15 Nisan 2020

BİR ÇENTİK AT TARİHE -1

Zaman, İlâhi müjde ve uyarılar gergefinde işlemeye devam ediyor. Şefaat ayının yarısından çoğu geride kaldı. Şaban-ı şerifin nısfında Efendimiz sav'in okuduğu bir duada şu ayet-i kerime geçer:

"Yemhûllâhu mâ yeşâu ve yusbitu ve indehu ummul kitâb" Ra'd, 13/39.

"Allâh, dilediğini siler, dilediğini de sabit kılıp bırakır. Ana kitap (Levh-i Mahfuz) O'nun katındadır." Yine Rasullah sav, Miraç hadisesinden sonra "Miraca çıktığımda kalemin cızırtısını duydum" buyurduğunda, sahabe-i kiram, "Kalem kurumamış mıydı? diye sorar. "Yazıp siliyordu" buyrulur.

 

Ulvi alem ile şehadet alemi arasındaki misal aleminde dua saikıyla nebiler ve veliler tarafından gerçekleştirilen bir takım değişimlerden bahsedilmektedir. "Himmetü'r-rical taklau'l-cibal" denilmiştir. Büyüklerin himmeti dağları yerinden oynatır… Bu meyanda sadakanın belâyı giderme, ömrün bereketini arttırma hususiyeti de bilinmektedir.

 

Kaderi emrin yaratılması "kaza", değiştirilmesi "ata"dır diye yazar kitaplarda. İyilik yapıp geçmişe terk ederek, gelecek kefesinin iyilikle dengeleneceğine inanırız. İslam irfânında dert ile derman hep içiçedir; biribirinin hem sebebidir, hem çaresidir. Bir dert gelir ve benim iflâh olmaz kibrimi, tefahurumu, ucbumu, riyâmı, kinimi, hasedimi siler götürür. Bundan güzel "derman" olur mu?

 

İNSAN AMENTÜSÜ KADAR İNSAN...

Kaderin ne olduğunu bilmiyoruz; iman ediyoruz. Allâha, Meleklere, Kitaplara, Peygamberlere ve Âhiret Gününe tam iman ile açılan bir basiret ışığında yönümüzü bulmaya çalışıyoruz.

"Kader"in şekillenmesi hususundaki itikâd birliği, milletlerin tarihinde belirleyici unsur olarak karşımıza çıkmaktadır.

Dünyanın yeni düzenler denemeye hazırlandığı sancılı süreçler, insanlığın eylemlerine zemin hazırlayan düşünce kalıplarını her zamankinden çok gözden geçirmeleri gereken vakitlerdir.

"Koyun kurt ile gezerdi fikir başka başka olmasa" denildiği gibi, insanları birine dost veya düşman eden şey, tür farkları değil düşünce ayrılıklarıdır.

Problemler, oluşmalarına sebep olan düşünce tarzından farklı bir bakış açısına muhtaçtır. Bu durumda problemin kendisi ve muhataplarından çok, sebepleri üzerinde düşünmek gerekli olur.

Şu anda Dünyanın önüne "İslâm" olarak servis edilen düşünce sistemi, Şii-Vehhâbî çatışmasında kimin sesi yüksek çıkarsa onun ortalığa saldığı düşünce virüsleridir. Bid'at mezheplerin ardında uluslararası devlet bütçeleri vardır. Bu bir küresel politikadır çünkü.

"Küresel Mankurtlaştırma" eylemini, bu adı konmamış savaşı, 5G'lerden, ID2020'lerden, Crispr'lerden, Chemtrails'lerden önce hatta tam da onları konuşurken konuşmamız gerekiyor belki. Suriye'de okuyan Türk öğrencilerine kucak açan Suudlu hayırseverlerin derdi ne olabilir? Şii yayılmacılık gürül gürül artıyor. İran, yirmi yıl öncesinden Vatikanla el sıkışırken sadece ticaret anlaşması yapmıyordu herhalde.

 

YOĞURT YİĞİŞ TARZIMIZI UNUTTUK...

Ya Şii ya Selefi olacaksın; üçüncüsü yok.

Hak mezhepleri sistemleştiren Eş'ariliğe, Maturidiliğe ne oldu? Sırra kadem bastı.

Niye? Müessesesi yok, kadrosu yok, bütçesi yok çünkü. Ardında küresel ağır yapılanmalar yok. Bunları on yıllardır tafsilatıyla anlatan güzel hocalarımızdan Allâh razı olsun. Lâkin ferdi çabalarla bu şuuru oluşturmak mümkün olmuyor ne yazık ki. Bir ülke topraklarında "usuliddin" dediğimiz asırlık yoğurt yeme tarzımız, hazmı kolaylaştıran baharat zenginliğimiz unutulduysa, o coğrafya tehdit altında demektir. Akide zaafı var demektir.

Bu filmler gözümüzün önünde çekildi. İran, asırlara damga vurmuş ulemasıyla sünnî bir coğrafyaydı. Nice Bistamîler, Harakânîler, Hemedânîler çıkmıştı bağrından. Ne ara bu hale geldi? Irak'ın harim-i ismetine gözümüzün önünde girildi. Yemen gitti, Lübnan gitti… Osmanlının çekildiği topraklarda "yabancı"laştırmanın her türü denendi. Akide boşlukları itinayla dolduruldu. Bugün "Ehli sünnet ve'l-cemaat" dediğinde kıyamet kopuyor. Hoşgörü diyalogları bitmedi, tarz değiştirdi sadece. Anadolu'yu mayalayan can damarlarımız olan Ibnül-Arabî, Mevlânâ okumaları adı altında, sağ yanağına vurana sol yanağını uzatma kabalatik eğitimleri veriliyor koca koca kürsülerde, ev-kiliselerinde… Niye bu virüsün aşısını konuşamıyoruz?

