01 Eylül 2016

Bu hanıma haddini bildirinizden, başörtüsü serbestisine

 Her saat başı gündemi değişen bir ülkede yaşıyoruz. Darbe girişimi sonrası hareketli günleri yaşadık. Önceki gün polislere başörtüsü serbestisi ve ardından süren tartışmalar devam ederken, eski valiler ve emniyet müdürlerinin göz altıları başladı. Tam bunlar olurken İçişleri bakanı Efgan Ala'nın istifası gündeme bomba gibi düştü.

Her saat başı acaba hangi konuyu yazayım diye düşünürken, birkaç dakika sonra gelen bir haber gündeme bomba gibi düşüyor, ne yazarsanız yazın yazdıklarınız okunduğu sabah eskimiş olabiliyor. O nedenle gündemle ilgili yazı yazarken mümkün mertebe son dakika gelişmelerine takılmamaya çalışıyor yazı yazan kişi…

Türkiye de başörtüsü meselesi 1960'lardan beri bir şekilde gündeme geliyordu. 90'larda Üniversite kapılarında çile çeken örtülü kızlar, onlara destek veren bir avuç insan yıllarca bu destekten dolayı hapis cezaları ve mahkemelerle süründürüldüler.

 Refah partisinin seçimlerde Merve Kavakçı'yı aday göstermesi ve Kavakçının meclise girmesiyle beraber başörtüsü sorununun çözüleceği umulurken, ortaya yıllardır sesi soluğu bile çıkmayan Ecevit kurtarıcı olarak çıkıyordu. Bülent Ecevit'in "devlete tapınma ritüeli" olarak, milletin meclisini nedense devletin meclisi haline getirdiği an ağzından çıkmıştı o cümleler. Malumdur ki meclisin şahsı, Türkiye Cumhuriyeti Milletlerini temsil etmektedir teorik olarak. Ecevit, orada başörtüsüyle bir vekilin Meclise gelmesini millete meydan okuma olarak değerlendiriyordu. Ecevit, "burası devlete meydan okuma yeri değil" derken, milli iradenin tecelli ettiği en ulvi makamı devletin alanına hapsetmişti. Bu vesileyle ağa babası  Fethullah Gülen 2007 yılında Amerika'da kaldığı evdeki bir öğlen yemeğinde Bülent Ecevit'i şöyle anmıştı: “Ecevit hayatı boyunca oruç tutmadı... Namaz kılmadı ama inancı sağlamdı... Sosyal demokrat bir zeminde doğdu ve İsmet İnönü'ye ortanın solu dedirtti... Okullara çok sahip çıktı... Eğer ahirette Allah bana şefaat etme imkânı verirse, bunu ilk önce Ecevit için kullanırım...” : zaten Ecevit de "bu hanıma haddini bildiriniz" derken kendi parti grubundan ve meclisten ziyade şeref tribünündeki üniformalı kalabalığa şöyle bir nazar atıp yardım beklemiş, medet ummuştu. Aslında Fetö yapılanmasına şöyle bir selam da çakmıştı, ne de olsa ucunda hem düşman ol, hem şefaate nail ol şansı vardı…

Nazlı Ilıcak, o gün belki de Merve Kavakçı'yı o şatafatla meclise sokup o tepkiyi milletin gözüne sokmasa Başörtüsü sorunu bir iki yıl içinde çözülebilecekti. Bu hareket ülkeyi sonucu 28 Şubata taşıyan yol düzeneğine bir taş daha koymuştu, ama biz Ilıcak'ı o gün kahraman olarak görmüştük, ya da bize kahraman olarak gösterilmişti.

30 Ağustos törenlerinde polisler için başörtüsü serbest bırakıldıktan sonraki ilk giyim kuşam örneklerini gördük, devlet bir daha yıkılmadı. Kimse buna neden böyle oldu diye seste çıkarmadı.  Sadece “Kaosa 411 el”  manşeti atan gazete biraz rahatsız olup kendince bir iğneleme yaptı. Bir de artık değer görmeyen birkaç yazar…

Böylece bir tabu daha yıkıldı. Bir zulme daha son dedik. Darısı geriye kalan aptalca yasakların kaldırılmasının başına…