07 Aralık 2015

Bu kadar çok polis neden ölüyor?

Daha önceki iki yazımda da yazdım. Tahir Elçi'nin öldüğü gün yaşananlar epey garip diye.

Fakat o olayda var olan sadece ‘gariplikler' değildi. Şehit olan polislerin tavırlarına baktığınızda başka şeylerin olduğunu da görebiliyorsunuz.

Acemilik, tedbirsizlik, amatörlük, sorumsuzluk, güvensizlik, aymazlık, ucuz kabadayılık, önlemsizlik, hazırsızlık, acelecilik, tedirginlik, beceriksizlik…

Kimse kusura bakmasın.

1_11

Polislerin şüphelendikleri sanıkların bulunduğu taksiye yaklaşma şekillerini dikkatli izleyen herkes sayılan tutumları eksik dahi bulabilir.

Yıllarca yurtdışında yaşamış ve Mesleki Sağlık ve Güvenlik (Occupational Health and Safety) meselesinin her meslekteki önemini gözlemlemiş biri olarak o görüntüleri seyrettikten sonra sormadan edemiyorum, kim o polislerin ‘Mesleki Sağlık ve Güvenlik' konularını özümsemiş şekilde davrandığını iddia edebilir?

Ne yazık ki ölüme adım adım gidişlerinin her saniyesi polislerimizin konu üzerinde çok fazla bilgilerinin olmadığı fikrini veriyor.

Peki, onların üstlerinin? Ya da üstlerinin de üstlerinin bir bilgisi var mıdır? Görüntülerden haberdar olup olmadıklarını anlamanız zor olsa da uygulama konusunda işi çok fazla ciddiye almadıkları düşünmeniz mümkün.

Oysa eski haberleri karıştırdığınızda paralelci İçişleri Bakanı Şahin'in döneminde Emniyette ‘Polis ve Kanun Uygulayıcılarının Mesleki Sağlığı ve Güvenliği' adıyla bir proje başlatıldığını görebiliyorsunuz.

Projenin tanıtım törende İçişleri Bakanlığı ile Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı arasında “Polis ve Kanun Uygulayıcılarının Mesleki Sağlık ve Güvenliği Projesi” ismiyle bir protokol dahi imzalanmış.

Törende konuşma yapan Şahin projenin temel amacının ‘kolluk personelinin görev yaparken kullandığı araç ve gereçlerin kullanımında, sağlık ve güvenlik yönünden bulunması gereken asgari şartların belirlenmesi ve buna ilişkin temel eğitimlerin verilmesi' olduğunu da belirtmiş.

Aynı törene katılan dönemin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik, iş sağlığı ve güvenliğinin çalışma hayatı için son derece önemli bir alan olduğuna değinip, İş Sağlığı ve Güvenliği Yasası'nın büyük bölümünün 1 Ocak 2013'ten itibaren yürürlüğe gireceğini dahi söylemiş.

Yani neredeyse 3 yıl önce bu yönde bir çalışma başlatılmış.

Fakat Diyarbakır'da yaşanlardan sonra projenin ilk aşamasında amaçlanan polislerin mesleki sağlık ve güvenliği konularında ders verecek 250 eğitici yetiştirildi mi diye merak ediyor insan? Ya da eğitici havuzu, projenin ikinci aşamasında hedeflendiği gibi 2 bin 500 kişiye çıkarıldı mı? Projenin üçüncü aşamasında, polislerin mesleki sağlık ve güvenliği konusunda eğitilen 2 bin 500 eğitici, 240 bin katılımcıyı eğitti mi?

O tarihten beri proje kapsamında ‘kolluk kuvvetlerinin görevlerini yaparken mesleki sağlık ve güvenliklerinin sağlanması, bu konudaki hassasiyetlerin artırılması' konusunun ne kadar ciddiye alındığını Diyarbakır'da hayatını kaybeden iki polisin videosunu izlerken anlayabiliriz.

İki şehidin ölümlerinden önce gösterdikleri acelecilik, tedbirsizlik, önlemsizlik vs bize neyi gösterebilir?

