Bilgeliğin ve umranın şehirlerinden modern fâsık şehirlere
Bir zamanlar okuduğum üç kitap medeniyet mânasını kendisinde toplayan şehirleri sevdirmişti. İlki, Ahmet Hamdi Tanpınar’ ın “Beş Şehir” i, ikincisi, Yahya Kemâl’in “Aziz İstanbul”, üçüncüsü Turgut Cansever’in “Osmanlı Şehri” idi. Bu kitapları defalarca okuyup künhüne vardıktan sonra şehirlerin millet ve medeniyet olmamızdaki önemini anlamıştım.
Kitaplarda aradım şehri. Şehirciliğimizin bilgesi Turgut
Cansever’e göre, “İnsanın, hayatını düzenlemek üzere meydana getirdiği en
önemli, en büyük fizikî ürün ve insan hayatını çerçeveleyen yapı” olan şehir
“İslam kültürlerinde cennet tasavvurunun bir yansımasıdır.”
HÂFIZASINI
KAYBETMEYEN ŞEHİRLERİMİZİ İSTİYORUZ
Nedir şehir? “Medine”den neşet eden medenîlik, yâni medeniyetin
karşılığıdır. İnsanoğlunun dünyadaki maddî mârifetlerinden en önemlisi
şehirdir. Toplumu aynı din, kültür ve gönül bağıyla bir arada tutacak ve
yaşatacak olan medenîlik vasıflarını haiz mekânın adıdır. Niyazî-i Mısrî,
tasavvufî mânasıyla söylediği “insanı, önünden şehirlerin de geçtiği büyük bir
ayna” ya benzetir. Bu sözden mülhem olarak bizim medeniyetimizde şehirler
ruhumuzun, inancımızın birer parçalardır. Asırlar geçse de o parçalar bizleri
heyecanlandırıyor. Mâzisine dair hâfızasını kaybetmeyen milletimizin
derûnundaki erdem, meziyet, güzellik ve kabiliyetlerin neşv ü nema bulduğu yer
şehirdir. İnsanın iç ve dış kabiliyetlerinin, hayat anlayışının bir aynasıdır.
Kur’ân-ı Kerîm’de şehir karşılığında beled ve belde kelimeleri
kullanılmış. Üç çeşit şehirden bahsedilir. Temiz şehir ( belde-i tayyibe), ölü
şehir (belde-i meyyite) ve güvenli şehir (belde-i emîn) Beled sûresinde şehrin
önemine işaret edilmiştir. Bu mânada şehir inşasının Osmanlı’da zirveye
ulaştığı malûm. Horasan’dan Anadolu’ya gelen dervişler sadece tekke ve dergâh
yapmamış, şehirler de kurmuşlardır. Gönül devletinin kurucusu dervişlerin
şehirler kurarak devlete ve millete zemin hazırlamalarının hikâyesini okuyup
bilen kaç devlet erkânı var?
GEÇMİŞİ
OLAN KAÇ ŞEHİR VAR?
Şehir tarihçileri “Geçmişi olan ama bugünü olmayan şehirler”,
“Bugünü olan ama geçmişi olmayan şehirler”, “Hem geçmişi, hem bugünü ve yarını
olmayan şehirler” ve “Hem geçmişi, hem bugünü hem de geleceği olan şehirler”
den bahsederlerken hep yüreğim sızlamıştır. Ülkemizdeki kaç şehir “Hem geçmişi,
hem bugünü, hem geleceği olan şehir olarak varlığı koruyabilmiştir? İçinde
yaşadığımız şehrin geçmişi, bugünü ve yarını var mıdır, ya da mâzisi, tarihî
kimliği muhafaza edilebilmiştir, diye düşünmeden edemiyoruz. Hem geçmişi, hem bugünü, hem de iki zamanı
geleceğe taşımayı başaran kaç şehrimiz var? Şehirlerimizin ekseriyeti “Bugünü
olan ama geçmişi olmayan şehirlere” dönüştürüldü. İktidarların günübirlik ve
popülist siyasetiyle yakın gelecekte şehirlerimizin çoğu “Geçmişi, bugünü ve
yarını olmayan şehirlere” dönüşecek.
GEÇMİŞİ
OLAN ŞEHİRLERİN MENKIBESİ VARDI
Geçmişi olan her şehrin bir menkıbesi vardır, o menkıbe üzerinden
hep yeni hayâller ve hikâyeleri olurdu. İnsan yaşadığı şehrin menkıbe ve
hikâyeleriyle bütünleşir, muhayyilesinden hiç çıkmaz şehrin geçmişi.
Şehirliliğin ve medenîliğin ruhundan kopmuş ruhsuz kentlerde geçmişi olan
şehirlerin bilgeliğini bulmak beyhude bir bekleyiş. Şehir irfanı olan herkes
kendine sorsun: Yaşadığım şehir bana benziyor mu, kalbi benim için atıyor
mu?
