30 Ocak 2019

Bilgiç cehâlet

Cesur, küstah ve bilgiç bir cehalet kesintisiz bir ihtirasla nitelikli bilgiye ve bilmenin metodik âdâbına saldırıyor. Kurbanlarını seçerken ideolojik âidiyet tanımayan bu septik taarruz, nihayetinde halkımızın kolektif kıymetini düşürüyor. Böylece söz, yazı, kitap, vasıf ve anlamı doğuran muhteva sürekli değersizleşiyor. Yılmaz Özdil'in kitabının tirajı ya da fiyatı değil, yazarıyla pazarı arasındaki simbiyotik ilişkide devleşen dramımız üzerinde kazı çalışması yapılmalı aslında.

Esasen yeni bir şey öğrenmek istemeyen, sâdece zihinlerinde biriktirdikleri tortuyu kutsayan sığ teyitlere karşı bağımlılık geliştirmiş devasa kitlelerimiz var artık. Tarihi olgular ve verili sayılar arasındaki imkânsız ve absürt ilişkilere dikkat çektiğinizde bile sâdece öfkeleniyorlar.

 M.Kemal kitabının yazarı Özdil'in, Uğur Dündar'ın yaptığı bir programdaki konuşmasına rastladım örneğin… Cumhuriyet rejiminin 29 Ekim 1923'de nasıl bir Türkiye devraldığını anlatırken on üç milyon nüfusun, bir milyonu frengi, üç milyonu trahom, iki milyonu sıtmaydı ve doğumlarda bebek ölümü %40, anne ölümü %18'di filan diye devam ediyor. Kim ne tür bir saha taramasıyla teşhis ve tespitleri yapmış bilmiyoruz. Cevabı yine Yılmaz Özdil'in iddiaları üzerinden bulacaksak, Türkiye'nin elindeki 337 doktor, 60 eczacı, sıfır diş hekimi, 4 hemşire ve 136 ebe ile yapılmış olmalı bu saptamalar!

Bu sayı ve oranları ilk ihdas eden Yılmaz Özdil'dir demiyorum tabii. Bir rejim, şimdiki ve gelecekteki kalabalıkları neleri başardığına inandırmak için başlangıç eşiğini alabildiğine düşürerek fantastik bir vahamete buluyor yalnızca. Hiç bir şey yapmasa hatta toplumu daha geriye düşürse bile kurguladığı hayali eşiği işaret ederek sâyesinde ne kadar mesafe alındığını iddia etme imkânına kavuşuyor. Oysa 18 Eylül 1341 (1924) Tarihli Cumhuriyet Gazetesi Türkiye'de 22.972 frengili hasta olduğunu ve hepsinin de tedavi altında bulunduğunu yazmıştır örneğin... Frengi salgını daha 2. Mahmut zamanında uygulanmaya başlayan hassas önlemlerle 1920 yılına kadar büyük ölçüde kontrol altına alınmıştır. Bu arada 1908'de açılan diş hekimliği okulunun sadece 1922'de verdiği mezun sayısı seksen sekiz, 1923'de elli sekiz, 1924'de doksan üçtü; bilin istedim.

Dikkatimi çekti; Özdil, Cumhuriyet'in şimdiki gençleri trahomun ne olduğunu bile bilmez dedi ama o kalabalıktan kimse, alkışlamak yerine çıkıp taşkın bir zekâ ile “ama o zaman Iphone da yoktu” demedi. Meğer o denklem bir tek Tayyip'ten önce hastanelerde tedavi olamıyorduk,  ambulans yoktu, eczaneler bize ilaç vermiyordu filan denildiğinde geçen 16 yıllık süreye izâfeten kurulabiliyormuş. 

Neyse devam edelim. M.Kemal kitabının yazarı matbaanın Türkiye'ye geldiği 1727 yılından itibaren geçen 150 sene içinde Osmanlı'ların sadece 417 kitap bastığını, bunların çoğunun da gayrimüslimlere âit olduğunu söylüyor. Avrupa'da ise aynı süre içinde iki buçuk milyon farklı kitap toplamda beş milyar adet basılmış. Duyduklarımı doğru mu yanlış mı anlıyorum diye tekrar dinledim; doğruymuş. Kimileri tarihi bir olay hakkında konuşup yazarken herhangi bir rivayet ya da iddiayı kullanmadan önce veri süzgeçten geçirilmelidir diyormuş. Yüz elli yıl içinde o “beş milyar” kitabı basan Avrupalılar text-kritik metodu dermiş buna. Meselâ aynı tarih aralığı için Osmanlı'da matbaalarda basılan birbirinden farklı ama oldukça nitelikli yaklaşık elli bin kitaptan bahsedenler de varmış. Bu arada Avrupa'da basılan kitapların da kahir ekseriyeti İncil ve kilise tarafından bastırılmış dini kitaplarmış. Hepsi değil tabii… Çok işlevsel milyonlarca yastık altı kitabı daha varmış.

