26 Kasım 2016

Bir ırkçı icraat: Varlık vergisi rezaleti

Bugün; 1942 yılının Kasım ayı sonlarında kabul edilen Varlık Vergisi Kanunu ile ilgili ayrıntıları sizlerle paylaşacağız.


Milli Şeflik Döneminin Nazi politikaları:

Bir ırkçı uygulama olarak tarihe geçen ve Türkiye'yi medeni Dünyanın gözünde küçük düşüren Varlık Vergisi uygulaması, bir dönemin zihin dünyasının dışa yansımasından ibareti.Milli Şef olarak Türkiye'nin 1940'lı yıllarının yönetimine damga vuran İsmet İnönü, o günlerde Nazi Almanya'sını çok beğeniyor ve bu doğrultuda Türkiye'de nazi politikaları uygulamaya çalışıyordu
O günlerde resmi olarak yönetim sistemimize dahil edilmiş Şeflik müessesesi, esasen devrin yükselen faşist rejimlerinden Türkiye'ye ithal edilmişti.Bu formel benzerlik, ilerleyen zaman içersinde akraba faşist rejimlerle bir duygudaşlık ortaya çıkarmıştı.

Doç.Dr.Necdet Ekinci bu vakıayı şöyle izah eder:

“Milli Şef, totaliter tek partili rejimlere özgü bir dış siyasa uygulamaya başlamıştı.” (Ekinci,1997:135)

Şeflik Rejiminin bir bombardıman halinde yaydığı propagandaya göre, “Bütün dünya bize düşman' bulunuyordu. Tek bir dost ülke vardı. O da Almanya idi.” (Çınarlı,1976:109)

Buna ilave olarak“4 Mayıs 1941 tarihinde Alman diktatörü Hitler'in bir nutkunda Türk devlet adamlarına övgüler yağdırması”(Ekinci,1997:167) iki ülke arasında adeta bir yıldırım aşkı doğurmuştu.

Bu yıldırım aşkının farkına varan Almanya da boş durmuyor Türkiye'nin yönetimini ve kamuoyunu kendine tabi hale getirmek için çeşitli çalışmalara imza atıyordu.

Bu çabalar Türk Bakanlara Almanların makam arabası tahsis etmesi kadar ileri bir noktaya varmıştı.Eski Büyükelçilerden Oğuz Gökmen bu anlamda bir ayrıntıyı şöyle anlatır:

Dışişleri Bakanımız Numan Menemencioğlu Bey'in vaktiyle Hitler tarafından hediye edilmiş olduğu söylenen dıştan kompresörlü, dekapotabl bir Mercedes arabası olduğunu biliyordum. (Gökmen,1999:73)

“Hususi misyonla Türkiye'de bulunan Alman Büyükelçisi Van Papen Türk-Alman ilişkilerine özel yakınlıklar sağlamak için yoğun diplomatik çabalar sarfediyor, parayla Türk basınında Alman gücünü övdüren yazılar yazdırıyordu.” (Ekinci,1997:166)
Dönemin şahitlerinden Münevver Ayaşlı, bunun bir tezahürünü şöyle anlatıyor:İkinci Dünya Savaşı'nda Cumhuriyet Gazetesi, Almanlar ve Nazi rejimini tutuyordu. Herkes General Erkilet'in yazılarını okumak için Cumhuriyet alıyordu.

(Ayaşlı,2003:219)
Yapılan bu propagandalar neticesinde Şeflik Türkiye'sinde Almanya ve Nazizm hayranlığı bir dönem o kadar ileri gitmişti ki “Liselerde Türk subaylarının nezaretinde Nazi subayları, Nazi propagandası yapar olmuşlardı.” (Ekinci,1997:208)
İshak Alaton da çocukluğunda yaşadığı bu anlamda bir olaya Hatıralarında yer verir:

