Bir Su Güncesi
Mavi gök yağız yer…
Hal imiş demiştik… İnsanî varlığımızın yüzde 60’ını oluşturduğu
söylenen, iki zıttın bir yakıcı ile bir yanıcının bileşiminden doğan, geceye
gündüzü gündüze geceyi saklayan hikmetin varlığımıza koyduğu efsunlu bir hayat
kaynağıdır su. Fuzuli’nin Su KasidesindeÂb-gûndur günbed-i devvâr rengi bilmezem Yâ muhît olmış
gözümden günbed-i devvâra su (Şu dönen gök kubbenin rengi su rengi midir; yoksa gözümden akan sular,
gözyaşları mı şu dönen gök kubbeyi kaplamıştır, bilemem) dediği misüllü yer
mavi, gök mavi, sular masmavi bir halin içindedir halimiz. İşte su böyle
kocaman bir devran iken zübde-i ekvan olan insanın gözünden damlarken kocaman bir
âlem de oluverir. Varlığın sahibi elçiyle su oluverir ateşten gönüllere,
kötülüklere, gamlara: Seyyid-i nev-i beşer deryâ-ı dürr-i ıstıfâ Kim sepüpdür
mucizâtı âteş-i eşrâra su (İnsanların
efendisi, seçme inci denizi (olan Hz.Muhammed'in s.a.v) mucizeleri kötülerin
ateşine su serpmiştir.) O alakada öyle bir efsunlu hal vardır ki; Dostu
ger zehr-i mâr içse olur âb-ı hayât Hasmı su içse döner elbette zehr-i mâre su ((Onun) Dostu yılan zehri içse bu zehir
âb-ı hayat olur. Fakat düşmanı su içse içtiği o su elbette yılan zehrine
döner.) Dostun zehri ab-ı hayat olur da nadan ne bilsin içtiği sudan
zehirlenir. İşte su, hidrojen ve oksijen gibi insan hayatına yalnız başına
zararlı iki madde birleşip insana hayat olurken insanlar insanlara nasıl böyle
nadan olur anlaşılmaz. Gam ehline sormak lazım zira ahkâm kesmekle değil gam
çekmekle bilinir hayatın esrarı… Suya rahmet denmesi her şeyi sudan yarattık
hikmetine dayanarak bakınca o iki zehirli gaz nasıl bir medeniyet var edici
oluyor belki sezmeye başlarız.
Su halden hale geçerek
her haliyle dünyamızda var oluyor. Buzullarda donuyor, daha aşağılarda sıvı
halinde iken sıcaklara geldikçe buharlaşıyor. İnsanın hali gibi su da halden
hale geçiyor; bazen rahmet bazen zahmet oluyor. En ibretlik olan ise donmaya yüzeyden
başlayıp altındakileri adeta örtercesine içeride sıvı halde suyu saklamasıdır.
Dipten donsa hayat sonlanacakken buz haliyle yukarıda mevsimine göre halini
alıyor. Biz insanlarsa birine muğber olduk mu donmaya dipten başlıyoruz! Bulutlardan
kurak yere düşerken rahmet olması ve bereket getirmesi söz konusu iken sel olup
felaket olması da mümkün. Bendini yıkan insanlar umranları telef ediyor! Hal
imiş dedik halden anlayana imiş…
Kültürün dünyasında su
hayat, sonsuzluk, bereket ve kutsallığı ifade ediyor. Türkler mavi gök altında yersuları
aziz bilirlerdi. Yağız yer ve oradaki sular onlar için kutlu idi. Yaratılış
mitolojilerinin pek çoğunda varoluş su ile zuhura gelir. Su içine girdiğiyle
birleşir; çamur âdeme dönüşür. Bilgeler
sulak yerlere benzer nereye ayaklarını vururlarsa oradan su çıkar, diyen
Yusuf Has Hacib de bu manayı ölümsüzleştirir. Mevlana, “Bu dünyada,
susamış kişilerin su aradıkları gibi, su da dünyada susamışları arar.” “Susuz bir kimse; “Ey tatlı su, neredesin?”
diye inler, feryat eder. Su da; “Ey susamış olan, ey su isteyen kişi,
neredesin?” diye inler, ağlar durur.
İçimize düşen bu susuzluk, suyun bizi istemesinden, bizi kendisine çekmesinden
ileri gelmektedir…”, derken suya gönül yerinden ve manasından bakarak konuşur.
