01 Mart 2021

Bizim için aziz olarak yaşayabileceğimiz başka bir ülke yok

Yaşadığımız kadim coğrafya nın bir parçası olan Ortadoğu, yüzyıllardır Beşeri çatışmaların odak noktası olmuştur. Fiziki olarak yaşanmış yıkımlar, beraberinde duygularda ve ruhlarda da tahribata yol açmıştır.

Yıkım ve tahribatlar, o denli hızlı olmuştur ki, en önemli unsur olan, ‘’İnsan’’  ve ‘’gelecek nesiller’’ üzerinde bıraktığı ve bırakacağı etkinin büyüklüğü tahmin bile edilememektedir.

Ülkeler ve kültürler tar u mar edilip yok edilirken, bu yıkım ve savaşlardan kaçabilenler Doğdukları, yaşadıkları, sevdikleri Vatanlarından çok uzaklarda, bilmedikleri başka bir ülkede, yaşama tutunmaya çalışmaktadırlar.

Sözlük anlamı ile; İnsanın üstünde yaşadığı toprak, barındığı, ekmeğini, suyunu içtiği, tüm yaşam koşullarını içinde bulunduran mekan olarak anlamlandırılan vatan kavramı, Sosyolojik ve duygu olarak da insanın; Yurdunu sevmesi, koruması, yaşama, kendisine ve doğasına saygı duyması olarak ta anlamlandırıla bilinir aslında.

Yaşadığımız coğrafyayı ve ülkeyi önemsememek ve sevmemek, yaşama ve kendimize saygı duymamak demek değilmidir. 

İnsanın yaşam serüveninde neyin katkısı büyükse, onun yüceliği ve kutsallığı o derece büyüktür. Yaşadığımız toprak olan vatan kavramı da bu kadar değer yüklü olmasına rağmen, bu kuraldan müstesna tutulamaz.

Okuyarak değil, yaşayarak öğrendiğimiz bir gerçek, modern dünyada, aid olduğumuz yerin varlığı ülke aidiyeti ile eşdeğerde bir duygudur.

Sınırların, kimliğin, pasaportun ve bunların hukuki sonuçlarının olmadığı bir dünya yok artık. Pasaportsuz ve kimliksiz gittiğimiz Medine ve Habeşistan tarihte kaldı.

Kadim zamanlarda heybesini alıp istediğiniz beldeye gidiyor, yerleşiyor ve yaşayabiliyordunuz. Hayatınızı tehdit eden, kişiliğinizi zedeleyen pasaport, kimlik ve aidiyet engelleriyle karşılaşmıyordunuz.

Bu gün ise İnsan, ülkesinden çıkmak zorunda kalınca, kişiliğinin ve kimliğinin yarısı hasar görüyor

Modern dünyada, hangi sebeple olursa olsun, bir başka ülkede yaşamak zorunda kalıp, ülkenize dönemiyorsanız size, her gün yabancı olduğunuzu anımsatan, bir dizi gelişmelerle yüzleşmek zorunda kalıyorsunuz. Bu nedenle ne kadar uzun süre kalırsanız kalın, sürenin uzunluğu oradaki eğreti duruşunuzu düzeltmez, oraya aidiyetinizi güçlendirmez, geçiciliğinizi daimiliğe çevirmez.

Modern dünya, her insana bir aidiyet hakkı tanımış, o da kendi ülkesidir. Vatandaşlık hakkı tanıyan birçok ülke bile, ikinci sınıf vatandaşlık sınırı ile bazı haklardan alıkoyuyor. O ülkenin insanları sizi kucaklasa bile, yasaları size ayrı muamele yapıyor. Veya tersi söz konusu, yasaları sizi kucaklasa bile insanları size ayrı muamele yapıyor.

Eğer ülkeniz güçlü ise, iç huzur ve barışa sahip ise, uluslararası arenada saygınlığı varsa, siz muhacirde olsanız, mahdudiyetler, mahrumiyetler içinde de olsanız, insani ilişkilerde Aid olduğunuz ülkeden dolayı, size saygı duyulur.

Eğer ülkeniz tar u mar olmuşsa, sizin de, hicret diyarındaki değeriniz, erezyona uğrar. Kısacası ülkeniz kadar değer görürsünüz. Bu çerçevede; yıllardır, Dünyadaki Afganlı ve Afrikalı muhacirlere olan bakış en uç örneklerdir.

Ne acıdır ki Otuz yıldır iç savaş yaşayan ve harabeye dönen Afganistan ın başka ülkelerdeki vatandaşları da gittikleri ülkelerde harabe muamelesi görüyor.

Şimdide Suriye ve Suriyeliler aynı duruma düştü. Suriyeli karşıtı, eylem ve söylemlerin, onların ruh dünyasında nasıl bir zedelenmeye yol açtığını, belki de en iyi, Afganlılar ve Iraklılar bilir veya o durumu yaşayanlar. Bazı musibetler yaşanmadan acısı hissedilemiyor.

İnsanımızın kahir ekseriyeti, ifade etmeye çalıştığımız deneyimden yoksundur. Çevre ülkelerdeki durumu görüp bilseler dahi bu realiteyi yaşamadıkları için sonucu tahmin edemiyorlar.

Bu deneyimlerden yoksun olan yeni nesle şunu hatırlatmak lazım, bizim için aziz olarak yaşayabileceğimiz başka bir Ülke yok. Yaşadığımız Ülke harabeye dönerse, kişiliğimiz, kimliğimiz,  değerimiz ve geleceğimizde harabeye döner.

Vesselam