1455'de matbaa kullanılmaya başladıktan hemen sonra batıda erotik yazın tarihi uç vermiş ve daha 1600'lü yıllarda üzerinize âfiyet şirâzesi biraz dağılmış. Mazarinad denilen yergi/hiciv kitapları aslında ciddi ölçüde müstehcen kitaplara dönüşmüş. Meselâ, Jean-Jacques Bouchard'ın yazdığı ve  Mazarin'in cinsel organlarının gücü sayesinde kariyerindeki yükselişini anlattığı “Mazarin'in Testislerinin Amfibiyolojik Vasiyeti” adlı kitabın tirajına Yılmaz Özdil bile öyle bir milyon yedi yüz bin gibi zavallı baskı sayılarıyla yetişemezmiş. Sonra ne bileyim Ferrante Pallavicino'nun “Okul Çocuğu Alcibiade”adlı müthiş bir yapıtı varmış ki küçük bir erkek çocuğuyla erkek öğretmeni arasında geçen pedofolik/eşcinsel ilişki üzerine cesaretle yazılmış bir anlatıymış. İlk olarak 1652'de Cenevre'de basılan kitabı çoğaltmaya doyamamış adamlar.  Yetişkin bir erkek için ideal aşkın  dokuz  yaşında bir  erkek çocuk ve diğeri on sekiz yaşında genç olmak üzere ancak üçlü bir ilişkiyle yaşanabileceğini söyleyen ulvî yazarı ölünce de şehit ilân etmiş adamlar. Bahsedilen türde kitapların içinde bu çarpık temayülleri onayan ve kutsayan öyle bilimsel tahliller de yapmışlar ki okuyan “işte bilim bu” diye haykıra yazarmış.…  Batıda bu kitaplardan tespit edilebilenlerle ilgili oluşturulmuş kütük gibi fihristler, antolojiler filan varmış. Merak eden varsa baksın diye söylüyorum.

Batının zihni tekâmülünde mihenk taşı olan nitelikli eserlerin sayısı da bizdeki gibi elli bini buluyordur sanırım…  Öte yandan seyyahların kimi ciddi kimi palavra hatıraları, sihir ve büyü bozma kitapları, masallar, safsatalar, aklınıza gelen/gelmeyen her şey tıpkı erotik yazın ve müstehcen çizimler gibi hiç durmaksızın basılmış. 

Gazete sadece İstanbul ve İzmir'de vardı diyor yazar aynı konuşmada. Ama Osmanlı Devleti'nde Anadolu şehirlerinin belki de yarısında gayet kaliteli bölgesel gazeteler çıkıyor ve sadece  İstanbul'da satılan gazetelerin tirajı yüz bini geçiyordu. Bu tirajların seviyesine Cumhuriyet Tarihi'nde tekrar ulaşmak için (üstelik nüfus artışını dikkate almadan) 1940'lı yılları ortalamamız gerekecekti. Basın özgürlüğüyse  takrir-i sükûnlara yatıya gitmiş ve kendisinden bir daha haber alınamamıştı.

Yılmaz Özdil aynı konuşmada Cumhuriyet kurulurken okur yazar oranı erkekler için %6, kadınlar içinse binde dört oranını veriyor.  Osmanlı Devlet-i İstatistik-i Umûmisinin 1313 senesine (1895) mahsus verileriyse hem Anadolu'da hem Rumeli'nde 05-10 yaş arası Müslüman kız ve erkek çocuklarının %57'sinin ilkokula gittiğini bildiriyor. 1903 Maarif Salnâmesi 19.929.168 kişilik nüfusun 1.375.511'nin öğrenci olduğunu söylüyor. Yâni aynı oranları teyit eden başka bir veri! Toplumun yarıya yakını hem okuyor hem yazıyor.

Israrla Cumhuriyetten öncesini ortak zihnimizde bir tür distopya imgelemine hapsetmeye çalışıyorlar. Bu varsayımı sayılardan, kıyastan, süreç analizinden kaçırmak istemeleri bu yüzden. Ama Cumhuriyetin bilim sahasında iftiharları olan Cemil Topuz, Hulusi Behçet, Mazhar Osman, Refik Saydam, Süheyl Ünver, gibi bilinen isimlerin hepsi İmparatorluğun eğitim müfredatından geçmiş kimselerdi. İçinde bulundukları dönemin en gelişmiş uçaklarından daha iyisini çok kısa bir süre içinde tasarlayıp  üretmeyi her türlü engelleme teşebbüsüne rağmen gerçekleştiren Nusret Demirağ, Vecihi Hürkuş, gibi isimler  imparatorluğumuzun bilgiyi bilme, üretme, yönetme, işlevselleştirme  konusunda iddia edilenden bambaşka bir düzlemde olduğunu gösteriyor. Cumhuriyet onların yaptıklarını tekrar yapabilen insanlar yetiştirebildi mi?

Sayılardan, kıyastan, süreç analizinden kaçarak sanrılarınızı onaylayan her söze gönül rahatlığıyla inanıp, iyi bir kemalist olabilirsiniz. Ama gittikçe kızışan cehalet sadece mutsuzluğunuzu arttırır ve ruhunuzu azaltır.

Düşünmezseniz tahammül edemezsiniz; en çok da kendinize...