'Biz türkülerin milletiyiz'
Türk milletini tanımak istiyorsanız bin yıllık türkülerine müracaat edin. Türkülerimiz kimliğimizin kendisidir. Bu milletin bin yıllık sosyolojini ve psikolojisini araştırmak isteyenler din, tarih, örf-âdet gibi değerlerin ardından binlerce türkülerimizin dökümünü yapmalıdırlar. Müslüman aynı mânaya gelen Türk milleti türküsüz yaşayamaz. İçini türkülerle döker.
“Bayramlarda düğünlerde / Toplantıda yığınlarda / Sıkılınca
dar günlerde / Türk’üz türkü çağırırız / (…) Su başında sulaklarda / Türkün
sesi kulaklarda / Beşiklerde beleklerde / Türk’üz türkü çağırırız”
Türkler
millet olurken ve Anadolu’yu vatan kılarken saz âşıkları ve ozanlar Tekke
şiirlerinden bestelenen türkülerle irfanımızı tebliğ edip yaydılar. Hacı
Bektâş-ı Velî’nin, Hacı Bayram-ı Velî’nin, Yûnus Emre’nin, Pîr Sultan Abdal’ın,
Kaygusuz Abdal’ın, Nesimi’nin tasavvufî şiirleri ozanlar tarafından türkü
olarak milletin gönlüne düşürüldü, âyet ve hadislerin mânaları türkü ile
anlatıldı ve sevdirildi.
“Derdim çoktur hangisine yanayım / Yine tazelendi yürek
yarası / Ben bu derde hande derman bulayım / Meğer dost elinden ola çâresi /
Efendim efendim benim efendim / Benim bu derdime derman efendim…” Türküler
Türk milletinin fikir ve hissiyatında en çok yer alan bir değerdir. Millî
kültürümüzün temel unsurlarından biridir türküler. Türk
milletinin gönüllerinin kaynaşmasıdır, ortak sesi ve dil birliğidir. Düğünde,
bayramda, savaşta bize eşlik eden en samimi, içten nağmelerdir. Kitaplarımız,
sanat değerlerimiz elinden alınmış olsa, kültürümüze, inancımıza en zıt bir
siyasî rejim altında tutulmaya mahkûm edilsek bile türküsüz edemeyiz.
“Havada
bulut yok bu ne dumandır / Mahlede ölüm yok bu ne şivandır / Şu yemen elleri ne
de yamandır / Ah o Yemen’dir gülü çemendir / Giden gelmiyor acep nedendir”
ANADOLU’DA DÎNİMİZDEN SONRA TÜRKÜLER
YAYILMIŞTIR
Türkülerimizi
yaşatanlardan Bayram Bilge Tokel’in söyleyişiyle “Türküler bu yurdun kanla ve
gözyaşıyla yazılmış tapusudur.” Bu irfanî değerden dolayıdır ki türküler
birleştiricidir. Magazin ve-gayr-ı ahlâkî sahne eğlencelerinin mezesine
dönüştürülmeyen hakiki türkülerin mânasını anlayarak dinlenildiğimizde millet
mensubiyetimiz güçlenir. Türküler asırlardır tekke ve dergâh mensubu olan ehl-i
dil âşıklarca yazıldığı ve bestelendiği içindir ki, dinîmiz İslâm’ın ardından Anadolu’da
ve medeniyet coğrafyamızda en çok türküler yayılmıştır. Çünkü türküler
dilimizi, sözümüzü, gönlümüzün âvazını taşıyor.
