VF kat sol
VF kat sağ


BİR ÇENTİK AT TARİHE-3

Çağına dair geçmişin oluş-bozuluş dinamiklerinden süzülmüş hikmetli bir nazarı, bir görüşü olmalı insanın. Bu, bir topluluğun parçası olmanın getirdiği bir sorumluluk, bir insan olma kımıldanışı. Tabiatla birlikte deviniyor insan. Sularla birlikte çırpınıyor. Gel-gitlerinin küçük tarihçeleri oluyor, ay-içi, yıl içi, kader-içi. Ariflerin, "ay-altı/ay-üstü insan" diye bir tariflendirmeleri var. İnsan, ayın 2.5 günlük konaklamalarına göre 12 ayrı tavra bürünüyor. Üç günden fazla küslüğün edebe uygun olmaması da bundan belki. Başıboş bırakıldığını sanmakla yanılıyor insan…

Hayatı üzerinde müdahil bir gücün varlığı, kimine bir emniyet hissi verirken; kimini ürkütüyor. Emniyet hissi kimini rehavete sevkederken kiminin şevkini, şükrünü arttırıyor. Kaygı hissi de kimini tedbire yöneltirken, kiminde bu ne yapacağı belirsiz gücü kontrol etme paranoyasına dahası şükürsüzlüğe, nankörlüğe dönüşüyor. Yağmur aynı yağmur lâkin kimine güzel bir seyir hatta biriktirip başka enerji türlerine dönüştürdüğü bir sermaye haline gelirken, kimine sel, kimine tufan oluyor.

Yağmurla savaşmasa, tufanı çağırmayacak belki insan. Yağmuru rahmet bilse, arınacak, yunacak. Yağmurla Gelen Adamları dinlese, yağmura dair daha sağlam cümleler dolaşacak damarlarında. Yağmur içine işleyecek, içini işleyecek yağmur. Yağmuru bilse, bütün cahilliklerinden soyunacak insan; zalimliklerinden sıyrılacak. Yağmur; Rabbiyle ahdini yenilemenin evrensel şelalesi. Suyu kesilince ölüyor insan...

İnsan, kazıyarak topraktan çıkardığı bilgilerin peşine düşeli, ilham denilen bir nevi göksel haberleşme usulünü unuttu. Kalbe inen bilgilerle arası açıldı. "Ey İnsan! Hikmetli, muhkem Kuran hakkı için Sen gönderilenlerdensin. Aziz ve Rahim olanın indirmesiyle…" Demek ki fizik dünyanın ötesinde atamalar ve bilgilendirme yolları var.

 

YALANCININ MUMUNU KİM SÖNDÜRECEK?

"Ancak ve ancak kendimize ait bir düşünce sahibi olabiliyorsak düşünceyi ifade hakkının bir anlamı olabilir." Böyle diyor, Eric Fromm. Düşünceyi kendine ait kılmak, kendine inen bilgiyi kendi toprağında işleyerek ona kendi rengini katmak demek. İçinde erimediği düşüncenin ancak nakili olabilir insan. Düşüncesinin kâşifi olma yanında bu çok düşük bir seviyedir Arifler nazarında. Dahası kişinin sahip olmadığı bir mertebe hakkında bilgi vermesi "kaziplik" olarak görülmüş ve delil olarak kabul edilmemiştir. "Kezzab" toplum düzenleri, her devirde insanlığın helakini hazırlamıştır.

Bunun için tekâmül etmiş insanla, tekamül etmemiş bir insanın düşünce ve fiilleri arasında büyük farklar vardır. Bilginin içselleştirilmesi, hatırlama melekesinin kuvvetlenmesini sağlıyor. O zaman insanlığın kollektif şuurunda mevcut ortak bilgilere dair daha rahat konuşma imkanı bulabiliyoruz. Fizik alemin süreç içerisinde varlık düzlemine çıktığını biliyoruz. İnsan da öyle.

