03 Ocak 2019

Bir âlimin biyografi

Efendimizin ifadesiyle “peygamber varisleri olan âlimler” yaşadıkları dönemler itibariyle o kutlu mirasın temsilcisi durumundadırlar. Âlimler ilim semasının yıldızı, Müslüman toplumların deyim yerindeyse bir değer mühendisidirler. Biz Allah Teala'nın kitabını, Hz. Peygamberin sünnetini ve dini mübin İslam'ı onlardan öğrenir ve yaşarız. Kelâmcılar, fakihler, müfessirler, muhaddisler İslam toplumlarının müstesna muallimleridirler. Âlimler sadece dünü güne taşımakla kalmayıp aynı zamanda geçmişi geleceğe taşıyan muhkem köprüler gibidirler. Bir âlimi tanımak esasen o âlimin yaşadığı bir dönemi de tanımak demektir.  Bir âlimi tanımak onun hayatından hayatımıza dersler ve ibretler çıkarmayı zaruri kılar. Bir âlimi tanımak onun eser, fikir ve düşüncelerinden ziyadesiyle istifade etmenin muhteşem bir anahtarıdır.

27 Aralık 2018 Perşembe günü Türkiye Yazarlar Birliği İstanbul Şubesinde Doç. Dr. Ebubekir Sifil'in dilinden son devrin çilekeş âlimlerinden merhum İmam Muhammed Zahid El-Kevseri'yi dinlerken işte bunları düşündüm. Eserlerini türkçeye tercüme ederek onun tanınmasına hatırı sayılır bir katkı da bulunan Doç. Dr. Ebubekir Sifil İmam Kevseri'yi şöyle anlatıyor:

Muhammed Zahid El Kevser'i sözü dinde  Hüccet sayılabilecek derecede tam bir imamdır. Onunla tanışmam Hanefi fıkhının esasları kitabı ile oldu. O kitabı iki kere okudum, çarpıldım ve hayran kaldım. Ankara Hacı Bayram Cami civarındaki Iraklı kitapçı Muhammed Kasapoğlu'na  kitabı göstererek "Bu kitabın yazarı kimdir?" dedim. Kasapoğlu, Türkiye'de doğmuş büyümüş bir zat olan İmam Kevseri'dir deyince ona olan ilgim daha da arttı. İşte o günden bugüne ben Kevseri'nin dünyasını keşfettim ve o dünya'da dolaşmaya çalışıyorum.

İmam kevseri İslami ilimlerin her dalına otorite bir âlimdi. Çok sayıda icazet verdi talebe yetiştirdi. Yetiştirdiği talebelerin hiçbiri onun gibi olamadı.  Talebeleri ancak onun bir yönünü temsil edebildi. Beşşar Avad Maruf bir söyleşisinde diyor ki: " Ben kırk yıl önce ilme başladığımda bir şeyler bildiğimi zannediyordum. 40 yıl sonra size bir itirafta bulunayım; ulema-i  kirami tanıdıkça anladım ki, meğer ne kadar da az şey biliyor muşum?

Kevseriyi tanıyınca ben de aynen böyle dedim. İmam Kevser'i ehli tarik sıkı bir Ehli Sünnet ve sıkı bir hanefidir. Onun bu konularda hiç bir tavizi yoktur. İmamı Kevseri'nin en dikkat çeken yönlerinden birisi de onun hafızasının çok güçlü olmasıdır. Merhum şöyle demiş: 'İnsanlar unutmak diye bir şeyden bahsediyorlar, ben bilmiyorum bu unutmakta nedir?'

İmam Kevser'i Zahid ismi ile müsemma bir zat idi. Hiç kimseden kesinlikle bir şey istemez, bir şey de kabul etmezdi. Hep veren olmuştu.  Hatta bir Şam ziyaretinde parasız kalmış, Türkiye'den para gelinceye kadar üç gün akşam sabah su içerek yaşamış fakat halini kimseye bildirmemiş.

Onun ahlakı ile ilgili şu hatıra kendisinin ne kadar hassas birisi olduğunu açıkça ortaya koyuyor: İmam Kevser'i bir kitapçıda el yazması bir kitabı almak için kitapçı ile sıkı bir pazarlık ediyor. Fakat bu pazarlık kitabı ucuz fiyata almak için değil tam tersine kitaba daha çok para vermek için yapılıyor.

 

O, ömrünü tamamen ilme vakfetmiş bir âlimdi. Onun şu sözü ilme olan düşkünlüğünü özetler mahiyettedir: “Ben ilim ile iştigal etmeyi nafile ibadete tercih ederim. Böyle yapmayı da sizlere de tavsiye ederim.”

