29 Temmuz 2015

BU İŞ SAVAŞ-BARIŞ RETORİĞİNİN ÇOK ÖTESİNDE

Sanki herşey, tek bir tuşla kumanda eden kan emici bir gücün o tuşa basmasıyla başladı...

Yine alev alev ülke. Her gün şehit haberi. Her gün ocaklara düşen ateşle yanıyor yürekler.  Yine dullar, yine yetimler.  Yine gözü yaşlı analar, yine vakarını korumaya çalışan hüzünlü babalar...

Şehit babasının tabutuna buğulu gözlerle bakıp ne olduğunu anlamaya çalışan sabinin görüntüsüyle yüreklerimiz kan ağladı.

Kahpe terör saldırısıyla şehit olan eşinin tabutuna cenaze aracında sarılıp son kez koklamak isteyen Taylandlı gelinin görüntüsü ve yaktığı ağıtla yıkıldık.

Her gün gelen saldırı ve şehit haberleriyle birlikte toplumsal öfke infiale dönüşme derecesine tırmandı. Son olarak Jandarma Binbaşı Arslan Kulaksız'ın kahpece bir saldırıda şehit edilmesi bu infialin ilk işaretleriyle dolu.

Konuyu anlamak ve idrak etmek yerine 40 yıla yakın geçmişi olan hamasi söylemlerle toplumu avutma maksatlı başlıklar yine revaçta...

"Karanlık eller düğmeye bastı"

"Kaos Lobisi devrede"

"Dış mihraklar kardeşliği hedef aldı"

"Küresel odaklar yine devrede"

Ne hikmetse, 3000 yıllık devlet geleneği 1000 yıllık kardeşliği hedef alan etnik temelli terörün arkasındaki "Karanlık Eli, Kaos Lobisini, Dış Mihrakları ve Küresel Odakları" 40 yıldır bulamadı gitti.

DEVLET AKLI ÇÖKTÜ MÜ?

Ama her ateş düştüğünde, ülkenin milli güvenliğini tehdit eden her saldırı sonrasında bu muğlak ifadelerle toplum sakinleştirilmeye çalışıldı.

Şimdi bıçağın kemiğe dayandığı bir dönemdeyiz.

İletişim ağının alabildiğine genişlediği bir süreçte, şimdiye kadar muğlak ifadelerle geçiştirilen "Karanlık Eli, Kaos Lobisini, Dış Mihrakları ve Küresel Odakları" toplum bütün çıplaklığıyla görüyor.

Her köşeye sıkıştığında, 3000 yıllık devlet geleneğinden dem vurup, terörü meşrulaştıran gaflet politikalarını 'devlet aklı' kamuflajıyla izaha yeltenenlere, o aklın nasıl çöktüğüne, kahvehane muhabbetlerinde bile tokat gibi cevaplar geliyor.

Halk, iç içe yaşadığ farklılıkların beklentileri ile devlet zırhına bürünüp teröre yönelik geliştirilen yanlış politikaları, bu beklentilerle açıklamaya çalışanların çelişkilerini kolaylıkla sezinleyebiliyor.

Bu ülkede kimse farklılıkların diline, dinine ve kültürüne yönelen bir demokrasi açığı olduğunu inkar etmiyor, etmedi de şimdiye kadar. Bu nedenledir ki son 13 yıldır, "ülkeyi bölmek istiyorlar", "teröre göz yumuyorlar", "terörle müzakere ediyorlar" gibi söylemlere rağmen atılan her adım geniş bir toplumsal kabul gördü.

Bilhassa demokrasi açığının kapatılmasına yönelik kamuoyu önünde başlatılan her tartışma, onca olumsuz tezvirata rağmen geniş bir toplumsal mutabakata sahne oldu.

Lakin başta "çözüm süreci" olmak üzere, atılan adımların temel referansı olan devlet şefkati, terör örgütlerinin besin kaynağına dönüştü adeta.

SÜREÇ ÖRGÜTE YENİ HEGEMONYA ALANI AÇTI

Dünyanın her yerinde, terörle ve terörizmle mücadelede en temel strateji, örgütlerin hegemonya alanlarını daraltma üzerine kurulur. Bu hedefte elde edilen başarı oranında, o örgütleri besleyen sosyolojik, ekonomik ve psikolojik nedenleri ortadan kaldıracak, tahribatları tamir edecek politikalar geliştirilir ve uygulanır.

Ancak itiraf etmeliyiz ki, Çözüm Süreci'nin bilhassa son 2 yılı, terör örgütünün hegemonya alanını daraltmak yerine genişletti. Daha evvel sınır ötesinde dağlara ve mağaralara hapsolan hegemonya alanı, örgütün pervasız eylemlerine yönelik "yol kazası", "sürece sabotaj" gibi söylemlerle sergilenen duyarsızlık sonucu, önce kırsallara sonra metropollere kadar yayıldı.

Bununla da kalmadı, örgüt bilhassa bölgedeki yerel yönetimler ve birçok kamu kurumunu, kendi hegemonya alanına dahil etmeyi başardı.

Irak ve Suriye'de yaşanan otoritesizlik, her geçen gün daha da derinleşen çatışma ve gerilim atmosferi, terör örgütünün bu coğrafyada da kendine hegemonya alanı tesis etmesine katkı sağladı. Örgütün sınır ötesi bileşenleriyle ortak geliştirdiği bu alan da şüphesiz Türkiye'nin egemenliğini tehdit eden gelişmeydi.

Durum böyleyken, PKK'ya yönelik içerde ve dışardaki operasyonlar, bu örgüte dair tek bir unsure bile kalmayana kadar sürmeli. Geçmiş yıllardaki gibi, yapılan operasyonlar PKK'ya ve bileşenlerini tasfiye edilmeden bitirilirse Türkiye'nin ne egemenliği kalır ne bağımsızlığı.

Suriye'den de Mısır'dan da Yemen'den de beter oluruz.