Bir müsamereyi hatırlıyorum, okulun salonunda. Hakiki Alman Nazi subayları üniformalarıyla sahnedeler. Gayeleri çocuklara tesir etmek ve Nazizmi yüceltmek. Propaganda yapıyorlar. Okul yönetimi de Ankara'dan gelen emir üzerine bunu kabullenmiş.Müsamerede oyun yok, propaganda var. Almanya'nın büyüklüğü anlatılıyor, beyin yıkanıyor. Yıl 1940, o gün hafızamda hala olduğu gibi duruyor. (Alaton-Gündem,2012:27)

Şeflik rejimi ise duygudaş olduğu Nazizm ve Almanya ile söylem birlikteliği oluşturmak için de hiçbir fırsatı kaçırmıyordu.Devrin iktidarı Türkçülük ve Milliyetçilik akımlarına göz kırpmış, en yetkili ağızlardan “Biz Türküz ve Türkçüyüz” (Çınarlı,1976:34) şeklinde açıklamalar yapmışlardı.

Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, o günlerde Şeflik rejimin amacının ‘insan tipinden oluşan sürüler yetiştirmek' olduğunu iddia eder.
Ne yazık ki şimdi Nazi rejimi gibi dikta yönetimi insanlardaki bu medeni cesareti kırarak, şefe bağlı,köpekleşmiş, silinmiş insan tipinden oluşan sürüler yetiştirmek için uğraşıyorlardı. (Velidedeoğlu,1977:268)

Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, Nazizme varmış bu Alman hayranlığının devlet katında nasıl karşılık bulduğunu hatıralarında şöyle anlatır:

Akşam, Berlin Büyükelçiliğimizde verilen kokteyle gittik. Elçi yok, maslahatgüzar vardı. Kokteyl çok görkemli oldu. Alman dışişlerinden ve kültür bakanlığından kimi yüksek görevlileri de çağırmışlar.

Kolları gamalı haçlı subaylar da göze çarpıyordu. Bu Almanlardan birisi geleneksel Türk-Alman dostluğundan söz eden ve bizleri öven bir konuşma yaptı. Kafile başkanı olarak ben de bu konuşmaya kısa ve nazik bir şekilde karşılık verdim.Bu kokteylde Türk Öğrenci Müfettişi Reşat Şemsettin'le Sirer tanıştım.

Adını daha önce duymuştum. Fakat bugüne değin tanışmamıştık. Reşat Şemsettin, Hitler Almanya'sının aşırı milliyetçi, ırkçı havasının etkisi altındaydı ve Nasyonal-Sosyalist Almanya'ya hayrandı.

Onun da, tıpkı Hitlerciler gibi, çehre çizgileri gergin, yüz ifadesi en ufak bir gülümsemeden uzaktı. Tatmin edilmemiş insanlara özgü ruhsal bir durum içinde bulunduğu seziliyordu. «Türkiye'de, milliyetçi temel üzerine yeni bir atılım yapılması gerekliliğinden, Almanlardan öğreneceğimiz çok şey olduğundan» söz etti. (Velidedeoğlu,1977:273)

Devlet katındaki bu hayranlık Milli Şef Türkiye'sinin tarihine ‘Struma Faciası' denilecek bir olayı da armağan eder:

İkinci Dünya Savaşında Almanların Romanya'ya girmesi üzerine Nazilerden kaçan 4 bin Yahudi'nin bir grubu 1910 model bir gemiye binerek Köstence Limanından Karadeniz üzerinden İstanbul'a gelirler.Gemi İstanbul'da bozulur.Alman Büyükelçisi devreye girer.

On hafta boyunca Yahudi yolcuları taşıyan Struma Gemisi kıyıda demirli vaziyette bekledi.Gemiye Kızılay ve İstanbul'daki Yahudi Toplumu tarafından yardım malzemeleri ulaştırıldı. Struma'nın arızalı olan dizel motoru da tamir edilmek üzere Haliç'te bir atölyeye götürüldü.1941 yılının Aralık 15'inde, Struma teknesi Sarayburnu açıklarına demir attı. Rıhtıma yanaşmasına izin verilmedi. Gece gündüz polis nezaretinde, 769 kişi 72 gün boyunca deniz ortasında hapsedildiler.