Yine Mevlana “Sen; şu halkı, dünyayı ve bütün yaratılmış şeyleri saf, duru bir
su gibi bil; o temiz ve berrak suda büyüklük, kudret ve kuvvet sahibi Cenab-ı
Hakk‟ın sıfatları parlamaktadır!” derken de âlemi suya benzeterek gök kubbeyi
ve gözyaşını birleyen bir anlayışla suya bakar. Bizdeki cana bir imge kurarak
Mevlana “Sen, kendin, testiye benzeyen
bedeninde su gibisin; yaydığın dedikodu, yaptığın barış ve savaşın da sudaki
kabarcıklar gibidir! Ey akıllı kişi; bu şekiller, bu suretler, akarsuyun üstündeki
kabarcıklara benzer! Yahut da içteki sırlar dışarı çıkıncaya kadar, içteki
suyun üzerindeki köpükler gibidir!” der. Yine tasavvuf yolunun
yolbaşçılarına ima ile Mevlana “İşi,
insanları ateş gibi yakan bir haydut. Şeyh kimdir? Ezel denizinin ta kendisi.
Ateş her zaman su ile korkutulur. Çünkü onu söndürür, onun düşmanıdır. Fakat su
yanmaktan, alevlenmekten hiç korkar mı? Sen de ezel denizi olan şeyhin
karşısında ateş gibisin.” tespitlerini yapar. Hakikati aramak, manaya
kavuşmak insanın bitmeyen yazgısı. Mevlana bu manada suya bir mana kapısı
açarak; “Eğer insan isen, su arayan
koyuncu gibi, durmadan şu toprak bedenini kaz da, suya kavuş! Fakat içmeye
elverişli duru su, Allah’ın cezbesi erişirse, kuyu kazmadan da yerden fışkırır.
Fışkırır ama sen buna kulak asma; yavaş yavaş, azar azar kuyunun toprağını kaz,
derinleştir!” Kim zahmet çekerse, bir
define elde eder. Kim çalışır çabalarsa, saadete, devlete ulaşır.”diyerek
hakikati arayan insan ile su arasında bir tefekkür bağı kurar. Mevlana nereden
geldiğimizi ifade ederken meadı yani dönüşü de ihmal etmez; “Herkesin bildiği ve ne olduğu hakkındaki
fikirlerin birleştiği “ölüm” karanlıkta gizlenmiş âb-ı hayattır. Nilüfer çiçeği
gibi git, bu hayat ırmağında yetiş, susuzluk hastalığına tutulmuş kişi gibi
harîs ol, iştiha ile suyu, yani ölümü ara. Su, susuzluk hastasının ölümü olduğu
halde o, su arar ve sabredemez, içer. Doğruyu, hakikati bilen ancak Allah‟tır.”
Mevlana, “Bilgi suyu gönülden kaynayıp
coşunca, o su; ne kokar, ne eskir, ne de bulanıp sararır! Kaynağının yolu bağlı
ise de ne gâm; o zaten her an gönül evinin içinde kaynar durur! Tahsille,
okumakla elde edilen akıl, ırmaklara benzer; yataklarından akar, ovaya öyle
ulaşır. Onun aktığı yol bağlanınca, olduğu gibi kalır, akamaz olur; sen,
kaynağı kendi içinde, kendi gönlünde ara!” diyerek bilginin ve aklın izahı
beyanında suya temas eder. Su doğunca bize hayat öldüğümüzde bize son temizlik,
medeniyetlerin ana dinamiklerinden biri olarak tarihe ve hayata dokunmaya devam
ediyor.
İnsanın hali ile suyun hali böyle nice yerde madde ile mana arasında
birleşir durur. Mevlana, “İnsanın nurunu,
kemalini artıran lokma, helâl kazanç ile elde edilen lokmadır. Haram lokma ise,
kandilimize konunca kandili söndüren yağa benzer. Sen ona yağ değil su adını
koy, çünkü ışığımızı söndürüyor.” diyerek o rahmette zahmet olan hali de
gösterir. Işığın söndüğü o yerde hakikat görünmez olur. Kandilimizi söndüren
yağ nasıl bir şeydir? Değer istismarı kandile ve ışığa mürüvvetsizlik değil
midir? Bu meyanda kendini kandil bilip o haram lokma ile ışığı söndüren nice zihinler
tarih boyunca hayatı ve değerleri yozlaştırdı.
Bir dağ başında ince ince harabat bir çeşmeden akan o latif suya
bakıp insanı, hayatı ve hakikati düşünürken su
gibi aziz ol sözü geliveriyor hatıra. Bilgeler sulak yerlere benzer diyen
Yusuf atam ne der acaba? Töre burada nerede durur? Kut bir su mudur? Seyyid-i nev-i
beşer deryâ-ı dürr-i ıstıfâ Kim sepüpdür mucizâtı âteş-i eşrâra su. Hal imiş…
Vesselam