
Zengo,
avukatının kendisini yalnız idamdan değil, hapisten bile kurtaracağına
inanıyordu. O kadar çok para vermişti ki avukata, Zengo´yu kurtarmalıydı o.
Mahkeme uzun
sürdü. Sonunda sıra avukatın Zengo’yu savunmasına geldi. Ne olacaksa işte bu oturumda
olacaktı.
Mahkeme
salonuna girerken, Zengo´nun bileklerindeki kelepçeyi çözdüler. Zengo, iki
jandarmanın arasında mahkeme salonuna girdi.
Söz
savunmanın. Avukat ayağa kalktı, öksürdü. Titrek, korkulu bir öksürüktü bu.
Zengo´nun savunulacak bir yanı yoktu. Bütün suçları, tanıklarıyla, kanıtlarıyla
ortadaydı. Yalnız bilineni yirmi cana kıymıştı. Daha bilinmeyeni kim bilir ne
kadardı? Avukat, bir kurtuluş umudu olarak Zengo´nun deli olduğunu ileri
sürmüş, ama tıbbi gözlem altına alınan Zengo´nun deli olmadığı doktor raporuyla
anlaşılmıştı. Avukatın, Zengo´yu savunacak gerçekten bir sözü yoktu. Cüppe
kolunun bol yeni içinde kaybolan elini önce yargıca, sonra Zengo´ya çevirdi.
Söze başladı.
"Pek muhterem Hakim bey ve pek muhterem
yüksek mahkeme heyeti. Müvekkilim masumdur. O´nun masumiyetini anlamak için
temiz yüzüne, şefkatle bakan gözlerine sadece bir kere bakmak yeterlidir
sanırım. Yüksek mahkemenizden rica ederim. Sanık sandalyesinde bulunan
müvekkilime dikkatle bakınız. Kendisine yüklenen bunca suç, bu masum, bu temiz,
bu açık çehreden beklenir mi? Hayır. Beklenemez!"
Avukat
heyecanla konuşuyordu. Bu konuşması bir saat sürdü. Konuşurken sesini bir
alçaltıp bir yükselterek titretiyor, bir hızlanıp bir yavaşlıyordu. Ama bütün
çabası boşa gitmişti. Sözlerinin hiçbiri, ne yargıçlarda, ne dinleyicilerde
olumlu bir etki yaptı. Nasıl olsa Zengo´yu kurtaramayacağını bilen avukat, hiç
olmazsa sanıktan aldığı parayı hak etmek için konuşmuştu. Yalnız bir kişi,
avukatın sözlerinden büyük bir üzüntü duymuştu. Ağlıyordu. Bu adam, Zengoydu.
Alnındaki fincan iriliğindeki gözü yaşarmıştı. Avukatına bakarken gülümsemeye
çalışıyordu. Mahkeme karar için bir ay ileriye atıldı.
Zengo,
salondan çıkınca avukatın elini öptü. Bütün hayatında, kendisine
"iyi" diyen bir kişi sadece bu avukattı. Hapishaneden avukatına iki
milyon lira daha gönderdi. Daha önce de çok para vermişti. Avukat her onu
görmeye geldiğinde ona sarılıyor, mutluluktan ağlıyor ve bir kedi gibi
ayaklarının önünde büzülüp hiç bir şey demeden gülümseyerek sadece ona
bakıyordu.
"Helal
olsun, böyle avukata helal olsun" diyordu.
Yargıç
kararını bildirdi. İdam! Zengo, avukatına bakıp gülümsüyordu. Hapishaneden avukatına
ikinci kez iki milyon lira daha gönderdi.
Karar
Yargıtay´dan geldi: İdam onaylanmıştı.
"Helal
olsun, böyle avukata, helal olsun." diyordu Zengo.
İdam kararı
Meclis´te onaylandı. Zengo, gülüyordu, sevinçliydi. Zengo, bütün parasını
avukatına bıraktı.
İdam
sehpasına doğru götürülmek için hücresinden alınırken Zengo halen,
"Helal
olsun, böyle avukata, helal olsun..."diye söyleniyor, gülümsüyordu.
Zira
hayatında ilk defa kendisinden sevgi ile söz edilmişti.
Sevgi
eksikliği her zaman bir Zengo yaratmaz belki, ama dünyaya küskün, kendini
değersiz bulan, kendini ve insanları sevmeyen kişiler ortaya çıkarır. Benlik
bilinci, geçmişte kişiye nasıl davranıldığı, neler söylenildiği ile oluşur. Benlik
bilincini değiştirip, kendini tanıma yoluyla yeniden Biçimlendirmeye çalışmazsa,
gerçeğe uymayan benlik bilinci ömür boyu sürer.
Gülmeyi ve
sevmeyi bugüne kadar öğrenip öğretemediysek henüz geç kalmış değiliz. Hiçbir
şey için bugün geç değildir.
Her şeyi
yeniden tanımlamak zorundayız. İnsan olmak ne demektir ‘ den başlayarak.
Vesselam…