Bir ‘tasarım’ olarak dünya haritası

Merkezi Şikago Amerika'da olan dünya tasarım ödüllerinin Japonya ayağı, Japan'sGood Design Awards 2016'nın sonucu, geçtiğimiz günlerde açıklandı.

Zafer, yarışmaya bir harita tasarımı ile katılan Japon mimar Hajime Nurukawa'nındı. Onunki, atlaslardaki ezber dünya formundan çok farklı. Dikdörtgen sunumda, en doğuda Kuzey ve Güney Amerika kıtaları bulunuyor. Haritanın en önemli özelliği; mevcut hataların tamamen giderildiği, ölçümlerin en doğru şekilde uygulandığı çizim olması. Fakat “en doğru” olarak tanıtılmasına rağmen bir sorun var; yalnızca Japonya'yı bağlayan bir ödül kazanmış “tasarım”, uluslararası-küresel bağlamda nasıl karşılanacak?

İlkokuldan itibaren haritalarla haşır neşiriz. İlk dünya ve sanat tarihine dair okumalar yaparken de devletlerin, medeniyetlerin, kültürlerin yayılışını ve yerleşimini anlamak için haritaları inceleme ihtiyacı duyuyorduk. Afrika'nın Helenistik diyara (Yunanistan), süper güç efsanesinin (ABD) Japonya'ya bu kadar yakın olduğunu görmek tuhaf geliyordu. Etiler ile Gültepe'nin arasındaki görünmez sınırları -ekonomik, kültürel uçuruma rağmen- keşfettikten sonra, bu uzak-yakınlıkları daha normal algılamaya başladığımız doğrudur.

Aslında yeni'ye, modaya, en çok talep edilene ve en çok sevilene endeksliymiş gibi duran pop kültürünün daima dar kapsamlı seçenekler sunduğunu, 21. yüzyıla gelindiğinde kavrayabildik. Dünyanın öbür ucuyla anlık iletişimi sağlayan uydu teknolojilerinin belki bizlere sağladığı en önemli faydalardan oldu bu. İletişim özgürleşip sınırları genişledikçe, daha fazla bilgiye ulaştık. Başımıza gelen iyi-kötü her şeyin iyi ve kötü başka içerikler taşıyabildiğini anladık. Normal hayatlar sürerken bile, başka yerlerde anormalliklerin süregeldiğini fark ettik. Dayatmalara yönelik sezgiler, toplumlar nezdinde de belirginleşti. Kısacası gözümüzdeki perdeyi kısmen de olsa kaldırmış olduk. (Bu yaklaşım, ‘tanık olma'ya dair yalnızca olumlu eleştirileri içerir.)

Pop kültürü ve dünya üzerinde söz sahibi olmayı beş'e indirgeyen “üst yönetim”in dayattığı temsil, “gelişmişler” diyarının Batı bloğu ülkeler olduğuydu. Zaten “gelişmişlik”, Hıristiyan halklar dışındakileri pas geçiyordu. Batı ve Doğu, yalnızca bir yön ifadesi olmaktan çıktı, birbirine zıt iki bloğu temsil eden kavramlara dönüştü. Osmanlı'nın birleştiriciliği de aradan çekilince koşulsuz tâbi olunan bu yargı, Doğu'da ve Ortadoğu'daki büyük medeniyetleri, kronik ve bulaşıcı özgüven problemiyle karşı karşıya bıraktı. Buna bazı Hollywood filmlerinde de rast geliriz. Mesela Babil filminin, bu serencamın günümüz yansımasını net yorumlayan birkaç yapımdan biri olduğunu söylemek gerekir. Keza kurgu sahibi, kurgusunun görünür ve görünmeyen uzanımlarını en iyi bilendir.

