14 Haziran 2020

BİR ÇENTİK AT TARİHE-6

Nuh'un Gemisi'nde taslağı hazırlanan tarihin İlk rönesansını konuşuyoruz. Nuh'un Gemisi'ne binenler, gemiden inenler ve geminin nereye indiği meselesi, insaf merceğini elimize alarak insanlı/peygamberli tarih sahifesi üzerinde çok boyutlu ilmi merak, vicdani itina ve taze bir bakış açısıyla yeniden gezinmemizi gerektiriyor.

Eşyanın taşkınlığına karşı yek-vücut olan bu çekirdek kadrodan, her çağda yeni bir nesil türemeye devam etmekte. Bunu böyle kabul ediyoruz. Zira bir başka toplu yok oluş serüveni bilmiyoruz. Âdemin oğulları arasından, İlâhi bir seçme-yerleştirmeyle toprak ve su ile imtihanını veren taze neslin macerasını merkeze alarak; ateşle, havayla uyumlanıp ve nihayet elementler ötesi dünyaya sıçramayı başaran ay üstü-insanın hak mücadelesine doğru yürümeye çalışıyoruz.

 

KİMDİ BU SUYA DİRENEN İNSANLAR?..

Kur'an'da diğer peygamber için söz konusu olduğu gibi Hz. Nuh'un macerasından da zımnen bahsolunmaktadır. Nuh tûfanından, gemidekilerin kurtuluşundan (Arâf 7/64; Yunus 10/73; Hud 11/40), gemide Nuh ile beraber taşınarak kurtarılanlardan (İsra 17/3; Meryem 19/58) bahsedilmekle beraber, gemiye binen ve gemiden inenler hakkında bilgi bulunmaz.

Tefsirlerde ise, “Nuh'un soyunu yeryüzünde kalıcı yaptık” âyetine atfen (Saffât 37/77) Hz. Nuh'un soyu hakkında bilgiler mevcuttur. Buna göre, gemi halkı, Hz. Nuh'un üç oğlu Hâm, Sâm, Yâfes ile onların soyundan gelenlerdir. (Taberî, Câmiʿu'l-beyân, XXIII, 67). Tirmizî'de (Tefsîrü'l-Kurʾan, 37/4) ve Ahmed b. Hanbel'in el-Müsned'inde (V, 9,11) ise, “Sâm Araplar'ın, Yâfes Rum'un, Hâm da Habeşliler'in atasıdır” meâlinde bir hadis nakledilmektedir.

Başta Taberi olmak üzere İslâmî kaynaklara göre Hz. Nuh, tûfan sonrası yeryüzünü oğulları arasında paylaştırınca Türkler'in atası olan Yâfes'e Doğu ülkelerini ve Rum diyârını vermiştir. Yani "Bereketli Hilâl" olarak adlandırılan Anadolu ve civarı, Maveraünnehr, Mezapotamya, Yâfes'in torunlarının ilk yurdudur. Yâfes'in soyundan gelenler kızıl ve kumral tenlidir. Taksimatta onların payına otuz altı veya yetmiş iki dil düşer. Hâm'ın soyundan gelenler Yâfes'in zürriyetiyle evlenirler ve Hâm'ın oğlu Kûş'un neslinden Habeşliler, Hint ve Sind halkı ile Kıptîler meydana gelir. Konu hakkında geniş bir literatür bulunmaktadır. Oğuz-namelerde tasrih edildiğine göre Yâfes oğlu Türk'ün 8 oğlundan devam eden soyu Alınca Han zamanına kadar Müslümân olarak gelmiş, üç kuşaklık bir bozulmadan sonra Oğuz boylarıyla tekrar aslî yapısına dönmüştür. Bu demektir ki Nuh'un gemisine binenler de "hanif"ti. Gemiden inmeden onlardan "sağlam bir söz" alınmıştır. Onlardan bir kısmı, bu misakı tahrif etmeden topluma uygulayarak "töreli millet" olma özelliklerini muhafaza etmişlerdir.

 

KUTLU MİLLET DERTLİ MİLLETTİR...

