Bir Aliya ve Topçu Güncesi
Mavi Gök Yağız Yer
İçinde bulunduğumuz günler iki meseleyi
anmamızı söz konusu kılıyor. Bunlardan birisi Nurettin Topçu’nun vefatı diğer
ise Bosna’da yaşanan Srebrenitsa soykırımının sene-yi devriyesidir. Boşnaklar, ülkemizde
çok bilinmez ya da farkında değilizdir, Osmanlı gönül coğrafyasında belki de
tek istisna olarak bayram kutlamasını Türkçe olarak yapan; Bayram Şerif Mübarek Olsun deyip karşılığında Allah razı olsun cevabını hem de İstanbul Türkçesi ses özelliği taşır
bir mahiyette vererek icra eden farklı ana dile sahip ama aynı yüreği
taşıdığımız kültür vatanımızın gerçekten müstesna bir toplumudur. Bosna
dediğimizde ise aklımıza tanınan yüzünün ötesinde bize göre büyük bir düşünür
olan Aliya İzetbagoviç geliyor. İşte bu iki olay vesilesi ile iki büyük
mütefekkiri hatırlayarak bu olayların seneyi devriyesinde Aliye ve Topçu’nun
idraki ile zaman ve bize söyledikleri asıl meselelerini hatırlamak onlara karşı
samimi ve sahici bir vefa olacaktır diye düşünüyoruz.
Çağının şahidi olarak Aliya külli iyiliğe
katkımızı sorgular. O, Müslümanca bir hayat görüşünün esasının yüklü banka
hesapları ve ışıltılı makam araçlarından hülasa güçten başka bir şey olduğunu,
ruhumuzun hareketlerinin bizi biz yapan esas unsur olduğunu vurgular. "Müslümanların hızla artan büyük nüfusuyla övünmemiz, bana
şişmanlığıyla övünen ve aldığı yeni kilolardan haz duyan bir adamı
hatırlatıyor. Ruhumuza, akılımıza ve başarılarımıza vurgu yapmaya ne zaman
başlayacağız? Küçük ve kırılgan bir insanda bile insanlığa katkıda
bulunabilecek büyük bir ruh bulunabilir. Gücümüz, bilimimiz, edebiyatımız
nerede? Nerede buluşlarımız, küllî iyiliğe katkılarımız?" "Dünya
üzerindeki Müslümanların vaziyetini düşündüğümde ilk sorum hep şu olur: Acaba
hak ettiğimiz kaderi mi yaşıyoruz, acaba vaziyetimiz ve mağlubiyetlerimiz
konusunda daima başkaları mı suçlu? Eğer biz suçluysak -ki ben böyle olduğu
kanatindeyim- yapmamız gereken neyi yapmadık, yahut yapmamamız gereken neyi
yaptık? Bana göre bunlar, bizim imrenilmeyecek vaziyetimizle ilgili iki
kaçınılmaz sorudur." İşte Aliya’nın bu bakış açısı ve bize
göre bizatihi kendisi Nurettin Topçu’nun, Millet Mistikleri'nde, “İnsanlığa büyüklük bağışlayan gerçek büyükler ise, ruh dünyamızın
fatihleridir. Bunlar bizdeki zaafları neşterlemekle işe başlarlar. Bu neşter
bize ızdırap verici olduğu için onlar, kendilerine ilk düşman olarak kurtarmak
istedikleri beşeriyeti bulurlar ve ilk mücadeleleri, kurtaracakları bu zümre
ile olur.” tespitiyle aks-i sadasını bulur. Bu iki
mütefekkirin düşünceleriyle aslında onların zamanımızdaki duruşları ve
misyonlarını da ortaya koymuş oluyoruz. Hala akıllar ve vicdanlarda makes
bulmayan bu yaklaşımlar zamanın toprağına medeniyet tohumu ekemeyen bizlerin
fark etmemiz gerekenlere dair önemli bir ikazı içermiyor mu?
Peki neden? “Taklit, doğurucu iradeye sahip
olmayanların işidir. Kuvvetli iradeliler doğurur, zayıf iradeliler taklit eder.
Medresede sonsuz “dedi”lerin paslı zincirini teşbih gibi çektiren zihniyet
ortadan kalkmadan, sadece şekil değiştirerek mektebe aktarma edildi. Batı
dünyasında ortaya konan her türlü fikirler, tercüme ve nakil yoluyla,
tekrarlanıp ezberlenmek üzere mektebe devredildi. Bir asırdır mektepte bu ders
yükünün ağırlığını çekmekteyiz. Zekâlarımızın
beli büküldü. Doğuruculuk ihtiyacımızın
tatminini, mektep dışında arıyoruz ve mektebe ilim ve fikir dışı çalışmalar
dolduruyoruz.”, ifadeleriyle Nurettin Topçu’nun ortaya koyduğu meseleyi Aliya,
“Doğu ile Batı arasında geçmişte birçok defa bir köprü vazifesini
görmüş olan İslam, kendi öz vazifesini müdrik olmalıdır. Geçmişte eski
medeniyetler ile Avrupa arasında tavassutta bulunmuş olan İslam, bugün, bu
dramatik çıkmaz ve alternatifler zamanında, parçalanmış dünyada aracılık rolünü
tekrar devralmalıdır. Üçüncü, yani İslamî yolun manası işte buradadır.”
şeklinde çağa yöneltir. Devamında başka bir tespitinde Aliya “Müslüman dünyasındaki ağır ahlakî yozlaşmaya, davranış
bozukluğuna, rüşvet ve batıl inançların hâkimiyetine, tembellik ve
ikiyüzlülüğe, gayr-ı İslami adet ve alışkanlıkların baş tacı edilmesine, köklü
maddecilik ve düşündürücü biçimde umut ve heyecanın olmayışına işaret eder.
Böylesi bir vaziyette herhangi bir sosyal veya siyasal değişim doğrudan
başlayabilir mi?” der. Aliya ve Topçu çağları ile yüzleşirken
eleştirir ve yeniden doğrulmanın yollarını ararlar. Bu aynada kendimize baktık
mı hiç?
Nurettin Topçu, Aliya İzetbegovic ve
Srebrenitsa’da soykırıma uğrayarak şehit olanları rahmetle anarken bu iki
şahsiyeti birer ideoloji ikonu olmaktan çıkarıp, Aliyacılık, Topçuculuk gibi bayağılıklara
malzeme etmeden hayatımız ve gelecek için fayda ve düşünce kaynağı olmaları
itibarıyla değerlendirdiğimiz vakit aramızda yaşamaya devam edecekleri gibi
müstakbelimizin varlığında da diledikleri katkıyı yapacaklar ve ruhları şad
olacaktır. Hal imiş…
Vesselam