 

ALİ'Yİ SEV ŞİA'DAN UZAK DUR!…

Emevîlerin Arap olmayan müslümanlardan kafirler için cari cizye denilen vergiyi almaya devam etmesi, Hanefi-Maturidiliğin ortaya çıkmasını zaruri kılmıştı. Kişisel-toplumsal siyasi kavgalar, 'kader'e bağlanıyor, 'kader' anlayışı, bir tekfir mekanizması olarak kullanılıyordu. Gerek İmam Ebû Hanife, gerek İmam Maturidi, kendinden başka müslümanlara hayat hakkı tanımayan bu harici-batıni saldırılara karşı, kalıp ve sözün lafzına değil hikmetine bakan bir yorum tarzını mazlumlar dünyasında görünür kıldılar. "Vasat/Orta Ümmet" düşüncesini kaynaştırıcı bir dil ve çağrışım alanı üzerinden Müslüman ümmet parçalarının hayatına kattılar. Lafzı ve nakli kılıçlarının uçlarına takıp ilerleyen Selefi-Harici zihne karşı, Hz. Ali ra'ın "Ene'l-Kur'an fe eyne tezhebun" yorumunu esas alarak "Hz. Ali'yi sev, Şiadan uzak dur" önermesiyle tavrını gösteriyordu. Mesiyanik Batıni eğilimlere karşı da "Ene medinetü'l-ilmi ve Aliyyun babuha" işaretine dayanarak direniyordu. Hz. Ali ra yaşayan Kur'andı. Dini nasıl anlamamız gerektiğini bize yaşayışıyla öğretiyordu. Lâkin birileri onun adına anud ve kindar bir müslümanlık dayatmıştı. Diğer yandan, dini kim, Hz. Peygamberin sav Kur'an ilimlerinin zahirini ve batınını emanet ettiği Hz. Ali'den daha iyi yorumlayabilirdi ki?..

2020'de durum nasıl? Arap havzasında Selefilik, İngiliz himayesindeki Arap hilafeti eksenli milliyetçiliğin doktrini olmuş durumda. Nakilcilik, asabiye, kadercilik, batınilik, Mehdilik, özcülük, emperyal hayâller ateşine odun taşımakta Ebû Leheblerle yarışıyor. Fransızlar, bir asırdır Arap medeniyeti tutturması üzerinden Anadolu'daki İslam-Türk izlerini etkisiz kılmakla meşgul. Mesiyenik oluşumların püskürtmeli silahı Şiilik'le diretilen Islâm yorumuna bakıyoruz; ne Kitap bizim kitabımız, ne Mehdi bizim Ehli Beytimizden...

 

DAHA CEVVAL DAHA HÜR DAHA AKILLI OLMAK ZAMANI...

Hanefi-Maturidi yorum, İslâm düşüncesinin sıkıştığı her dönemde, Müslümanların rahat nefes almasını sağlayan yemyeşil bir orman vazifesi görmüştür. Bu kaynaştırıcı, birleştirici, farklı olana da yaşama hakkı tanıyan İslâm yorumu üzerinde çağa uygun bir bakış açısıyla yeniden durulması gerektiğini düşünüyorum. Sorumluluk yükleyen, kişiyi aktif, dinamik, daha adil, daha akıllı daha iradeli ve merhametli kılan, dahası kişiye yorum kabiliyeti katan bir anlayışın, asli zemininden beslenerek bugüne uyarlanması gündemde tutulmalı. Tabii ki bu, kişisel çabayla olacak bir şey değil. Eğitim, kültür, siyaset, basın-yayın, ticaret velhasıl bütün kamusal alanlarda bu düşünce dinamiğinin müessese bazında çalışmalar ve kadrolaşmalarla topluma istikamet verecek seviyeye taşınması gerekir. Hanefi-Maturidi yorum, dünün en kaygan dönemeçlerinde nasıl İslâm'ı asabiyeden kurtarıp insanlığın dini yaptıysa, çağ-içi yorumlarla bunu yine gerçekleştirmesi niye mümkün olmasın?

ID 2020 ile önerilen "Medinetü'l-Fazıla" ile, İslâm-Türk alem nizamı anlayışı arasında bir gen uyuşmazlığı var…

"Bir çentik at tarihe/haydi uzat/elerini gelir bulur ellerim" diyordu Nuri Pakdil.

Bu bizim için klas bir insanlık çağrısı, bir dostluk bildirgesidir. Bu bildiri, önce Türkiye'de sonra İslâm Birliği sağlanmış bir dünyada, binalı-binasız insanın nefes aldığı bütün alanlara asılsa yeridir. Tarihe attığı çentiklerle, soylu ruhlarla kurduğu minnet ve vefa bağlarıyla güçlenir insandaki "kulluk şuuru".

Ellerimizi gönüllerde birleştirerek, yek-nefes, yek-avaz olarak kalem işi kale burçlarından "Bir Çentik At Tarihe" diye gür bir imanla seslenmek gerekiyor.

Hakkı ve sabrı kalemleriyle tavsiye eden birileri varsa, gerçekleştirecekler çoktan kılıçlarını kuşanmış demektir.

Vallahu galibun ala emrihi...