Burda bizi doğrudan ilgilendiren kısım, Tür(ü)k denilen töreli ordu-milletin Peygamber eksenli süregelen tarihçesinden hareketle, İlâhi menşeli otoriteleri kendi akl-ı meaşıyla yorumlayarak baskın taleplerle örülü bir dünya haritası çizmeye çalışan zihniyet yapısına karşı, 21. yüzyıla mukavemetli bir düşünme hattı oluşturabilmektir.

Bunu yapmak, Allâhsız, peygambersiz dünya düzenleri dayatılırken öncelikle bir kulluk vecibesi olarak önemlidir. Sonrasında kul-millet olarak peygamberli tarihin dışına itilerek sınırlarına müdahale tehdidi altında olagelmek sebebiyle de önem taşımaktadır. Lozan'a göre azınlık statüsünde olan Ermeni-Rum-Yahudi  teb'anın, soylarını Hz. Nuh'a bağlayararak yüzlerce yıldır Anadolu'da oldukları iddiasıyla vatan topraklarımızdan hisse talep etmesine göz yumarken aynı gemiden inen Yâfes'in oğullarını Asya steplerine salıp tarihten ihraç etmeye çalışan tarih tezleri üzerinde durulması gerekiyor.

Burada Fetih sonrası, bir Birleşmiş-Milletler statüsü kazanan Osmanlı Devleti'nin, "Türklüğü öncelemeyen hatta öteleyen ve gerektiğinde itikadi tedbirler sebebiyle Türk boylarıyla savaşan ve onların Anadolu'ya girişine kota uygulayan" devlet politikasını da nazar-ı dikkate almak gereği hasıl olmaktadır.

Nasıl Abbasi Devleti bir Arap devleti iken yönetici kadrosu Türklerden oluştuysa, Osmanlı Devleti de omurga olarak Türk olmasına rağmen, yönetim kadrosunu kademeli olarak İslâm paydasında birleştiği ırk mensuplarına bırakmıştır. Öyle ki Batılı bilim adamları Orhun Abideleri'den bahsedinceye kadar, anıtların tarihi değeri ve peygamberi üslubunun kuşatıcılığından çok da haberli bulunmuyorduk.

Buna mukabil Cumhuriyet Türkiyesi de, modern-eğitimli asker kadrosuyla İslâm-Osmanlı'dan, onbinlerce yıldır Anadolu'da meskun Türk boylarının öcünü almaya girişirken İslâm-Arap düşmanlığı üzerine kurulu bir söylem geliştirmiştir. Ve bu söylem, Türklüğünü itikadının ardına bırakarak yedi asır yedi iklime nizam veren Osmanlı Türkiyesi'nin tarihsel rolü gibi yapıcı olmamış, aksine başlangıcından beri "Rabbani" bir ruh dokusuna sahip olan millet fertlerini birbirine düşman etmiş ve insanlık kadrosundaki onarıcı rollerinden muaf bırakmıştır.

Osmanlı Türkiyesi'nde kendine elverişli bir zemin bulmuş Hanefi-Maturidi dokunun kendisinden olmayana da hak tanıyan İslâm yorumundaki kuşatıcılığın üzerinde düşünmek gerekiyor. Sorumluluk yükleyen, kişiyi aktif, dinamik, daha adil, daha akıllı daha iradeli ve merhametli kılan, dahası kişiye yorum kabiliyeti katan bir anlayış, Cumhuriyet Türkiyesi'nde kırılan ayaklarını da yerine oturtarak 21. asrın peygamber-eksenli insan tarihini perçinlemekte kullanılmalıdır diye düşünüyorum. Milliyetçiliği körükleyen formatların altında ezilmeden ve fakat köklü Rabbani ruhundan da taviz vermeden yeniden İslâm Birliğini tesis ve tahkim için esas duruşa geçmiş bir Türkiye, dünya omurgası üzerinde de intizam verici vazifesini yerine getirecektir. 

 

DÜNYA OKULUNDA BÜTÜNLEME SINAVLARI...