Gemide kalan yolcuların akıbeti ile ilgili müzakereler sonuç vermeyince, 23 Şubat 1942 günü Türk Hükümeti motoru sökülmüş olan gemiyi Karadeniz'de Şile açıklarına romorkörle çektirdi.Gemi orada kaderine terk edildi. Gece boyunca sürüklenen gemi, 24 Şubat sabahı büyük bir patlamanın ardından battı. 103'ü çocuk olmak üzere 768 kişi öldü. Sadece David Stoliar adlı 20 yaşında bir yolcu sağ kurtuldu.(Alaton-Gündem,2012:454)

Varlık Vergisi Kanunu

Sembolik bazı icraatlar o rejimin karakterini ortaya koyan önemli ipuçlarıdır. Rejimin dünya görüşünü ve hayat felsefesini anlamanın yolu bu sembolik icraatlarını tespit etmekle mümkündür.Milli Şeflik Rejimi'nin karakter özelliklerini ve genetik şifrelerini ortaya koyan belli başlı bazı sembolik icraatlar vardı. Bunlardan biri de Varlık Vergisi uygulamasıydı.

Şeflik Rejiminin devrin güçlü devleti Nazi Almanya'sının tesirinde giriştiği bu uygulama; Türkiye'yi bir anda dünyanın gündemine getirmiş, sabıkalı ülkeler konumuna sokmuştu.

İkinci Dünya Savaşı'nın başlamasıyla birlikte azınlıklara duyulan resmî güvensizlik had safhaya çıkmıştı. Eski aile kayıtları araştırılıyor, kimin Yahudi menşeli olduğu bulunmaya çalışılıyordu.

Bazı yorumculara göre Varlık Vergisi, Milli Şef Rejimi'nin dış politika sahasında sürdürdüğü bir ‘denge oyunu'ndan doğmuş bir uygulamaydı.
Yabancı araştırmacılara göre ise bu uygulama, Şef Devri'nin ırkçı icraatlarının bir parçasıydı. Hugh Paulton'göre: “1941 yılında Hitler Almanya'sı ile yapılan anlaşmanın da bu kanunun çıkmasında önemli hissesi vardı.” (Paulton,1999:138)

1942 yılının Kasım ayında kabul edilen Varlık Vergisi Kanunu esas olarak tüccarlardan, istisnai olarak çiftçi ve esnaflardan bir defaya mahsus olmak üzere alınacak bir servet vergisi niteliğindeydi.

varlik-vergisini-vermeyenler-resim

Verginin miktarı hususi olarak kurulan komisyonlarca tespit edilmişti.

Mükelleflerin tespit edilen miktara itiraz hakları yoktu ve vergilerini bir ay içinde ödemeyenler önce kamplara alınmış, daha sonra çalışma yükümlülüğüne tabi tutulmak üzere Aşkale'ye sevkedilmişti.Bu ağır şartlarda tahsil edilen verginin yarıdan fazlası azınlıklarca ödendi.

Prof. Dr Şükrü Karatepe'ye göre;“Vergi, azınlıkları hedef alan haksız bir uygulama olarak tarihe geçti.” (Karatepe,1993:81)
Bütün ülke halkını kapsayan devlet terörü niteliğindeki topyekün angarya, vergi ve yükümlülükler hiç kimsenin ilgisini çekmezken ilgilendirmezken hadisenin mağdur taraflarından biri azınlıklar olunca uygulamayı duymayan kalmamıştı.

Varlık Vergisi Rezaleti

Varlık Vergisi Kanunu Şeflik rejiminin bürokratları tarafından bir cinnet aracı olarak kullanıldı. Bir gecede büyük bir gizlilik içinde daktiloya çekilen liste eşliğinde tahsilat başlatıldı. On beş gün içinde o zamanın parasıyla yarım milyara yakın para toplanması gerekiyordu.

