VF kat sol
VF kat sağ

19 Aralık 2018

‘Büyüksün Türkiye’

190 milletten göçmene ev sahipliği yapıyoruz

 Dünya genelinde 68,5 milyon insanın zorla yerinden edildiği ve bu kişilerden 25,4 milyonu aşkın kişinin mülteci statüsünde bulunduğu günümüzde 258 milyon göçmen bulunmaktadır. Birleşmiş Milletlerce göç ve göçmenler konusunda farkındalık oluşturulması amacıyla 2000 yılından bu yana tüm dünyada kutlanan 18 Aralık Uluslararası Göçmenler Günü, Türkiye'de de göç olgusu bir kez daha kutlandı. Ankara'da İçişleri Bakanlığı Göç İdaresi Genel Müdürlüğü ev sahipliğinde düzenlenen etkinlikle bu konudaki farkındalığın artması hedeflenerek göçlerin toplumları zenginleştiren bir olgu olduğu vurgulandı.

 Anadolu'nun tarih boyunca sayısız medeniyete ev sahipliği yaptığının ve bu topraklara olan göçlerle harmanlanarak zengin bir kültüre kavuştuğunun altını çizen Abdullah Ayaz “Bugün de 190 farklı milletten göçmene ev sahipliği yapıyoruz. 3,6 milyonu Geçiçi Koruma altındaki Suriyeliler olmak üzere yaklaşık 4,7 milyon göçmen ülkemizde yaşıyor. 2011 yılında Suriye'de başlayan insani kriz sonrası ülkemiz dini ve vicdani sorumlulukları gereği uygulamış olduğu açık kapı politikası ile ülkesinde en çok sığınmacıya ev sahipliği yapan ülke konumuna gelmiştir.Ülkemizde misafir ettiğimiz göçmenlerin 800 bini eğitim, iş kurma, emekliliklerini geçirmek gibi çeşitli amaçlarla ikamet izniyle kalanlardan oluşuyor. Bugün ev sahipliği yaptığımız göçmenler bizim zenginliğimiz. Göçmenler sosyal yaşantımıza, toplumumuza, kültürümüze ve ekonomimize katkı sunuyorlar. Bugün on binlerce yabancı ülkemizde eğitim hizmetlerinden faydalanırken, yüzbinlerce göçmen çalışma izniyle çalışıyor veya kendi işlerini kurarak ekonomik katkı sağlıyor.” dedi.

 “Büyüksün Türkiye”

Etkinlikte İçişleri Bakanlığı Göç İdaresi Genel Müdürlüğü'nün göç ve göçmenliğe dikkat çekmek, farkındalığı artırmak ve karşılıklı uyuma katkı sunmak amacıyla hayata geçirdiği “Büyüksün Türkiye” iletişim kampanyası da tanıtıldı.

 Göç İdaresi Genel Müdürlüğü'nün karşılıklı uyum konusunda birçok çalışma yaptığına değinen Ayaz, “Göç, bizim en büyük zenginliklerimizden biri. Bu hususun bilinmesi ve bu yaklaşımla birbirimizi kucaklamamız çok önemli. Türkiye'de bulunan göçmenler bizim misafirlerimiz. Misafir ettiğimiz göçmen nüfusuyla büyüyor ve zenginleşiyoruz. Böylesi büyük bir göçmen nüfusuna kapılarımızı açmamız da bizim büyüklüğümüzün göstergesi. Bu sebeple “Büyüksün Türkiye” diyoruz. Bu yolla ülkemize, ülkemizi tercih eden göçmenlere ve de tüm göçmenleri kucaklayan vatandaşlarımıza teşekkür ediyoruz.” dedi.

 Türkiye'de yaşayan göçmenler ile yerel halkın uyum ve karşılıklı etkileşim halinde yaşam biçimini konu alan reklam filmi, göç ve göçmenliğin bir zenginlik olduğunu vurgulayarak bu konuya dikkat çekiyor. Türkiye'nin üretkenliğini, sıcaklığını, bereketini sembolize eden ve bir Türk vatandaşı tarafından işletilen ekmek fırınında geçen filmde, göçmenler ve Türk vatandaşlarının uyum içinde yaşadığına vurgu yapılıyor. Filmde Seydou, Emily, Aygüzel ve İzzeddin isimli 4 göçmenin yolu Fırıncı İrfan ile kesişiyor.

Türkiye'de uyum ve entegrasyon konusunda yürütülen çalışmaları göçmenler ile paylaşan Abdullah Ayaz, göçmenlerin ihtiyacı olan tüm bilgilere erişebileceği bir bilgi platformu hazırlandığını duyurdu.