Ana konumuza döner isek; "Varlık Alemi bir okuldur. Bu okulda öğretmenler nebiler ve velilerdir" diyor İbnül Arabi Hazretleri. İnanan insan için ne kullanışlı bir tarif. Öğretmenlere tabi ol, müfredatı kavramaya çalış, sınıfını geç… Lâkin görüyoruz ki bu o kadar kolay değil. Hiç olmamış. O zaman, her yeni yüzyıl geldiğinde kaydı başa sarıp tekrar hatırlamak gerekiyor. Allâh'ı ve insanın alemdeki rolünü kavramaya mesai harcayan zihin yapısını hayata çağırmak gerekiyor.

"Ve mimmen halakna ummetun yehdune bil-hakkı ve bihi ya'dilun" (Araf, 7/181)

Yarattıklarımızdan hakka yöneltip ileten, onunla adaleti kaim kılan bir ümmet vardır… Damarlarımızdaki kan kadar tanıdık bir hâli anlatan ayet-i kerime…

Öyleyse, millet olarak, Türk'ün, töreli/ misaklı/ hanif toplumsal kimliğini tanımlamakta ortak bir dil kurmaya, belki hiç olmadığı veya yapılmadığı kadar ihtiyacımız var. Bunu sadece kendimiz için değil, peygamber çocuğu, dolayısıyla akraba olan insanlık ailesinin hafızasını tazeleyerek aslına döndürmek için de yapmamız gerekiyor. Daha önce zikri geçen peygamberliklerine ilaveten Allâh'ın kendilerinden İlâhi töreye uymak konusunda söz aldığı 5 ulul-azm/misaklı peygamberin ana kadrosunda bu Tür(ü)k/ töreli milletin izlerini sürmenin mümkün olduğunu düşünmemiz için kuvvetli işaretler var. O işaretler ki onları hesaba katmadan yorum yapmak, pek çok hayati soruyu cevapsız bırakacak nitelikte.

 

HAN-I TURAN OĞUZ KAĞAN'IN HANİFLİĞİ…

Hz. Nuh'tan sonra "misakan galîza" alınan ikinci peygamber Hz. İbrahim'dir. Hz İbrahim, Kur'an'da "ne Yahudi, ne Nasrani ancak hanîf" olarak tanımlanmıştır. (2/6-8)

Kur'ani ifadesiyle "millet", "Allâh tarafından yaratılmış toplum"un adıdır. "Hanif olarak gözünü gökleri ve yeri yaratana çeviren insan toplulukları, "millet" olma hakkı kazanır. 6/79)

Bunun için insanlıktan "hanif olarak İbrahim'in milletine uymaları" istenmiştir. (3/195)

Nuh'un töreli torunu Türk evladınının izlerini, "misaktan türeyen" toplum olarak Hz. İbrahim'in yakınlarında da görmekteyiz.

Prof. Dr. Zekeriya Kitapçı'nın kitaplarında, konu muhtelif kaynaklardan istifade edilerek tafsilatıyla ele alınmıştır: İbnü'l-İbri'den naklen, Hz. İbranim'in eşleri arasında Kantura isimli bir hanımdan bahsedilmektedir. Kantura, bir Türk Hakanının kızıdır. Hz. İbrahim'in Kantura Hatun'dan Zimran, Yaksan, Madun, Madyan, Esbuk ve Şuht olmak üzere altı erkek çocuğu meydana gelmiştir.  El Cahız'a göre işte Hz. İbrahim'in bu altı oğlundan dördü Horasan'a gelip yerleşmiş ve bunların soyundan da “Horasan Türkleri” meydana gelmiştir. Peygamber Efendimiz (sav) Türklerden “Kanturaoğulları” diye bahsetmiştir. 9. Asırda Müslüman olup halife etrafından toplanan Türkler, soyları sorulduğunda “Babamız İbrahim, amcamız İsmail” derlerdi. Hatta Hz. İbrahim'in oğullarını Horasan'a gönderirken onları yeryüzünün en hayırlıları ve “dünyanın hükümdarı olmaları için” hayır dualar etmiştir.