Batı'nın hayatlarımızda kuşatıcı bir etkisi olduğunu ve bundan kurtulmanın zorluğunu inkâr etmek, mevcudu değiştirmiyor. Batı, dünya genelinde daima “kazanan, yenilmez, medenî ve öncü” tarafı temsil ediyor. Doğu ise Batı'ya tâbi “gelişmişliğin” zıddı anlayışlar içeren bir uzantı sadece. Amerika'daki başkanlık seçimlerine Türkiye ve dünyanın yakın markaj tutumu, dünyaya yeni bir “başkan” seçildiğini doğruladı. Başka hiçbir yerle, Amerika'yla olduğu kadar alakadar değiliz. Çünkü orada altı çizilen her hareket, bizi de doğrudan etkileyen değişimler içeriyor. Bunun gündelik hayatımızı düzenleyen kültür politikasının parçası olduğunu nasıl inkâr edelim?

Piri Reis de Batılı bilim insanları gibi Amerika'yı Batı'da çizmişti. Bunun önceki haritalara bağlı kalmasının yanında Amerika'nın keşfiyle de ilgisi vardı. Haritalar kâşif gemilerde çizilmeye başlar, gemilerin rotası neyse, haritalar da o ilerlemeye göre şekillenirdi. Yani bu bağlamda Amerika'nın Batı'ya yerleşmesi doğaldı. Fakat “hatalı oranlar”ın uluslararası politik sapmalarda rol, algılarımızla oyun oynayabildiği gerçeği, art niyetli bir problemdi.

Nurukawa'nın haritasını çizene kadar, biri resmî değeri olan iki farklı dünya haritası mevcuttu. 16. yüzyılda çizilen ilk “tam” harita, kuzey ülkelerini güneydekilere nispetle büyük gösteren ve Batı egemenliğini dayatan, hâlâ kullandığımız yanlış haritaydı. Teknoloji sayesinde doğru oranlar yakalanabilecekken, “egemenlik” oranlarını bozacağından “tasarım”a dokunulmuyordu. Bariz hatalar yüzünden haritaların alt köşelerine uyarı notları konuluyordu. Bu konuda 1974'te Alman bilim insanı Arno Peters'e değin yeni bir hamle olmadı. Peters'in çizdiği haritada güney ve kuzey yarımküre oranları eşitlenmiş ve eğime bağlı sapma giderilmişti. Merkezî konumlanan İngiltere, Kanada, ABD, Rusya gibi ülkeler epey küçülmüş ve merkezden ayrılmış; başta Afrika ve Güney Amerika kıtası olmak üzere, Arap Yarımadası, İran, Çin gibi ülkeler belirgin şekilde büyümüştü. Yeni haritada “güçlü” Batı ülkeleri kuzey yarımkürenin üst kısmında preslenmiş gibi duruyordu. Harita elbette onaylanmadı.

Nurukawa'nın haritasının Japonya'yı merkeze taşımasını, haritacının milliyetine göre “pergel” kullanması olarak yorumlayabiliriz. Yine de Peters'in çiziminde olduğu gibi, kıtaları gerçek boyutlarıyla yansıttığı söyleniyor. Haritayı paylaşanlar “doğruluk” payesini Amerika'nın Doğu'ya yerleşimine vermeyi seçti. Çünkü algılarımız, “Batı” kelimesinin kavram olarak “dünya hakimiyeti”ne karşılık geldiğini, “Doğu”nun da Batı karşısında “yenilmişliği” temsil ettiğini kabul ediyordu. Harita Amerika'yı Doğu'ya “ötelediğinden”, bu, ona haddini bildirmek sayıldı.

Ödüllere bel bağlamanın izafi, sanal ve geçici hükümlerin peşinden gitmek olduğunu düşünen biri olarak, Japon mimarın çizdiği harita sayesinde aldığı ödülden çok, “yanlış” harita meselesinin gündeme gelmesinden yanayım. Ancak Batı, hatalardan arındırılmış, kıtaların alternatif dizilimle konumlandırıldığı bu haritayı kabul eder mi? İşte bu, hem kültürel hem de politik bağlamda en önemli soru, en büyük sorun! Tam da haritaların değişmeye zorlandığı bu zamanda…

Not: Yeni Söz gazetesi, Peters'in çizimi “doğru” haritaya dair 2 Nisan 2016 tarihli bir haber yaptı: “Bu haritaları ne zaman değiştireceksiniz?” Hatırlatmış olalım.