İstanbul’dan Bursa’ya, Erzurum’dan Konya’ya, Türkistan’dan
Bosna’ya ve Kırım’dan Şam’a kadar bilge şehirlerin kurucusu Türklerin şehirleri
ören yerine dönmüş, ruhsuz ve barbar modern fâsık kentlere evrilmiş.
Cedlerimiz, attan inip toprağa, mekâna bağlandıklarında velîleriyle
dervişleriyle kendine benzeyen şehirler inşa ettiler. Şehirlerinin sûretlerine,
mekânlarına îmanlarını, gönüllerini, anlayışlarını ve hayat tarzlarını
nakşettiler, kıbleye dönük umranın şehirlerini kurdular. Akıl ve hikmetleriyle
bilgeliğin şehirlerini çoğalttılar. Kalbi ve gönülleri olan şehirleri miras
bıraktılar. Recüliyet sahibi şehirlerdi bıraktıkları.
BİLGE
ŞEHİRLERDE ZENGİN FAKİR VE İNANÇ BİRLİĞİ VARDI
Aynı inancın, aynı kültürün insanı oldukları için bilgeliğin ve
umranın şehirlerinde zengin ve fakir birdir, variyetli insanlar ile fakirler
aynı mahallede otururlardı. Bu
şehirlerde ahlâk, hikmet, sanat ve dinî düşünce içindeki toplumla bütünleştiği
için insanları mütekâmildi, tüccarı ve esnafı vicdanlıydı. Şehirler irfanımız
ve dünya görüşümüzle kurulurdu. Bilgeliğin ve umranın taşıyıcısı şehirlerimiz
kucağında barındırdığı ve kendini sevip ihya eden milletin kimliğini ve
sembollerini taşıyordu. Hayâl gücümüz ve hâfızamızdı. Kendimizle var
olurdu. Ne zaman ki içinde yaşayanlar
yozlaşmaya başladı, şehirler de ruh ve kimliğini kaybederek inkıraza uğradı.
TARİH
VE ZAMANIMIZI BÜTÜNLEŞTİREN ŞEHİR KALDI MI?
İslâm medeniyetinde şehrin gayesi içinde yaşadığı insanı
mükemmelleştirmek, onu beşeriyetinden âdemiyetine doğru yol almasını
sağlamaktır. Tarih ve zamanımızı bütünleştiren, mekânları ve tabiatıyla
asûdeliği yaşatan şehirleri arıyor ruhumuz. Hayâl kurmaktan ve Müslümanca şehir
bilgisinden mahrum insanların bir şehre duydukları alâka, şehrin kendilerine
sunduğu modernliğin ve teknolojinin konforlu imkânlarından ibarettir. Oysa
şehirler, onu gezenlerin şehir kimliğimize dair bilgisi ve irfanı yoksa alay
ederler. Albenisine kapılanları tanır hemen. Onlar için şehir, bin bir yüzü
olan bukalemuna benzer renkli bir çelikten ve betondan yapılma metropoldür.
Dokundukça bin bir yüzüyle kendini gösteren maddî bir hazdır.
ASIRLARIN
HÂFIZASINI YAŞATAN ŞEHİRLER KATLEDİLİYOR
Emanet ettikleri şehirler bugün heba ve talan ediliyor, kimliksiz
ve ruhsuz metropollere dönüştürülüyor. Asırların hâfızasını yaşatan
şehirlerimiz barbar modernler tarafından bir bir işgal ediliyor. Mâzisiyle,
tarihiyle yaşanacak bir hayatın kapısını açan, şimdiki zamana ulularını konuşturacak
bilgeliğin şehirleri bir bir başkalaştırılıyor. Mâzisinden, şimdiki zamanından
ve istikbâlinden emin şehirler modern barbar kent taraftarlarınca bir bir
düşürüldü. Katledilmemiş bir şehrimiz kaldı mı?
Ruhumuzun asûde ve ruhaniyetli ecdat şehirleri yok artık. Onlara sahip çıkamadık, koruyamadık. Modern barbarlara peşkeş çektik. Her gelene kapılarını açan, kazanında pişiren, kendine benzeten ve saadetli kılan tılsımlı menkıbevî şehirlerimizin üstünden boldozerler geçiyor şimdi. Rûz-ı mahşerde ecdat şehirlerimize söz verilirse şayet bizlerden şikâyetçi olacaklar. Bilgelik ve umran sahibi şehirlerimizi kaybetti Cumhuriyet nesli. Ruh ve tarih rüzgârlarının estiği şehirlerimize veda etmek düştü bu nesle. Elveda tarihimizi, kimliğimizi taşıyan şehirlere!