Yine bir hadis-i şerifte Türklerle ilgili şöyle buyurmaktadır: “Türkler size dokunmadıkça siz de onlara sakın dokunmayınız. Zira Kantura Oğulları soyundan gelen (bu Turanîler) Allâh'ın ümmetime verdiği mülk ve saltanatı onların elinden mutlaka çekip alacaktır”

Kitab-ı Cihan-nüma müellifi Ahmet Neşri Efendi'nin ifadesiyle; “Hak Teâlâ'nın Kelâmı Kadiminde zikrettiği Zü'l-Karneyn Türklerin ulu atası Cihan Fatihi Oğuz Han'dır. ”

Süryani tarihçi Malatyalı Ebu'l Ferec'in eserinde Hz. İbrahim'in, Türk padişahının kızı Kantura ile evlendiği kayıtlıdır. Kazanlı Mehmet Murad Remzi'nin Telfik'ül-ahbar'ına göre Kantura ismi Han-ı Turan yani günümüz Türkçesiyle Turan hakanının bozulmuş şeklidir.

Hulasa, Oğuz Han fetihler sırasında Hz. İbrahim'le karşılaşmış, O'nun tebliğ ve irşadı ile “Haniflik" dinini kabul etmiş, bunun güzel bir sonucu olarak Hz. İbrahim, Oğuz Han'ın kızı Kantura Hatunla evlenmiş ve bu evlilikten yeni bir Türk nesli ortaya çıkmıştır. Oğuz Han ise İshak Peygamber'in kızıyla evlenmiştir. Dolayısıyla Türkler ana tarafından da Hz. İshak'ın çocuklarılarıdır. Saltuk-name'de "Süleyman Şah oğulları, Horosan'dan Rum'a gelmişti. Üç kardeşti. İshak oğulları derlerdi. İys neslinden'dir" kaydı vardır.

 

  1. İBRAHİM SAMİ IRKTAN MIDIR?

Konuya genetik ilmi çerçevesinde bakanların da bu bahiste söyleyecekleri olmuştur. Buna göre, Hz. Âdem'in çocukları uzun asırlar boyunca insan eli değmemiş besinlerle gıdalanırken 0 kan grubuna sahipti. Mezopotamya topraklarında tarım faaliyetleri neticesi elini toprağa süren insanın kan yapısı değişti. A kan grubu bir bozulma kandır. Sami ırkların tamamı, Hind, İran, Türkiye'nin bir kısmı A kan grubu ağırlıklıdır. B grubu, bozulmamış Türk kanıdır. Yâfes'in çocukları Kuzey'e gönderildiğinde, davarlarının peşinde koşuyor ve başka bir gıdalanma yolu bulamıyordu. 8 bin yıl öncelerde, ilk defa Altaylarda B kan grubuna rastlanmıştır. Azeri Türklerinin tamamı, Kafkasların bir kısmı hatta Ermenilerin kan grupları B'dir ki bu da Ermenilerin Turani bir kavim olduklarının delili sayılmıştır.

Hz. İbrahim'in kan grubunun da B olduğu söylenilmektedir. Dolayısıyla Sami ırktan değildir. Kuzeylidir. Abazlar da onu kendi ataları saymaktadır. Kureyş halkı da İbrani halk gibi B grubu kana sahiptir. Bugün sağlam şecereler ile evlâd-ı rasûl oldukları sabit olan seyyid ve şerif zatların kan gruplarının incelenmesi, bu hükmü tasdik edebilir. İnsanı ve insan topluluklarını ele alan bilimlerin bütüncü bir bakış açısına sahip olmaları gereğine vurgu yapmak açısından zikretmiş olalım.