Bugün Müslümanlar olarak yaşadığımız sıkıntıların tamamı cehaletten geliyor.  Konu ile ilgili İmam Kevser i şöyle der: "Cehalet ile zihinlerin işgal edilmesi ardından fiziki işgalleri getirir."

Bugünkü ilahiyat eğitiminde de  öğrencilerinde de ciddi sıkıntılar var. Arapça ve diğer İslami ilimlerde bırakın öğrencileri, yüksek lisans ile doktora öğrencileri bile yetersiz. Ne yapıp edip mutlaka metin merkezli bir müfredata geçilmelidir. Aksi takdirde edebiyat olur, tenkit olur, fakat ilim olmaz.
İki kitap okuyan kendisini müçtehid zanneder.  Sonra da bizim bu zaafımızdan faydalanan birileri çıkıp tarihsellik ve Kur'an vahyiyle ilgili bir şeyler söyler.  Siz onları kâfir, hain, zındık olarak ilan edersiniz. Fakat bu çözüm değildir. Hatta onlar bu durumu mağduriyet vesilisi haline bile getirilebilir. Peki ne yapılacak? Onlara ilmi mukabelede bulunulacak?

İmam Kevseri'yi Şam'lılar Şam'a davet etmişler.  Merhum onlara teşekkür ederek şöyle demiş: Şam'ın havasının Kahire'den daha serin ve güzel olduğunu biliyorum. Fakat Kahire de ilmi hayat çok canlı. Bundan dolayı ilim neredeyse ben oradayım.

İmamı Kevser'i Kahire'ye hicretinden önce 20, sonrasında ise 30 kitap yazmıştır. Emek verdiği kitaplarının sayısı ise 100'ü geçer. Merhum, değişik konularda kitap yazdığı için birçok konuda da tenkit edilmiştir. O yazıları çok kısa yazar Bazen onun bir cümle ile ifade ettiği şey bir makale ile ancak anlatılabilirdi.

Bugün maalesef usulü dinde derin bir ihmal ile karşı karşıyayız.  Cumhuriyetten bugüne şu iki alanda bir telif eserimiz bile yok: Bunlar dinin temeli olan usulü din ile usulü fıkıh'tır.

Bugün ne yazık ki, kelâmcılarımız kelâmın, fıkıhçılarımız fıkhın, hadisçilerimiz hadisin ve tefsircilerimiz tefsirin altını oymakla meşgul.  Artık batıdan çaplı müsteşrikler yetişmiyor. Çünkü bizim ilahiyat fakültelerimizde onların işine yarayacak epey malzeme var.

Bundan 30 sene önce mezhepleri tartışıyorduk. Sonra hadisler tartışılmaya başlandı. Bugün Kur'an vahyini tartışıyoruz. Bunun sonu nereye varacak. Biz yüz akı medeniyetlerle dolu 1400 yıllık bir hafızayı silip attık, bu reddi mirasın kime ne faydası var?

İmam kevserinin ilmi yetkinliği ile alakalı şu hatıra da oldukça dikkat çekicidir. Kahire'de Yazma Eserler Kütüphanesi'nde bir imtihan açılır. Katılanlardan istenen şey Türkçe'den Arapça'ya Arapça'dan Türkçe'ye metin tercümesi yapmaktır. Kevseri'den önce imtihana girenler içerden suratları pancar gibi kızarmış bir vaziyette çıkmaktadırlar. Çünkü içeride komisyon başkanı zor metinlerle önüne geleni haşlamaktadır. Kevseri tedirgin bir şekilde içeri girer. Komisyon başkanı rastgele bir metin önüne koyarak haydi bu metni türkçeye çevir, der. Kevseri tercümeyi kusursuz bir şekilde yapar. Komisyon yine bu sefer rastgele bir türkçe metni Kevseri'nin önüne koyar. Haydi bunu da çevir der. Tercümede yine komisyon hata bulamaz. Bunun üzerine komisyon başkanı Kevseri'nin adını sorunca, merhum "Muhammed Zahib'dir." der. Komisyon başkanı "efendim Kevserisi de var mı?" diye sorunca İmam Kevseri "evet, var" der. Bu cevap üzere yerinden fırlayan komisyon başkanı  namını duyduğu Kevseri'yi  karşısında görünce hem sevinir hem de mahçup olur. "Üstad, niye bize böyle yaptın? Bizi bu hallere düşürdün? Sen imtihan edilecek değil, bilakis imtihan edecek adamsın!" diyerek hocayı kendi koltuğuna oturtur.

Bu güzel yad-ı cemil programını anlayabildiğim kadarı ile aktarmış bulunuyorum. İktibas yazılarının hitamındaki o klasik cümleyi ehemniyetine binaen bir kere daha kuralım: Hatibin konuşması içinden seçip aldığımız bu cümlelerin evveli vardır ahiri vardır...