Bu arada bazı sadistçe davranışlar da oluyordu. Bir maliyeci kendi bölgesindeki altın ve mücevherat satıcısı kuyumcuların tümüne haciz koydurmuştu.

Dönemin Maliye Müfettişlerinden Cahit Kayra, bu olayı Hatıralarında şöyle anlatır: “Dükkanının ondüle kepenklerini yağlayan bir garibana ‘Yağ Tüccarı' olarak büyük vergiler yüklenmişti.

Vergiyi ödeyemeyenler Aşkale'ye gönderilmişti.” (Kayra,1995:107)
İşadamı Saffet Ulusoy da yaşananları yakından gözleyen şahıslardan biridir.

İkinci Dünya Savaşı yıllarında hazineye kaynak oluşturmak için uygulanan Varlık Vergisi, büyük tepki çekmişti.Vergisini ödemeyenlerin Kop Dağı'nda yol yapımında çalıştırıldığını hatırlıyorum. (Ulusoy,2005:178)

vergi-muddeti-bitti-resim

1943 yılının Ocak ayının en soğuk ve dondurucu günleri Varlık Vergisi borcunu ödeyemeyen mükelleflerin Aşkale'ye gönderildiği günler olarak tarihe geçti.

O kadar ki “Aşkale'ye gönderilenlerin feci vaziyetleri Türkiye'yi aşarak dünyayı hayretler içersinde bırakmıştı.” (Akandere,1998:202)

İşadamı İshak Alaton'un babası Varlık Vergisi zulmünün en sembolik mağdurlarından biridir.Alaton ailecek yaşadıkları kötü günleri hatıralarında şöyle anlatır:

Varlık Vergisi işlerinin asıl sorumlusu İsmet Paşa'ydı. Çok kızgınım ona, bunu İsmet İnönü'ye de söylemişimdir. Nazizmi ve dışlama politikasını savaş sonrası da devam ettirdi. Babamdan istedikleri 16 bin liralık vergi ihbarnamesini Eminönü, 64 bin liralığı ise Hoca Paşa Vergi Dairesi yolluyor. Sanki “Fırsat bu fırsat bitirelim şu Yahudiyi” demişler. Bir yanlış var, düzeltilir beklentisiyle, evrakları alıp Vilayete gidiyor babam. Heyete soruyor: İki ayrı tebligat aldım hangisi geçerli? Cevap çok net: İkisini de ödeyeceksin.(Alaton-Gündem,2012:33)

(…)Babam yine de çalışıyor.İşine gidip geliyor.Bir gün telefon ediyor. “Polis geldi, beni alıp Sirkeci'deki kampa götürecekler.Eve gelip sizinle vedalaşmak istedim müsaade etmediler” diyor babam.Varlık vergisi zulmü yüzünden Yahudilerin yarısı İstanbul'u terk etti.Aynı işi yapan iki ayrı esnafa iki ayrı vergi çıkarıyorlar.Örneğin Yahudiye 64 bin lira, Türk'e sadece 500 lira. (Alaton-Gündem 2012:36)

(…)Sonunda eve haciz geldi. Mutfaktakilerden sonra yatak odalarına geçildi. Mobilyalardan geriye bir- iki yatak döşek bıraktılar. Giyeceklerimiz yerlere atıldı.Yemek yiyecek ne bir masa ne de ısınacak soba kaldı.Isınacak sobayı bile sattılar. Kış ortasında seni böyle bırakıyor devlet. (Alaton –Gündem,2012:37)

Alaton ailesine yaptıklarını yeterli bulmayan Şeflik Rejiminin bürokratları son olarak baba Alaton'u Aşkale'ye kampa gönderirler:
(…)İstikamet Aşkale taş kırma kampı.Babamın vergi borcunu bu şekilde ödeyebilmesi için yani 64 bin lira için yaklaşık115 yıl taş kırması lazım. (Alaton-Gündem, 2012:40)

Ve bir akşam İstanbul'daki Alaton ailesinin kapısı ansızın çalınır.