“Ne
ağlarsın benim zülfü siyahım / Bu da gelir bu da geçer ağlama / Göklere erişti
feryadım ahım / Bu da gelir bu da geçer
ağlama / Bir gülün çevresi dikendir hardır / Bülbül gül elinden ah ile zardır…”
BİZİM ROMANIMIZ VE HİKÂYEMİZ
TÜRKÜLERDİR
Ahmet Hamdi
Tanpınar’ın türküler için söyledikleri yüreğimden fışkırmış sanki. Mâşerî ve
ferdî ruh âhengimizin unsurlarından biri olan türkülerin hakkını teslim eden
sözleri Anadolu insanının iç dünyasını anlatıyor: “Anadolu türküleri korkunç
şeylerdir. Birden bire kulağınızın dibinde bir daha içinden çıkamayacağınız bir
uçurum açılıverir. Artık ondan sonra sizden hayır gelmez. Her şey etrafınızda
alt üst olmuştur. Çünkü sıcak ekmek gibi insan ıstırabıyla, azmiyle, hasretle,
ölümle baş başa kalırsınız.”
“Huzur”
romanında kahramanlarına türkülerin Türk milleti için kıymet ve ehemmiyetini
söyleten, Beş Şehir kitabında türkülere ziyadesiyle yer veren Tanpınar
türkülerimizin dostudur. Yüreğimize su serpen şu ifadelerini Türk Toplum Tarihi
okutan her sosyal bilimci dikkate almalı: “Türküler, hayatın sürekliliği
içinde bir yığın değişmeye rağmen daimi kalan aslî yanımızı ifade ederler. (…)
Anadolu’nun romanını yazmak isteyenler, ona mutlaka bu türkülerden
gitmelidirler. Anadolu’nun gerçek romanını yazmak isteyenler muhteva yüklü
türkülere eğilmelidir. Yemen türküsü ile ona benzer türküler Anadolu’nun iç
romanını yaparlar. Türk insanının yazılmayan romanı türkülerde saklıdır.”
RÛHUMUZU ÖĞRENMEK İSTİYORSANIZ
TEKKE TÜRKÜLERİNE BAKACAKSINIZ
“Huzur”
romanının kahramanlarından Mümtaz (Tanpınar’ın kendisidir) türkü söyleyip
oynayan çocukları görünce “Devam etmesi gereken işte bu türküdür.
Çocuklarımızın bu türküyü söyleyerek, bu oyunu oynayarak büyümesi…” diyerek sevinir. Kemalist Cumhuriyetin
şeflerine temenna eden ve a’rafta
bir aydın olan Tanpınar, sanki bu kusurunu affettirircesine hakikatli sözlerini
Huzur romanının başkahramanlarından İhsan’a söyletir. Türkülerle mayalanmış
millet şuurumuzu şahlandırıyor İhsan’a söylettikleri: “Bu cemiyeti ruhundan mı
öğrenmek istiyorsunuz? Musikisine ve halk havalarına, tekke nefeslerinize
bakacaksınız. O zaman bizi biz yapan, hayatla oynamaktan hoşlanan coşkunluğu, onun
sanatta ifadesi olan büyük lirizmi keşfedersiniz.Halkımıza ve hayatımıza ne kadar
yaklaşırsak o kadar mesut olacağız. Biz bu türkülerin milletiyiz.”
Türk milleti
var olduğu müddetçe dilimizden düşmeyecek ve hâfızamızdan silinmeyecek bu
tarihî sözün unutulmaması için Erzurum İl Kültür Müdürlüğünün “Emrah’tan
Sümmanî’ye Biz Bu Türkülerin Milletiyiz” adlı türkü CD’si hazırlaması pek
anlamlıdır.