 

AHİR TASARRUF TÜRK'ÜNDÜR…

Tarihe atılmış çentikleri tertip ettiğimizde görüyoruz ki Türklerin tarihi, Hz. Nuh'un diğer torunlarının tarihiyle kesişik durumda. Asırlar öncesinde eli kalem tutan irfan ehli bunları kayıt altına almış. Lâkin Lozan'la Anadolu'dan pay isteyen Ermeni-Rum ve Yahudi azınlığın haklarını koruduğunu iddia edenlere karşı, yahu Anadolu bizim ezeli vatan parçamızdır, diyemedik. Ermeni soy kırımı diye bir iftira çamurunu üzerimize yapıştırdılar, hâlâ temizleyemedik.

Şimdi biz diyoruz ki: "Ey dünyayı kendisinden ibaret sayan Avrupa milletleri! Elinizden gelse dünya coğrafyası dışına fırlatacağınız, tarihten kazımaya çalıştığınız şu at üstünde doğup at üstünde ölen, dolayısıyla akılsız fikirsiz Türkler var ya, işte onlar; iddia ettiğiniz gibi soysuz-sopsuz, yurtsuz, tarihsiz, talihsiz değiller. Aksine peygamber neslinin en temiz damarlarından süzülerek gelmiş, fıtratlarındaki merhamet şefkât, adalet ve feraset hissiyle insanlığın Rabbani nizamının muhafızları olmuş bir ordu-millettir. Millet-i İbrahim'dendir. Sancaktar-ı İslâm'dır. Hatemel-mürselin olan Peygamber-i zişanın "son sözü söyleyecek topluluk" olarak tarif ettiği misakına/sözüne sadık millettir. Hepimiz peygamber çocuklarıyız ve akrabayız. Aslını ancak haram-zadeler inkar eder. Peygamberler bir ağacın dalları gibidir. Ve o ağacın çekirdeği, hakikat-i Muhammedi'dir. Gelin; Allâh'ın nizamını korumakla görevli peygamber güzellerine olan imânımızı tazeleyelim ve sıfatlarının hikmeti ve güzelliğini idrâk için gönderildiğimiz bu dünya pistinden yaratılış amacımızı gerçeklemiş olarak asli vatanımıza dönelim. Zira Allâh'tır asıl vatan…"

 

SON UCU ÖLÜMLÜ DÜNYA...

İslâm sancağı altında, asabiyyenin, milliyetçiliğe, selefiliğe, vehhabiliğe dönüşen katı tavrına ve şianın batini baskısına karşı,

kalıp ve sözün lafzına değil hikmetine bakan bir yorum tarzını mazlumlar dünyasında görünür kılarak "Vasat/Orta Ümmet" düşüncesini, kaynaştırıcı bir dil ve çağrışım alanı üzerinden Müslümân ümmet parçalarının hayatına katan

uzlaşmacı bir İslâm yorumuna ihtiyaç üzerinden Ökük Türk'ün peygamberler ile omuz omuza yaşanmış macerasına gözatmayı denedik. Hanefi-Maturidi düşünce sistemindeki birleştirici, oldurucu eylemci dingin ruh diriliğini ve derinliğini hayata çağırmanın gereğine atıfta bulunduk. Bu akaidde akıl, hak inancı peygamber desteği olmadan bulabilmelidir. Tıpkı Hz. İbrahim örneğinde olduğu gibi, kendisine melek, kitap, mucize, burhan gelmeden, El-İslâm, kıyas ile bulunabilir. Lâkin ahkâm için mutlaka peygamber desteği gerekmektedir. Peygamber desteğine niye muhtaçtır insanoğlu? Bu soru mühimdir. Ahiret işlerinde gayretli dünya işlerinde tevekküllü olmayı onların maceralarına bakarak yeniden hatırlamamız gerekiyor.

Biz köklerine sadık, ceddine hürmetli, peygamberlerine aşık ve insanın şerefli tarihine yakınlığının tek kurtuluş yolu olduğu düşünen bir insan tekleri olarak, düşümüzü kurduk. Düşsüz millet, tezsiz millettir, dedik. En temiz, en riyasız düşleri, Yaratıcısına ve hayata bir çocuk saflığı ve hayranlığıyla bakabilen soylu ruhlar kurmuştur. Hepsine selam olsun. Düşleri hayra yoracak olan ise Allâhımızdır. Tarihi de ancak O yazar.