Yeni bir terör sarmalına giren ülkemizde sadece 7 Haziran seçimi ile 1 Kasım seçimleri arasında yaşanan olaylarda tam 167 güvenlik görevlisi şehit olmuş.

Şehitlerin 96'i asker, 68'si polis, 3'ü korucu.

Şimdi gelin de sormayın. Acaba bu 167 güvenlik gücünden kaç tanesi son şehitlerde gördüğümüz gibi mesleki standartlardan ve güvenlik kurallarından bihaber davranarak ölmek zorunda kaldılar?

Evet, aynen öyle ‘ölmek zorunda kaldılar'? Acı ama görünen o ki gerçek bu.

Oysa mesleki tehlike ve risklerin kontrol altına alınması konusunda yapılan çalışmalarla birçok meslek grubunda ölümcül ve yaralayıcı kazaları önemli oranda önlenebildiği bilinen bir gerçek.

O halde eğer mesleki sağlık ve güvenlik sistemi yeterince ciddiyetle uygulansa çıkan çatışmalarda şehit olan güvenlik güçlerinin de ölen sivillerin de (Aynı tarihlerde Suruç ve Ankara patlamaları dahil 19'u çocuk 242 kişi öldü) sayılarının düşürülmesi olası.

Evet, bizim tez canlı ve eğitimi sevmeyen insanlarımız ‘bize bir şey olmaz' türü ‘ucuz kahramanlıkları' çok matah bir şeymiş gibi yapmaktan geri kalmazlar. Maya aynı olduğu için bu karakterin polislerimizde de ortaya çıkma olasılığı doğal olarak fazla.

Onların da gerek olaylara yaklaşımlarında gerekse görevlerini yaparlarken gösterdikleri tavırlarda ahesteliği, yaşanabilecek tehlikeleri hafife alan ciddiyetsizliği, ucuz kabadayılığı, tedbirsizliği çoğu zaman görebilmek mümkün.

Çok önemli ve kritik olaylarda sivillerin başıboş ortalıktan dolaşabilmeleri ya da rahatça izleyici olabilmeleri dahi maalesef güvenlik güçlerinin tehlikenin ciddiyetini önemsemeyen şekilde ortalıkta dolanmalarından, eller cepte kahvedeymişçesine dertleşmelerinden, elde sigara veya cep telefonuyla konuşabilmelerinden kaynaklanıyor aslında.

Genelde insan karakterinden dolayı ortaya çıkan işin hafife almaya ilave olarak, yetkisizlikten kaynaklanan yasal açıklardan da böylesi görüntülerin veriliyor olabilmesi de mümkün elbette.

O zaman da bu görüntüleri veren polislere, hem kendisi hem de başka insanlar için ortaya çıkabilecek tehlike ve riskleri ortadan kaldıracak iş sağlığı ve güvenliği yöntem ve kuralları öğretilse de uygulamaları ciddiyetle takip etmeyen…

Ya da memurların görevlerin ifa ederken daha etkili ve sorumlu davranmasını sağlayacak kanuni düzenlemelerin bir an önce yapılması için çabalamayan sorumlu müdürlere ve yasa yapıcılara sormak gerekiyor.

Merak ettiğim diğer nokta bu konu üzerine zaten. Mesela son derece hazırlıksız ve dikkatsiz davranmaktan ötürü şehit olan polislerin geride kalan arkadaşlarından amirlerine, il emniyet müdüründen şehrin valisine kadar herkesin olay sonrasında bu konuya dair bir ‘hesaplaşma' içine girip girmediğini merak ediyorum.

Hesaplaşma dediğim onların kendileriyle olan hesaplaşması değil sadece. Eğer böylesi durumda uygulanması gereken kurallarla ilgili bir eğitim alındıysa neden o kuralların uygulanmadığının hesabını isteyen ve de veren oldu mu mesela? Kimsenin gözünün yaşına bakmadan bu şekilde acemice davranışta bulunulmuş olmaktan dolayı kaç kişi uyarı, ceza, hak mahrumiyeti aldı veya alacak acaba?

