01 May 2017

Brüksel “Müslümanları”

Görüyoruz ki bazı ilahiyatçılar ile hocavari birkaç adam ve onlarla paralel çalışan Kemalist-sol görüşlü birtakım yazarlar, ayrıca Avrupa kültür ve değerlerini yaşayan ve yaşatmaya çalışan modernistler “din savunuculuğu” ile oldukça dertlenmiş durumdalar.

Müslümanların “aydınlanması” için çaba harcıyorlar.

İslamiyet'in hurafelerden arınmasını arzu ediyorlar.

İnsanların Kuranı Kerim'i aynı kendileri gibi “bireysel akıl ve özgürlükçü bakış açısı ile” anlamları için çalışmalar yapıyorlar.

Türklerin “Arap kültürü” ile değil “Kuran ışığında” Avrupa değerleri, demokrasi ve insan hakları konusunda gelişmesini ve modernleşmesini istiyorlar.

Yani Kuran hükümlerinin yüzyıllardır yanlış yorumlandığını ve aslında demokrasinin, Avrupa kaynaklı  “evrensel” değerlerin, Kuran ile çelişmediğini iddia ediyorlar.

Bu doğrultuda:

Hadis-i şeriflerin kaynak olamayacağını ve aslında Hz. Muhammed'in (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kendi sözlerinin yazılmasını yasakladığını savunuyorlar.

Sadece hadisi şerifleri değil, İslamiyet'in yayılırken farklı toplum kültürleriyle tanışması ve bu toplumlarda yaşanan birçok meselenin çözümüyle ortaya çıkan fıkıh, tefsir, kelam gibi, kaynakları kuşaktan kuşağa aktarılarak günümüze kadar gelen bütün İslami çalışmaları da reddediyorlar.

Bununla birlikte Ebu Hanife Hz, İmamı Şafii Hz. ve diğer bütün müçtehitleri inkâr ediyor, kale almıyor, kendilerini müçtehit yerine koyuyorlar.  Müçtehitlik için Kuran-ı Kerim'i Türkçesinden okumayı yeterli buluyorlar.

Bunu yaparken Şia imamlık müessesine ve Kuransız, Sünnetsiz bazı içtihatlarına değinmekten de özellikle sakınıyorlar.

Ama İslam tarihine atıflarda bulunurken Şia'nın iddialarını birebir dile getirip, Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman gibi büyük sahabelere dil uzatmaktan da geri kalmıyorlar.

Mezhepleri ve tarikatları toptan reddedip şirkle itham ederek, terör örgütü işidin ve radikal selefi imamların yorumlarını aynı şekilde aktarıyor, onlarla aynı ayetleri referans alıp, aynı usulleri kullanarak manasını çarpıtıyorlar.

Bugün arada sırada diyaneti de içine katıp, az çok ehlisünnet anlayışını savunan bütün topluluklara din sömürücüsü, din bezirgânı, yer yer hurafeci, şirk ehli gibi etiketlerini yapıştırmaktan çekinmiyorlar.

Öyle ki, zannedersiniz sadece kendileri Müslüman. Ancak ortada gösterebildikleri örnek bir İslami yaşayış yok. Yaptıkları sadece, Müslümanlara karşı Müslümanlığı korumak(!)

Avrupalılara benzeyebildiğimiz kadar iyi Müslüman olacağız herhalde!..

Hedefleri tamda bu zaten! Aşağılık kompleksi ile yaşayan, Avrupa'ya hayran, Müslümanlara düşman, karaktersiz, sömürüye açık bir “Müslüman” profili oluşturmak.

Ayrıca bu adamlar sadece Kuran diyorlar ama Kuran'ı Kerim'de açıkça yer alan namaz, tesettür, kurban, hac, kabir gibi mutlak hakikatlerinde çoğunu inkâr edip, kabul ettiklerini de farklı yorumluyorlar.

Mesela namazı kabul ediyorlar ama 1400 yıldır Müslümanların anladığı ve uyguladığı namaz gibi değil. Bu Brüksel “Müslümanlarına” göre namaz 5 vakit değil 3 vakit ve duaların Arapça değil Türkçe okunması gerekiyor.

Bütün bu iddialarını, manasını işlerine geldiği gibi yorumladıkları ayetlerle, sözde delillendiriyorlar elbet. Onların delil olarak sundukları ayetleri ve nasıl çarpıttıklarını da yazacaktım.

Ancak aklıma şu geldi: Bu adamlar savundukları gibi düzenli olarak namazı 3 vakit kılsa, duaları da sürekli Türkçe olarak okumak suretiyle ibadetlerini yerini getirse, o zaman onları samimi kabul eder, biraz ciddiye alır, cevap vermek ve yanlışlarını açıklamak için uğraşırdık.

Ama şunu anladım: Kendi öne sundukları şekilde bile, en ufak bir dindarlık hayatlarında gözükmeyen bu insanları neden ciddiye alalım ki?!

Üzüm yemek değil bağcıyı dövmekten başka bir amaçlarını olmayan böyle adamları ciddiye alıp, laf yetiştirmeye çalışmayın.

Bizler dinimizi hakkıyla yaşayıp anlatalım yeter.

Zaten aklıselim her insanın basit bir mantıkla bile anlayacağı şekilde, onlar sadece saçmalıyorlar.

Samimi bir hakikat arayıcı olmadıkları için kalplerinde Allah'ın hidayetini de bulamayacaklar.

“Ayetlerimizi hükümsüz bırakmak için yarışanlara gelince, işte onlar Hakk'ın huzuruna azap içinde getirileceklerdir.” (SEBE/38)

Yoksa kalbinde başka bir amaç olmayan samimi bir hakikat arayıcısının, ateist, deist, komünist, Hristiyan, Yahudi, Budist veya hangi inanca sahip olursa olsun içinde ki hakikat arayışı asla dinmeyecek, yüreği gerçek hakikat olan İslamiyet ile karşılaşana kadar onu sürüklemeye devam edecektir.

İşte o anda kibrinden kurtulup batıl olan bütün geçmişini, gerekirse arkadaşlarını, değerlerini, dünyalık kazanç ve amaçlarını silebilenler, varlık amacının hakikatine ve gerçek kurtuluş yoluna kavuşacaklardır.

Aynı Mavi Marmara gemisindeki hakikat arayıcısı iki aktivist Peter Vevuner ve Cliff Handley'in Müslüman olması gibi.

Allah doğru ve samimi bütün kullarına, İslam ile şereflenmeyi nasip etsin. Amin.