Bir hicr akşamında yaz
Kendi anlamsalı içinde hürdü. Hür olması doğalığındandı. Öylesine karşı tepkilere alışıktı ki, bazen kendi de karıştırırdı, bu hayırlı mı oldu, şer mi diye? Öylesine bir annenin içinde büyüyen doğallık bizimde sonraki yıllarda tabiatımız oldu. Ne yapsak onu sadece memnun ederdik. –Yaramazlık- hakeza. Anne olmanın doğallığında yaşadı bu ömrü, astımlı namazlarda. Tek derdi abdestli kalmaktı, öyle oldu.
Sabah ona ak pak yaşmaklarla güzelsin dedi. Gidişi çabuk mu oldu,
öyle oldu. Ansız ve beklentisiz. Bazen diyorum ya, bir ömrü niye yaşadık ki
biz, onun evladı olmanın onursallığı dışında ve elbette biteviye neşesine
karşı; şundan bu mesele uçurdu kendini bizim içimizde, bu da sadece ibadetti ve
neşeydi, -ondan bize.- Ne sonsuzca uzanan tabiat ne sahipsizlik duygusu onu
korkutmazdı.
Biteviye hatıra ondan sonra öylesine ağır bir yük olarak sardı -ki
içimizi, biz şimdi onsuzluğun ikliminde büklümlü hediyeler olduk ondan kalan.
Bir değişim mevsiminde kaldı artık o. Biz burada sere serpe ve kendisinden,
ruhundan ama düzenlenmemiş şiir. Düşünüyorum da bazen hiç olan şeyler
karşısında biz neyiz ve kimliğimiz nedir? Öylesine bir dünyadan kalan bir hoş
seda. İçimiz öyle. Ben de öyle. Üzülmeyi ve hüznü bize zinhar aman ha'lara boğan o hoş seda.
Hayat zalimdir de kendi içinde bini bir bela lakin, şimdi
söyleştiğim kuşlar bile benimle arkadaş olacak ondan mütevellit ve onunla.
İçinde varmış kuş yemleri, ellerinde biriktirmiş hatta; dahası, biz onu
yıllarca görür gibi yapıp görmemişiz. İşte öyle dünya durağı. Buradan. O dahi
öyle sevecen anne. Bir o kadar.