29 Ağustos 2016

Bir istanbul gezisi

Geçtiğimiz hafta boyunca İstanbul'daydık. Özlemle geldiğimiz İstanbul'da birçok şeyin değiştiğine şahit olduk.

En son Mart ayında İstanbul'a gitmiştim. Darbe teşebbüsü yoktu, lakin kokusu vardı, 25 Martta darbe yaptırmak veya planlamak aptallık demiştik, dönüşte. Kimse üstüne alınmamıştı.

Sur olayları, Cizre, Şırnak, Nusaybin aslında bas bas bağırıyordu. Birileri darbeye zemin hazırlıyordu usul usul… Devlet içine çöreklenmiş terör örgütü adım adım darbeye yuvarlamaya çalışıyordu Devleti. Ceylanpınar'da iki polisin şehit edilmesiyle tetiklenen çözüm sürecinin sonlanması operasyonunun PKK tarafından reddedilmemiş olması ve hendekler artık yeni bir dönemin kapılarını aralamıştı. Üst akıl, örgütler eliyle yeni bir dönem açabileceğine inanmış, bir iç savaş provasıyla son kaleyi düşürmek istemişti.

Sayın Erdoğan'ın çağrısı, Halkın sokağa çıkması ile tanklara ve uçaklara karşı dik durması sonucu iki yüz elli şehit ve iki binden fazla yaralı vermesiyle bastırılmasına rağmen her yerde hala o zor günlerin izleri duruyor İstanbul'un üzerinde…

İstanbul'un sokakları eskisi kadar kalabalık değil, Batılı turistler yok, yerlerini daha çok Arap turistler almış durumda. Mısır çarşısı ve civarında eskiden İngilizce, Almanca müşteri çekmeye çalışanların yerini Arapça bu işi yapmaya çalışanlar almışlar… Millet halinden memnun, az ama paralı müşteriler dolaşıyor ortalıkta. İstanbul, İstanbul olalı bu kadar sakin olmamıştır her halde. Asil bir sakinlik her sokakta kendini gösteriyordu.

İnsanlar darbe girişimi gecesini konuşuyorlar; Köprüyü, Kışlaları, halkın mukavemetini, şehitleri…

Kimse dert yanmıyor. Kimse neden arkadaşlarımız Şehit oldu demiyor, keşke bizde şehit olabilseydik diyorlar sadece, tekrar olsa tekrar sokaklara çıkardık diyorlar. Alevisi,Sünnisi, Kürdü, Türkü, Lazı, Arnavutu tek yürek olmanın güzelliğini, el ele büyük bir iş başarmış olmanın gururuyla dolaşıyorlar sokaklarında şehri kadimin… Haklı bir güzellik bu, hakları bu…

İstanbul'u adım adım dolaşırken o gece orada olamamanın hüznü sardı bizi. Kızımla köprü direnişinde olsaydık keşke diye hayıflandık. Şehitlerimize üzüldük…

Sarıyer'den Yavuz Sultan Selim köprüsüne bakarak gururlandık. Altından geçen gemileri gördükçe belki yakın bir zamanda planlanan Kanal İstanbul rüyasını da göreceğimizi konuştuk.

Vakit çarçabuk geçti. Dönüş için havaalanında son kontrollerden geçerken yan sırada bir gurup Arap bayan sıra bekliyordu. Onların arkasından gelen modern giyimli ileri yaşlı bir karı-koca güvenlik görevlisine çıkışarak “onları neden tepeden tırnağa aramıyorsunuz, neden peçelerini açıp yüzlerine bakmıyorsunuz, siz böyle yapmadığınız için bunlar içimizde bomba patlatıyorlar” diye yüksek sesle azarlamaya çalıştı. Görevlinin çok nazik bir şekilde – Efendim onlar gerekli kontrollerden geçtiler, siz kendi işinize bakın lütfen demesi yüreğimizi nispeten rahatlatsa da böylesi bir olaya da şahit olmak son dakika için bizleri üzmeye yetti.

İstanbul bir rüya, İstanbul bir kahramanlık kenti olarak geride kaldı. Keşke o son olayı da yaşamasaydık…