Türkiye'de İş Sağlığı Güvenliği Yasasının (Kanun No.6331), TBMM tarafından kabulünden sonra, 30 Haziran 2012 tarih ve 28339 sayılı Resmi Gazete'de ilan edilerek kısmen yürürlüğe girdiğini düşündüğünüzde, üç yılın kapsamlı bir sistemin kurumsallaşması için kısa bir zaman olduğunu düşünmek de mümkün elbette.

Fakat bu durum, işinin gerektirdiği güvenlik ve ihtimamı dikkate almayan memurların ve müdürlerinin (hatta bakanının) olmasının Yeni Türkiye'ye değil Kongo ya da Mozambik polisine yakışacağını söylememize de engel olamaz, öyle değil mi?

Tahir Elçi'nin öldüğü gün şehit olan iki polisin mesleklerinin gerektirdiği sağlık ve güvenlik eğitimlerini almalarını bir yana bırakalım, ölüm şekillerini izlerken ‘Hiç mi Amerikan Filmi izlemediler?' diye ciddi ciddi sorabiliyorum kendime.

Yirmi yıla yakın Avustralya'da yaşayan bir kişi olarak Avustralya polislerinin tıpkı o filmlerdeki gibi kendilerinin ve çevredeki sivillerin güvenliklerini sağlamak için nasıl temkinli ve tedbirli bir profesyonellikle davrandıklarına birçok kez şahit oldum çünkü.

Bırakın terör şüphesiyle aranan kişilere yapılacak operasyonları normal bir trafik ihlalinde arabanızı durduklarında dahi nasıl davrandıkları görülse neden bu konunun ‘dert edinilmesi' gerektiği daha iyi anlaşılır sanıyorum.

Sizi durdurduklarında arabanızdan inmenize dahi kesinlikle izin vermiyorlar. Şaşkınlığınıza gelip, bir şey açıklamak için inmeye kalksanız, derhal sert ve emredici bir ses tonuyla arabanızda kalmanızı istiyorlar.

Yan aynanızdan memurun her an bir şey olacakmış gibi büyük bir ciddiyetiyle size yaklaştığını görebiliyorsunuz. Silah kılıflarının çıtçıtını açtıklarını, etrafı kolaçan ettiklerini,  yan tarafınızda hedef olacak şekilde değil de kolunuzun arkasında durması dikkatinizi çekiyor. İkinci bir polis varsa mutlaka ters taraftan, dikkatlice sizi ve arabanızı kontrol ettiğini hissedebiliyorsunuz.

Sadece Avustralya polisi değil, Amerikan, İngiliz, Alman, Fransız polislerinin yaklaşımlarında da öncelikle kendi güvenliğini sağlamanın önemini çok iyi kavradıklarını görebilmeniz mümkün.

Güvenliğini sağlamadığında en önce kendi hayatını yitireceğini, yitirmeyip her hangi bir yaralanma durumunda ise kendi davranışının ne derece standartlara uyduğunun en ince ayrıntılarına kadar sorgulanacağını biliyor çünkü.

Peki, iki tane silahlı şüpheliyle ilgili operasyon hazırlığı yapan bir Emniyetin görevlendirdiği bizim polislerimizde Avustralyalı veya Amerikalı polislerin yaptığı hazırlığın, tedbirin, dikkatin hangisi var? Gördüğümüz kadarıyla çok fazlası değil.

Oysa güvenlik güçlerinin uygulamaları gereken mesleki sağlık ve güvenlik kurallarına göre eğitilmeleri ve ciddiyetle uygulamaları terörist grupların etkinliğini de gücünü de kırmanın bir başka önemli yolu. Yani bu meselenin yabana atılacak yanı yok.

‘Önce Güvenlik' sloganının her meslek gibi güvenlik görevlileri için de kullanılması ölümleri tamamen bitirmese de sayıyı önemli oranda düşüreceği kesinken üstelik.

Evet, şehitlik Allah katında en üst mertebedir, eyvallah. Lakin varlıkların en şereflisi ve kıymetlisi olan insanı yaşatmak daha mı az önemli?

Yazıktır gencecik insanlara, adında gözü yaşlı kalanlara ve Allahın bize bahşettiği akıla…