İnsanlığın, Kuran'ın anlattığı tarihle bağlantısı kurulmamıştır. İnsanın bedenlenmeden önce ruhlarının kendisini yaratan kudretin rablığına, besleyip terbiye ediciliğine şahit tutulduğu bildirilmektedir. (7/172)  İlk şahitlikte bulunan ve rablığın hamdini en güzel yapan ruh, insanlığın ruh atası olmuştur; adı "muhammed" dir. En çok hamdeden ve kıymet bildiği için kendisine çok hamdedilendir. Dolayısıyla insanlığın ruh atası "Ruh-ı Muhammedi"dir. İnsanlık, bu ilk şahitlikteki rollerine göre bir sınıflamaya tabi tutulmuştur. Yaratıcı kudretin rablığını tasdikte kendilerine pay biçenler alt sınıfları oluşturmuştur. Bedenlenme safhasında insanlar, bu tasdiklerine göre farklı şekilde etiketlenmiştir. Ezel meclisindeki bu macerayı bir ilahi referandum olarak düşünecek olursak, dünya hayatını da bir nevi bütünleme imtihanı olarak değerlendirebiliriz. Orada Muhammedi Ruh'un "evet"ine iştirak edenler, dünyada bunu te'kid etmekle sınanmıştır. Hayır diyenler için ise dünya hayatı bir yaz okulu vazifesi görmektedir. Bütünlemede geçmesi umulmaktadır. Bu tabloya göre "evet/evet- evet/hayır; hayır/evet- hayır/hayır" olmak üzere 4 tip oylama tarzıyla karşılaşıyoruz. "Elestü birabbikum? Kalu: Bela" (7/172) Orada "evet" diyenler, İlk Evet'in sahibi Muhammedi ruhun dünya düzleminde de en yakınında yer almıştır.

 

İNSANLIK AKRABA OLDUĞUNU REDDEDİYOR

Tek bir atanın çocuklarıyız. Bedenen Atamız da bir peygamber. Pey[g]am-ber, haber getiren demek; nebi de öyle; Nebeil-azim; spot haberdir. "Ben sizin Rabbinizim" haberini işitip tasdik edenlerin bir kısmı, bu haberi tam işitmemiş olanlara iletmekle görevlendirilmiştir.

Peygamberlerin getirdiği haber, Tek ve Benzersiz bir Allah tarafından yaratıldıkları, hepsinin bir babanın evladı dolayısıyla kardeş oldukları, yaratılış sebepleri de Tek ve Benzersiz olanın ne kadar çok-vasıflı bir yaratıcı olduğunu idrak ederek onu tanıyıp sevmeleridir.

Haber getiricilerin sayıları 124 bin olarak ifade ediliyor. Bunlardan 5 tanesinin ayrı bir işlevi var:

"Biz nebilerden onların misaklarını aldık. Ve Sen'den (Hz Muhammed sav) ve Nuh'tan ve İbrahim'den ve Musa'dan ve Meryemoğlu İsa'dan; ve onlardan ağır bir misak aldık" (33/7)

Rableri bu 5 nebiden "misakan galiza"/sıkı bir söz almıştır. Bu nebilere inananlardan, sadece Allahı birleme değil, ilaveten bazı hükümlere uymaları da istenmiştir. Son nebiye ise, indirilen hükümler çerçevesinde hüküm koyma yetkisi de verilmiştir.

Kendisinden sıkı söz alınan bu 5 peygamber, "töre"ye çağırmakla mükellef tutulmuştur. Hz. Adem, insanları tevhid'e çağırmıştır lakin töre'ye çağırmamıştır. Dolayısıyla insanlığın kurallar ve yükümlülükler devresi Hz.Nuh ile başlar. Bu noktada devreye imana ilaveten hukuk da girince peygambere itaat konusunda sıkıntılar oluşmuştur.

"Andolsun ki Biz her ümmete "Allah'a kulluk edin ve putlara tapmaktan uzaklaşın" diyen bir rasûl gönderdik. Allah onlardan bir kısmına doğru yolu nasip etti; bir kısmı da inkârları yüzünden doğru yoldan sapmayı hak etti. Öyleyse yeryüzünde dolaşın da dîni yalanlayanların akıbeti nasıl olmuş bir bakın!" (16/36)