“BİRLİKTE TÜRKÜ
SÖYLEYEBİLDİKLERİM BENİM MİLLÎYETİMDENDİR”
Türkülerin
müdafîlerinden Nevzat Kösoğlu “Birlikte türkü söyleyebildiklerim benim
millîyetimdendir.” diyordu. Millet şuurumuzu yükselten sözlerini türkü ve
millet düşmanlarının kalbine ok gibi saplamıştı: “Biz türküleri sokakta mı
bulduk sanıyorlar? Kaç bin yıl var ki ölülerimize ağlarken, düğünlerimizde söylerken
ve savaşlarımızda nârâ atarken sesimizi terbiye ettik; hançeremizin bütün
gücüyle söyleye söyleye bu hâle getirdik. Çin Seddi’nden Viyana’ya, Moskova
kapılarından Yemen’e kadar o muazzam coğrafyanın genişliğinden ve derinliğinden
nice zenginlikler devşirerek ruhumuzun ahengini kurduk...” Prof. Dr. Cemal
Kurnaz da “Türkülerin Gücü” kitabında türkülerin Türk milletinin kendisi, yâni
dili ve gönlü olduğunu söyleyen türkülerin müdafîlerindendir: “Ezgi ve sözün
birlikte hayat verdiği türküler, milletimizin tarih boyunca duygularını
yüklediği bir arşiv niteliğindedir. Milletimizin nabzı türkülerde atar. Aşkı,
acıyı, ayrılığı, gurbeti, sılayı nasıl algılamamız gerektiğini bize türküler
öğretir. Yemen'in feryadı, Çanakkale'nin çığlığı onlarda saklıdır. Mehmet
Kaplan, bizi yüz yıllar ötesinden gelen bir sevgi ve heyecanla birleştiren
türkülerimizin -oyunlarımızla birlikte- bütün gönülleri birbirine kenetleyen en
kuvvetli dil olduğu görüşündedir. Shakspeare onun için, bir milletin
türkülerini yapanlar, kanunlarını yapanlardan daha güçlüdür demiştir. Dil,
ortaya çıkışı ve sistematiği bakımından nasıl gizemli, metafizik bir özellik
taşırsa, türkü ile simgeleştirilen müziğimiz de öyledir. Bizleri, bir tespihin
ipine dizer gibi Türkçenin etrafında toplayan güç, aynı zamanda türkülerin de
etrafında toplamıştır. Biz Türkçenin ve türkülerin çocuklarıyız.”
TÜRKÜLER “MİLLÎ MUTABAKATIMIZIN”
DİLİDİR
Ahmet Turan
Alkan türkülerimiz için “Türkiye’nin derinliklerindeki gizli bir mutabakatı
anlatan bir başka dil” diyor: “Türkü, bizim için halk mûsikisinin hususi bir
formundan ibaret değil; millete ait ve onu çok iyi tarif eden bir vakıa. Türkü
deyip durduğumuz şey, melodilik bir yapıdan ibaret değil; o, içerde biriken ve
dışarıya doğru haykırılan yakıcı bir nefes gibi bir şey. Dinlemekle tam
anlaşılmaz. O kavurucu nefes içerde bir yerlerde bünyeyi kavurmaya başlayacak
ve onu adeta elektrik yükünü deşarj eder gibi ifade ihtiyacı ile kıvranmalı ki
türkünün ne olduğu bilinebilsin. Kaldırımdaki simitçinin içinde yaşayan; ama
aydınların haberdar olmadığı bir birikim bu.”
Türkülerimizin
müdafîlerinin de söyledikleri üzere, türküleri dinlemeden, derûnuna inmeden
kendi insanımızın gönülhânesine düşenleri ve hayatını yazamayız. “Yolumuz
gurbete düştü / hazin hazin ağlar gönül / araya hasretlik girdi / hazin hazin
ağlar gönül” ve “Gurbet elde bir hal geldi başıma / Ağlama gözlerim Mevlâ
kerimdir / Derman arar iken derde düş oldum / Ağlama gözlerim Mevlâ
kerimdir...” türkülerindeki gurbet yarasını anlamadan Anadolu insanının
karakterinin, yüreğindeki yangının ve acılarının hikâyesi ve romanı nasıl
yazılabilir?
Hâsıl-ı
kelâm; gür sesle, vecd ile bir daha söyleyelim: “Biz türkülerin milletiyiz.
(ilbeyali@hotmail.com)