05 Ocak 2016

Bu devasa apartman çılgınlığının günahı büyük…

Etrafımızda olan, yaşanan her şey ama her şey tersini düşünüyor olsak da garip bir şekilde kontrolümüzün dışında gelişiyor.

Yaşadığımız evler, sokaklar, mahalleler, şehirlerde öyle. Müdahale edemediğimiz bir plan çerçevesinde yaşadığımız mekânları birileri şekillendiriyor.

Televizyon ekranlarından, gazete sayfalarından, radyo programlarından, caddeleri, sokakları hızla işgal eden dev boardlardan, binaların boş yüzlerine asılan ilanlardan albenili, şatafatlı, mutluluktan herkesin ayaklarının yerden kesildiği reklamların desteğiyle hem de.

İpini koparmış kazanma hırsı bir zamanların tek katlı müstakil evlerinden evirip birkaç katlı apartmanlara dönüştürdüğü evlerimize gözünü dikti nicedir. Eskimiş sağlıksız, güvensiz evlerin, problemli sokakların, yetersiz alt yapının çözümü sanki yüksek binalar inşa etmekmiş gibi bir çırpıda 3-4 katlı binalar 15-16 katlı binalara dönüşür oldu.

İnsan doğasına uyumsuz bir yaşam şekli sundukları konusunda herkesin hemfikir olduğu bu ‘komşuluk kurutucu' binalar karşısında istediğiniz kadar mütevazı isteklerin derdine düşün. Ardınızdan sizi itekleyen güç isteklerinizi değil kendi kafasında kurgulandığını geçiriyor hayata.

Tatlı dilli satıcıların oyununa gelindiği fark edilene kadar çoğunlukla atılmış oluyor imzalar. İsteklere uygun bir iki küçük rötuşla memnuniyetin sağlandığı anda ‘hipnoz' olmuş gibi ötesine berisine bakmadan dev apartmanların albenisinde yitip gidiyoruz.

Her şeyin biz insanlar için kurgulandığı üzerine inanılmaz bir reklam kampanyasının sürdüğü apartman hayatı içinde olanların çoğu gerçek ihtiyaçlardan uzak aslında. Dev binaların tuzağına düşürenlerin insanın kendisiyle, diğer insanlarla, çevreyle, doğayla nasıl bir ilişki içinde olması gerektiği üzerine kafa yorduğu yok.

İnsanın kendini sosyalleştiren, geliştiren, varlığını anlamlandıran bütün bu olgularla ilişkisi de onlarla olan bağının şekillendirdiği huzurlu, mutlu dinginliği üzerine kafa yoranı da. 

Tek bir düşünce biçimlendiriyor kazanma hırsının kölesi olanları; bol sıfırlı gelirler ve her bir binanın, sitenin kendilerine sonraki adımlar için sağlayacağı çıkar ve menfaatler.

Gönülleri, gözleri cezp ederek yerleştirdikleri devasa apartmanlarda o insanları gerçekte mutlu kılacak yaşamın ne olacağı değil de yüksek gelirler ölçü alındığı için, ne yapılırsa yapılsın albenili binalar bir süre sonra ruhlarımıza hapishane oluyorlar.

İnsanların sosyal, kültürel, politik, coğrafik hatta iklimsel farklılıkları ve ihtiyaçları dikkate alınmadığı gibi karakteristik özellikleri de es geçilip, herkesin bütünüyle aynı tornadan çıktığı üzerine kurgulanıyor dev binalar çünkü.

O yüzden de soluk benizli dev cüsseleriyle insanların dengesini bozan, psikolojilerini tarumar eden canavarlara dönüşüyorlar bir süre sonra. İnsanın evinin camından izleyeceği ne bir doğa var çoğunda ne de öyle bir zevkin yaşanabileceği bir durum.

Üstüne dev binalarla bedenini kıyaslayan insan, bir süre sonra binaların cüsseleri karşısında ezilen, değersizleşen, önemsizleşen bir varlığa dönüştürüyor kendisini.

Çok katlı apartmanların sardığı sitelerde ne rüzgârı hissedebilme bir imkân var ne de içinize huzuru ve mutluluğu üfleyecek bir sabah ışığı. Her şey el yapımı sanki. Ne ağaçlar ağaç, ne çiçekler çiçek, ne ortalıkta dolaşan kediler kedi, ne toprak toprak.

Soluk renkli kutucukların üst üste konulduğu yüksek binaların ortasında ne bir deniz kenarında batışına doyamadığınız güneşi görebiliyorsunuz doğru dürüst, ne de ilk ışıkları ufka dokunan bir dolunayı.

İnsanı ‘eşref-i mahlûk' olarak tanımlayan bir dininin mensuplarının kendilerini en önce Yaradanına yabancılaştıran bir çığlığa bu denli kaptırılması nasıl bir günahtır?

İtiraf etmeli ki İslami duyarlılığını seküler yaşamla salimce içselleştirebilen AK Parti döneminde aldı başını bu çılgınlık.

İslami duyarlılığı yüksek bir partinin ‘Yaradanı' sevmemize vesile olan ‘yaratılanlara' layık görülen bu muvazenesiz binalaşma hallerine bir an önce bir dur demesi gerekiyor artık.

Aksi halde vebalinden de günahından da kurtulmak mümkün olmayacak.