 Live in Turkey isimli platformunun 2019 yılının başında Türkçe, İngilizce, Almanca, Rusça, Arapça ve Farsça dillerinde hizmet vereceği bilgisini paylaşan Ayaz, “Hazırladığımız bilgi platformu Türkiye'de yaşayan ve Türkiye'de yaşamak isteyen yabancılara yapılması gereken tüm işlemlere dair detaylı bilgi veriyor. Eğitim, sağlık, çalışma gibi bilgilerin yanı sıra Türkiye hakkında kültür, sosyal yaşam, sanat, spor, ulaşım, devlet yapısı, sosyal yaşam, ev kiralama ve satın alma gibi birçok genel bilgi yer alıyor. Bu platform aracılığıyla göçmenler Türkiye'yi ve Türk insanını, kültürünü çok yakından tanıyabilecek. Bunun yanı sıra vize, ikamet, çalışma, vatandaşlık, uluslararası koruma ve geçici koruma hakkında da tüm bilgiler ve yapılması gerekenler çok açık ve anlaşılır bir şekilde anlatılıyor. “ dedi.

 Türkiye bir hikaye ve biyografi cenneti

Salonlar bir para makinesi olarak düşünülüyor

Zeytinburnu Kültür ve Sanat Merkezinde düzenlenen, kültür sanat gazetecisi Bedir Acar'ın sunduğu “Sanatın Ustaları Konuşuyor” söyleşi programı, aralık ayında Ayla ve Müslüm filmleri ile son dönem Türk sinemasında başarılı bir ivme yakalamış olan yönetmen Can Ulkay'ı konuk etti. Ünlü yönetmen sinemaya, kendi sinemasına ve sektörün sorunlarına dair önemli noktalara değinerek,  sinemasının geleceğine dair planlarını dinleyicilerle paylaştı.

 Polüler sinemada her film bir projedir

Bedir Acar'ın ünlü yönetmeni “Bence Türk sineması hem gişeyi hedefleyen, hem de sanat ve estetiği hedefleyen çok önemli bir yönetmen kazandı diye düşünüyorum. O da Can Ulkay.” ifadeleriyle takdiminden sonra Ulkay kendi yönetmenlik hikâyesini şu cümlelerle aktardı:

“Hayat tesadüflerle doludur diyerek başlayayım konuşmama. Küçük yaşlardan beri, fotoğraf çekmek, resim çizmek gibi şeyler ilgimi çekerdi ama çok da düşündüğüm şeyler değildi. Bakırköyspor'da lisanslı futbolcuydum, futbolcu olmak istiyordum. Hatta spor akademisine girmiştim. Fakat bir yandan fotoğraf ve resimle ilgilenmeye de devam ediyordum. Daha sonra Güzel Sanatlar Sinema TV bölümünü kazandım. 30 yıl kadar asistan ve yönetmen olarak reklam çekimlerinde bulundum. 2000'e yakın reklam filminde çalıştım.

Popüler sinemada her film bir projedir. Çekimi, öncesi ve sonrasını düşünmek zorundasınız. Film çok iyi pazarlanmalı aynı zamanda ve bu pazarlama ile ilgili daha çekim başlamadan bunun plânlamasını yapmak zorundayız. Türkiye'de bir şeyleri plânlı olarak yapmak çok zor.  Ama olabildiğince bir filmi en baştan bir proje olarak görerek yürümeye başladık. Ayla ve Müslüm filmleri bu yöntemle ilerledi. Başarılarının sebebi olarak sadece bir yönetmen düşünülmemeli. Tabi ki en önde yönetmen olarak ben duruyorum gibi görünüyor ama bunun projesi, çalışan insan sayısı, harcanan zaman hesaplandığında çok büyük bir iş. Ben kendi adıma övgüleri alıyorum ama her defasında bu projelerde bizimle çalışan yüzlerce, binlerce insana teşekkür ediyorum.”

