29 Eylül 2015

Böyle şehirleşmenin günahı ağır olur…

Önce Lütfi Bergen (Kent mekânı esir eder, 23 Eylül 2015 Çarşamba), ardından Semih Akşeker (Nasıl bir ev, nasıl bir şehir? 24 Eylül 2015 Perşembe) Yeni Söz'de şehirlerimizi kuşatıp, teslim alan yapısal ruhsuzluğa dair harika yazılar aldılar kaleme.

Bir nebze de olsa bu sıkıcı, soğuk ve alımsız yapıların orta yerinde nefessiz kalan bedenimi, daralan ruhumu ferahlatan yazılar.

İki yazı da güzellikten, sıcaklıktan,  sadelikten, mütevazılıktan geçtim, mimari estetik ve özgünlükten uzak bir ucubeliğe duyduğum öfkeyi, bir uyarı niyetine kaleme dökmeye hazırlandığım zamana denk geldi.

Evet, ipini koparmış bir çılgınlıkta yaşadığımız mekânları işgal eden ve insanı, boyutlarını kestiremediği bir ‘yalnızlık' dehlizine doğru çeken bir gökdelen çılgınlığı sardı memleketi.

Yaşadığımız mekânlara dair var olan sorunların çözümünü beklerken şekilsiz, suratsız, estetik yoksunu yapıları ‘çağdaş ve modern kentler yaratıyoruz' savıyla başımıza bela edenler, nasıl bir dünyanın yaratıcısı olduklarını ya bilmiyorlar ya da görmemezlikten geliyorlar.

Dikilen devasa gökdelenlerin, gelişen ve kentleşen toplumun ihtiyacını karşılamasının aksine insanı izolasyon, yabancılaşma ve kimsesizlik gibi sorunları çoğaltacak ‘hastalıklı bir dünya'ya hapsettiği aşikar oysa. 

Lütfi Bergen, ‘Toplum kırsal alandan kentlere çekildikçe mekân esirlik üretiyor' derken devasa binaların ortasında modernizmi yaşadığını sanan insanın içine düştüğü bu zavallılığı tanımlıyor aslında.

‘Esir değiliz, kent ile özgürleştik' kanaatini dünyevi çıkarlarının maskesi yapanlara, yeni şehirleşmeyle gelen tutsaklığın yaratacağı travmaları göz ardı etmek için yırtınanlara aldırış etmeden zikrettiği maddelere hangi vicdanlı yürek‘yanlış' diyebilir ki?

Bergen'in sıraladığı kentsel mekânın hayatı zorlaştırması gerçeği mi, sağlıksız bir ev-pazar ilişkisinin oluşması mı, gökdelenlerin ortasında artık 100-150 yıl oturan sülalelerin olamayacağı hakikati mi, semtin onca güvenlik görevlisinin varlığına karşın gerçekte inanılmaz güvensiz ve korunaksız ortamlar olması mı yanlış?

Ya gökleri yırtarcasına uzanan çirkinliğin çevre ve doğa üzerinde yarattığı olumsuzluklar? Onları göz ardı mı edeceğiz?

Bina yükseklikleriyle orantılı gökyüzünde artan bir ısı kubbesinin oluşuyor olmasına, yapıların enerji talebini süreklileşmesinin tehlikesine, elektrik ve doğalgaz gibi kaynaklara bağımlılığın artırmasına, iklimin bütün doğallığıyla hissedilmez olmasına aldırış etmeyecek miyiz?

Dikey yapılaşma çılgınlığı kendi içinde oluşturduğu kuralları dahi tanımayacak bir başıboşluk ile yayılıyor. Ne ‘tarihi dokuyu ve silueti korumak adına belli bir bölgede yükselmeli' kuralı işliyor bu azgın yapılaşmanın karşısında ne de‘ağırlıkla iş merkezi olarak planlanmalı' kuralı.

Her şeyi ‘para ve mal' olarak gören çarpıklık hem insanı hem de bitkileri, hayvanları ve her bir güzelliğiyle onu hayata bağlayan kaynaklarıyla bütün doğayı tehdit ediyor.

Sayıları hızla çoğalan binlerce sitenin cansız ve fersiz binalarına hapsedilmiş hayatlarla şüphesiz asıl tehlike insanın kendi geleceğine, çocuklarına dönük.

Zıvanadan çıkmış bu mal, getirim, ticaret hırsı insanın onca zaman süresince biriktirdiği değerleri hedef alıp, onları kemirip, tüketiyorken gençlere, çocuklara kalacak olan maalesef derin bir ‘boş'luk.

Semih Akşener'in işaret ettiği gibi bugün her birine hayran kaldığımız İslâm mimarisini meydana getiren ‘adalet, tevazu, sadelik, fânilik düşüncesi, mahremiyet, hürmet, emanet şuuru' değerlerinin gökdelenlerin çılgınlığına kapılmış dünyanın ruhsuzluğunda bir anlamı yok.

Kaynağı Kur'an olan sağlıklı şehirleri kurup, yaşanabilir kılan kadim değerlerin yerini Akşener'in listelediği ‘lüks, konforlu, keyifli, pahallı, büyük, gösterişli, görkemli'diye tanımlanan hayatın ve dinin tasvip etmeyeceği temelsiz, tarihsiz, kıymetsiz değerler alıyor.

‘Modern olmak'‘modern kentler kurmak' aldatmacasıyla değerleri ve kültürü tarumar edilmiş insanı kederli yalnızlıklara itip, yaşam ümidini ve neşesini tüketen ruhsuz binalarda maalesef ‘20 yıl sonra yalnız ölmüş Müslüman kadın-erkekler olacak' gerçekten de.

Kentleri devasa taşlarıyla mezarlıklara döndürmenin günahını daha fazla almamak adına bu çılgınlığa bir ‘dur' demek gerekiyor.