19 Ocak 2016

Bildiri bu üniversite öğretmenlerini aşar…

Bu ülkede devletin ceberut hallerinden az çekmedi insanlar.

Devlet olma anlayışını en düzünden bir mantıkla ‘farklı olan her şeyi yok et' hoyratlığı üzerine kurgulamış vesayetçiliğin vicdanlı her yüreğe etmediği kalmadı.

Ortada duran yanlış konusunda sesini yükseltip ‘Bu suça ortak olmayacağız' diyebilen ‘milli yiğitlerin' nasıl kederlerden keder beğendiğinin hikâyeleriyle doludur tarihin tozlu rafları.

O yüzden de karşılaştığı her sorunu zorbalıkla ve baskıyla çözmeye kendini koşullandırmış bir devletin taraf olduğu haksızlıklar, adaletsizlikler, zulümler karşısında ayağa kalkmak öyle her babayiğidin işi olamadı bizde. Çünkü olurda ayağa kalkma cesaretini gösterdiğinde başına nelerin geleceğini, nasıl ağır bedeller ödemek zorunda bırakılacağını az çok kestirebildi insanlar.

Yine de adalet duygusunun yüceliğine inanmış vicdanlı insanlar her daim zalime kafa tutmayı ve ayağa kalkıp, süren yanlışa dair üslubunca sesini çıkarmayı bildi.

Kendilerini akademisyen olarak ilan eden bin küsur kişinin imzaladığı son bildiriyi okurken, onları eskinin ceberut zamanlarında karınca kararınca ellerinden geleni yapanlarla aynı kefeye koyabilmekte zorlandım.

Bunun nedeni Gezi'den bu yana kendilerini demokrat, halkçı, uygar, çağdaş, laik, solcu, ulusalcı, Atatürkçü kimlikleriyle memleket sorunlarına dair duyarlı(!) ilan eden bu şahısların her hallerinde gördüğüm sahtelik, mübalağa, kurnazlık ve kullanıma açık aptallık halleri.

Bu bildiride de maşallah bütün olumsuzlukları sergilemişler.

En başta imzacılarının büyük çoğunluğunun ya araştırma ya da doktora öğrencisi ya da bugüne kadar memleket meselelerine eğrisiyle, doğrusuyla pek müdahil olmamış insanlar olduğu bir bildiride Türkiye Cumhuriyeti'nin her babayiğidin edemeyeceği sert sözlerle tam cepheden suçlanabilmesindeki cesaret hiç gerçekçi gelmedi.

Herkesin göze alamayacağı ifadelerle ve haksızca yalnızca devleti ‘bu kasıtlı ve planlı kıyım Türkiye'nin kendi hukukunun ve  Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası antlaşmaların ağır bir ihlali niteliğindedir' şeklinde suçlayabilen cesaret ‘yediği önlerinde yemedikleri arkalarında' yaşayan imzacılar için bence çok fazla.

Hem de bulunan her fırsatta Cumhurbaşkanının ‘Diktatör' olarak suçlandığı bir ülkede.

Bu tuhaf yiğitliği gördüğümde Yeşilçam filmlerinin bilinen ‘Sen içerdeyken çocuklarına biz bakarız' repliğindeki gibi onlara arka çıkan, kirli hesaplı ağabeylerin olduğunu düşünmemek elde değil.

Merak ediyorum. Şimdi Evren faşizminin hüküm sürdüğü karanlık dönemlerde ‘Aydınlar Dilekçesi'ni kaleme alanlar mı çok yiğitti bu bin küsur kişi mi? Ya da 90'lı yılların karabasan zamanlarında ses çıkaranlar mı bunlar mı?

Ya da o dönemlerde mi insanlar politik, sosyal ve kültürel haklarını kullanma konusunda daha fazla özgür ve rahattılar, yoksa adalet yoksunu zehir zemberek sözlerle ülkenin kolayca başka uluslara şikâyet edilebildiği bugün mü?

Evet, ortada bir yığın alelâcayip kaltabanlığın olması insana ister istemez farklı kurguların olduğunu düşündürüyor. Hem de kendini akademisyen sanan üniversite öğretmenlerinin dahi biraz sakin kafayla düşünseler fark edebilecekleri oranda.

Öyle olmasa ülkesini direkt ‘ancak bir savaşta kullanılacak ağır silahlarla saldırarak, taraf olduğu uluslararası sözleşmeler ile koruma altına alınmış olan hemen tüm hak ve özgürlükleri ihlal etmektedir' diye suçlayabilmeyi hangi doktora öğrencisinin paçası yer?

Kendini dev aynasında göre bir örgütün dayılanmasına söz etmeden, devletin cevabını ‘bu kasıtlı ve planlı kıyım' cümleleriyle dünyaya şikâyet edebilme cesareti bu basiretsizlerin boyunu aşar.

Türkiye'nin ayağını çelmek adına ortalığa düşenlerin ekmeğine yağ sürercesine ‘Devletin başta Kürt halkı olmak üzere tüm bölge halklarına karşı gerçekleştirdiği katliam ve uyguladığı bilinçli sürgün' gibi bir sözü etmek onca yıl etliye sütlüye karışmamışların harcı olamaz.

Ulusal ve uluslararası bağımsız gözlemcilerin yıkım bölgelerinde giriş, gözlem ve raporlama yapmasına izin verilmesini' isteyecek küstahlık ‘akademik etik' ve ‘ahlaki tavır'dan bihaberlerin yiyeceği lokma değildir.

Hiçbir ‘linç' kampanyasını doğru bulmasam da ortadaki bildirinin basit bir bildiri olmadığı kesin.

Kimse kimseyi kandırmasın.