(…)Aşkale'ye 1942'nin Aralık ayında gitti Babam. Bir yıl olmuş neredeyse.1943'ün Aralık ayındayız. Yine bir kış günü.Biz evdeyiz akşam olmuş, hava gittikçe kararıyor. Her odada ampul de yakmıyoruz zaten. Annem diyor ki “Elektriği ödeyemiyorum”.Çoğu zaman karanlıkta oturuyoruz. Daha ucuz diye bazen mum yanıyor yere oturup ders çalışıyoruz. Kapı çalmış,çocuklardan biri koşup açmış farkında değilim.

Evin oturma odasına bir dilenci giriyor. Beyaz saçlı ihtiyar bir Adam. Zayıf, avurtları çökmüş ... Kıyafet felaket.. Pantolonu asker pantolonu, üzerinde ince bir şey var.Yanında bir de dilenci torbası…Sonunda adam konuşmaya başlıyor. O konuşmaya başlayınca sesinden anlıyoruz ki bu adam benim babam. Bir yıl önce saçları simsiyahtı.Şimdi bembeyaz olmuş. Aşkale'de saçları tam siyahtan, beyaza dönüşmüş, biraz da dökülmüş. Şaşkınız öylece dona kaldık. Uzun uzun bakışmanın ardından kucaklaştık nihayet. Babam fena kokuyordu, çünkü dört günlük bir yolculuktan geliyordu. Giderken yaptıkları gibi yine vagonlara doldurmuşlardı. Babam bir yılda ihtiyarlamış,41 yaşında yaşlı bir adam olmuştu. (Alaton-Gündem, 2012:42-43)

Neresinden bakılırsa bakılsın Varlık Vergisi bir ırkçı cinnet uygulaması olarak tarihe geçti.Yetmiş yaşında felçli bir Yahudi ile 65 yaşında özürlü bir Yahudi'nin sürgüne gönderilmesi, cinnetin boyutlarını gösteren manidar bir uygulamaydı.
Dönemin CHP'li Bakanlarından Hilmi Uran, bu vakıayı Hatıralarında şöyle itiraf eder:

Vergi, Büyük Millet Meclisi'nden çıkan bir kanunla tahsil edilmiş ve kanunun tatbiki şekli de o vakit hepimizin gözü önünde cereyan etmiş olduğu için eser tamamıyla Halk Partisi'nindir.(Uran,2007:316)

Kanunun varlığı kadar kanunun uygulanış tarzı yerli yabancı bir çok insanın adalet duygusunu derinden yaralamıştı.
Prof. Dr. Osman Akandere'ye göre; “Kanunun uygulanış tarzı ne hak, ne hukuk ne sosyal adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak derecede keyfi ve totaliter bir yaklaşımdı.” (Akandere,1998:205)

Bernard Lewis'in naklettiğine göre; “Kanun'un mimarlarından İstanbul Defterdarı Faik Ökte, İktisat Fakültesi'ndeki hocası tarafından aranarak, ‘Oğlum, siz toptan deli mi oldunuz?' ifadesiyle suçlanmıştı.” (Lewis,2000:171)

Konuyla ilgili inceleme yapan araştırmacılar kanunun uygulanışında ırkçı karakterin ağır bastığı yönünde ittifak ederler.
Trajikomik olan şuydu ki, Şeflik Rejimine ideologluk yapan azınlık mensubu iki kişi, Tekin Alp (Moiz Kohen) ve Karabet Devletliyan Varlık Vergisi Kanunu uygulamasından muaf tutulmuşlardı.

Varlık Vergisi Kanunu, 15 Mart 1944'te tahsil edilemeyen alacakların iptal edilmesiyle birlikte tarihe karışır.Ancak bu uygulama toplum vicdanında unutulmaz yaralar bırakmıştır.

Hikmet Bila, bu gerçeği kayıtlara şöyle geçirir:

“Varlık Vergisi, geride rüşvet, kayırma, kandırma ve çalışma kamplarının yarattığı bir hınç bırakmıştı.” (Bila,1999:100)