Biraz mevsim biraz insan

Hayatlarımızın tahrip edilmemiş, biçimsizleştirilmemiş, dönüştürülmemiş izdüşümleri hangi kayıp sayfalarda kaldı? Bu kadar çok el var ki yaradılışı bozan, saf hâlden uzaklaştıran, biçimsizleştirmeyi başaramasa da, niyetlenen… Üstelik bozguncu eller de kendimizinkiler; bu tuhaflığı anlamaya çalışmak bile zor.

İşin içinde nice işler, mânâların içinde nice mânâlar var; lâkin dünyaya gelen insanın, insanî zaafları neticesinde, kısmen yahut tamamen hakiki sıfatlarından uzaklaşması hattahayvanileşmesi hiçbirimize yabancı değil. İradenin hor kullanımıdır, çözülüşüdür ve düşüşüdür insan hikâyelerinden yükselen pis kokulu dumanın kaynağı. Burnumuzu tıkamak ne haddimize!

Gözlerimiz öyle manzaralar gördü ki, körlüğü istemenin aklımızdan bir defa dahi geçmemiş olması mümkün değil. Kulaklarımız öyle sözler işitti ki, sağırlığı dilediğimiz anlar oldu muhakkak. Ya harap olmuş hislerimiz… Kimbilir kaç kere hissedebilmenin tükenişini diledik?

Bu yokluk taleplerinin hepsi, hâlâ yumuşaklığını koruyabilmiş, bir parça insan kalabilmiş kalbin sesinden türemekte.

Şüphesiz hâlâ; insanların, bir parçasının bazı parçaları biraz insan. O birazlar ve bazılar tükendiğinde kopacak kıyamet. Demek ki hâlâ bir parçanın birazı kadar vakit var.

Memleket sathına dolup dolup taşan nesillere dönüp bakınca insanlarımızın birazının hatta biraz daha fazlasının insan kalabildiği görülür.

Çünkü her yöresinde en az bir cins ağaç yetişir. 

Ağaç demek, biraz insan demek; biraz da mevsim…

Topraktaki gölgelerden nasıl vakit biçiliyorsa, ağaçlardan mevsim biçilir.

İnsanın yaradılışının tahrip edilmemiş halidir bir ağacın seyri. Hani o kayıp sayfalar… hani o saflığın izdüşümü… hani o yitirmekte olduğumuz hakiki sıfatların temsili.

Serinlik başladı mı tohumlar da kımıldanmaya başlar. Çünkü hep bir bahar gerekir başlamak için. İlk ya da son olması fark etmez. Her bahar bir yeni için doğar. Rüzgâr eliyle toprağa gömülen tohum için yerini benimsemek koca bir kış sürer. Cemreler dağıldı mı yeryüzüne filizler yükselir. Yeşil dallar, güneşin ve bulutun damlalarıyla coşar, kabuklanır, yeni filizlenmelere uyanır. Hiç bitmez filizlenmeler, her bahar döngüsünde yenilenen yapraklar eşliğinde...

Yalnızca filizlenmeye meyilli olsa dallarımız, gövdemiz suyun ışığın sözünden hiç çıkmasa, yaradılışına, bütün yaratılmışlara ve Yaradan'a ters düşmese seyrimiz, biraz olsun insanızdır zaten.

Bu memlekette dört mevsim eksiksiz yaşanır. Bu yüzden çölü yoktur, buzulu yoktur. Beldeleri, sonsuz kere insanı katılaştıran, kurutan, donduran, kesen, acıtan iklimlerden uzaktır.

Bu memlekette her çeşit insan yetişir bu yüzden, her çeşit ağaç gibi. Ve bu yüzden mevsimlerle yaşar insanları. Toprağın uyuyup uyanmasına şahit olmuştur.Kızgın güneş altında beslenen öfke, güz yelleriyle; tipiyle çoğalan uyku bahar esintileriyle dağılmıştır. Her mevsim yeniden biçimlenmiştir insanları. Her mevsimde çoğalmıştır, büyümüştür ve gezinmiştir beldeden beldeye.

Buralar uzak değil insanlıktan. Kalmışsa hâlâ bir medeniyet mayası; ondandır dolup dolup taşması. Ondandır fevri hınçlarla coşması, sonra pişmanlıkla ağlaması, ağıtlar yakması.

O yüzden kapısı çalan eksik olmaz. Çünkü bir kapı, ardında insan yaşattığı için çalınır.

Ağaç olmak; biraz insan, biraz da mevsim olmak…

O yüzden biraz ağaçtır bu memleketin insanları. Dallar mevsimler boyu eskiyip kurusa da, gövde vadesini doldurup çürüse de kökten kıvılcımlanan yeni filizler, dağ taş aşırmış tohumlarla taşır ilmini, irfanını. Sonra yeni gölgelikler peyda olur, sonra yeni ormanlıklar…

O ağaç olabilenler ki sessizce olağanın, olması gerekenin dışında kalmayan hakikatleri söyler.

Çalınan her kapı mutlaka açılmalıdır; kapıya gelen boş döndürülmez… Ve bunu ancak duyabilmiş olan bilir.