Bu ayet bize tevhide ve töreye çağrılan insan topluluğunun durumunu beyan etmektedir. İnsan, arzu ve ihtiraslarından oluşan dünyevi nesneleri Allah'ın önüne geçirince, ilahi kavramların anlamları yerinden oynamıştır. Rasûllerin gönderiliş sebebi de bu özlü anlamları yerine oturtmak içindir. "Dini yalanlama" denilen olgu, dinin zarfında kalmaktan kaynaklanır. Bu kabukta kalma problemine çözüm olarak peygamberlere "kitap"la birlikte öğretilen ayrı bir bilgi türü daha vardır; "hikmet" (2/129) Bu hikmet, Allah'ın dilediğine verdiği iltimaslı bir bilgidir ki bunun verildiği kişiye çokça hayır da verilir. (2/269) Hikmet, mananın mecaz yoluyla aktarımına dayalıdır. Bu sebeple onu ancak "akıl sahipleri" idrak edebilir. Burdan anlıyoruz ki hikmet denilen saf bilgi sadece nebilere mahsus değildir. Onlara tabi ve sadık olan yüksek akıl sahiplerinin de bu bilgiden nasibi vardır. Bu suretle Suhuf bozulsa da sadık olan yani kazip olmayan gönüllerde muhafaza edilegelen "hikmet"i tahrif mümkün olmaz. Çünkü hikmet bir tarz tefekkür kabiliyetidir ki zarftan mazrufa, kabuktan öze, hukuktan manaya geçmeyi sağlar. Bu manada hikmet kelimesiyle "kut" kelimesini birarada düşünmek mümkündür. Kut kavramı, din hakkında derin anlayışa sahip olmakla gelen söz ve fiildeki birbirinden ayrılmaz isabeti ifade etmektedir.

 

YENİDEN İLLİ MİLLET OLMAYA DOĞRU...

Buna göre kendisinden "misaken galiza"/sağlam söz alınmış 5 peygamberin icraat tarzı, insanlık tarihi açısından ehemmiyet arzetmektedir. Alınan söz gereği, mevcut kuralların/töre zaman içinde kaymış anlamlarını yerine oturtmak üzere ictihadi düzenlemelere ihtiyaç hasıl olmuştur. Töre'nin ihlali halinde Töre Hatırlatıcı öge olan peygamberlerin ictihadlarından herhangi birine uymak, kut sahibi sivil idarenin insiyatifine bırakılmıştır. Bu mutlak bir insiyatif olmadığı gibi, kut'lu erkin tekamül sürecine bağlı bir fikir ve eylem isabetini de zorunlu kılar. Kut, nübüvvet sahibine indirilen saf bilgidir. Peygamberler bu bilginin asaleten, kut sahibi bilgeler ise vekaleten sahibidir.

Kur'an, insanlık tarihini peygamber kıssaları etrafında örerken, peygamberleri birbiriyle akrabalık bağları olan rehber-insanlar olarak tavsif etmektedir. "Tarihi, peygamber maceraları ekseninde yeniden okumak" merkezli yorum modellerini gündeme taşırken, Kur'ani anlatıların hemen tamamının Türklüğün tarihçesinde yaygın bir kullanım alanına sahip olduğunu görüyoruz. Bu bahis, Türklerin tarihinin, insanlık tarihi içinde mübhem kalmış izlerini açığa çıkaracağı gibi, dünya milletleriyle olan sıhri bağını da belirginleştirecektir.

Türk milletinin kimlik kodları daha önce pek çok farklı merci tarafından tesbit edilmeye çalışılmıştır. Fakat bu tesbitlerin, ilmi kıvam ve mesnedleri açısından Türkiye'yi 21. yüzyıla taşıma noktasında illetler barındırmakta olduğu söylenebilir.

Dünyanın her yönüyle yeniden yapılanma arefesinde olduğu yeni çağ eşiği, uzun yıllardır zihinlerde şekillenmeye çalışan düşünce modellerinin telaffuza dönüşme fırsatı bulacağı bir dönem olacaktır umudunu taşıyoruz. Umarsızca yere dökülen, çiğnenen, zayi edilen ekmek kırıntıları gibi, insanlık da türünün helakine fırsatlar yaratma çabasında. İnsanın, yaratılış şerefine uygun bir dünya düzeninde varlık göstermesi için, peygamber izleriyle süslü asırlar sahnesinde kaim kılınmış himaye edici rolünü yeniden yüklenecek Türk milleti kimliğinin en derin muhtevasıyla görünür kılınması evrensel bir değeri haizdir. Yeryüzü, Hz. Adem'den Hz. Hateme eşref ve ekmel insanı çağırırken, dijital kimliksizlik münadilerinin ebterlik gösterilerine olan rağbetin kökten kırılması için, "Ökük Türklüğün bu Rabbani kimlik bildirimi belki de hayati bir insanlık vurgusuna imkan sağlayacaktır. Bilge Kağan'ın dediği gibi; Zamanı Tengri yaşar, insanoğlu hep ölümlü kılınmıştır!..