 Bedir Acar'ın, Ulkay'a yönelttiği  “Ayla filmi de, Müslüm filmi de arka arkaya iki biyografi filmi olarak önümüze geldi. Biyografi filmlerine karşı bir eğiliminiz mi var, yoksa bu tesadüf bir zincirleme mi oldu?” sorusuna ünlü yönetmen şu sözlerle yanıt verdi:

“Türkiye bir hikâye ve biyografi cenneti. Fakat biyografi kitaplarımız neredeyse hiç yok. Türkiye'de bu konuda büyük bir sıkıntı var. Dünyada en popüler filmler, Oscar almış bir yığın film biyografi kategorisindedir. Mesela en son Bohemian Rhapsody (Freddie Mercury'nin biyografisidir) vardı. Bunların neredeyse hepsi kitaplardan uyarlanıyor. Bizde ise, mesela bir Müslüm Gürses kitabı yoktu. Keşke bir kitap olsa da, biz de o kitap üzerinden yürüyüp bu biyografiyi daha iyi anlatabilsek. Çünkü biyografi kitabı, konu üzerinde her şeyin çalışılmış olduğu bir şey. Hele o kitabın yazarıyla, yayıncısıyla anlaştığınızda size yayınlanmış ve yayınlanmamış tüm araştırma belgelerini ortaya koyacaklardır. Zaten iyi biyografik filmler böyle oluşuyor. Biz ise kulağımızı tersten gösterir gibi, filmi yapmaya araştırmalarla başladık. Bundan sonra da şirket olarak, gerçek hikâyeler ve biyografik hikayeler ile ilgilenmeye devam edeceğiz.”

 Salonlar bir para makinesi olarak düşünülüyor

Bedir Acar, sinema üretimimizin işleyişinde yılda en az 100 filmin çekildiği, fakat bu filmler içinden gişede ancak 15-20 tanesinin varlık gösterebildiğini, geri kalanların ise kendilerine ancak festivallerde yer bulabildiğini hatırlatarak, “Sektörü döndüren gişe filmleri ve estetiği, niteliği yükselten sanat filmlerinin buluşabileceği bir sinema yok mu?” şeklinde yönelttiği soruya Can Ulkay:

“Sinema salonu sahipleri var. Onlar için kaybedilen her seans, aynı zamanda para kaybı demek. Sadece sinema bileti olarak düşünmeyin. İzleyicilerin sinema kompleksindeki diğer tüketimleri de bu kazanca dahil. Dolayısıyla her şeye seans olarak bakıyorlar. Çözümü adına, önce sinema sayılarının çoğalması lazım. Ben bakıyorum, bağımsız film seyredebileceğim bir sinema bulamıyorum. AVM'lerde zaten yok. Ancak bir film ödül alacak da, ayıp olmasın diye bir hafta oynatacaklar, o da belki. Bu işten para kazanıldığı için maalesef bu salonlar tamamen bir para makinesi olarak düşünülüyor. Oraya her gelen insan oralarda bir şeyler yiyip alışveriş yapıyor, ekonomik sirkülasyon sağlanıyor. Zaten AVM dışında sinema sayısı da çok azaldı. Bağımsız filmlerin daha çok seyredilmesi gerekiyor. Fakat dediğimiz gibi, salonlarda bu filmlerle karşılaşamıyoruz. Ancak festival kovalayacaksınız ya da bazı kültür merkezleri gösterecek, onları takip edeceksiniz. Bağımsız sinema ile popüler sinemayı birbirinden ayırmalı mıyız, tabii ki arada bir sınır var. Ben bir sanat okulunda okudum; fotoğraf, kadraj, renk bilgilerini ve bu bilgileri uygulamayı seviyorum. Filmlerimde olabildiğince bunu göstermeye çalışıyorum. Popüler sinema da olsa, kadrajımı doldurmaya çalışıyorum. Aslında her kadraj yönetmenin resmidir. Sadece oyuncu ile olmaz. O kadrajı yönetmen olarak sizin boyamanız lazım. Rengi, ışığı, aksesuarı, dekoru, açısı, her şeyiyle… Dolayısıyla popüler sinemaya görsel kalite, yani bağımsız filmlerde algıladığımız o görsel tat mutlaka katılmalı. Ben bunu katmaya çalışıyorum. Bağımsız ve popüler sinema böyle birleşebilir ve ancak bu kadar birleşebilir. Bağımsız sinema ise ancak ve ancak yeni salonlar (bu salonlarda oynatılmaları şartıyla) ile daha çok izlenilme şansı bulacaktır. Dünyada festivallerin yüzde doksan beşi bağımsız film festivalleridir. Bu kadar çok olmasının sebebi de, sinemanın doğduğu Fransa'da bile artık gösterilemiyor olmalarıdır. Bunlar için de neredeyse her şehirde sinema festivalleri düzenlenmeye başladı ki bu filmler seyredilebilsin diye.” cümleleriyle cevap verdi.

 Yönetmen Can Ulkay hâlihazırda üzerinde çalıştığı projelerden ise şu şekilde bahsetti:

Üzerinde çalıştığımız bir Dumlupınar Denizaltısı hikâyesi var. Bizim, bütün arşivleri araştıran, çok ciddi çalışan bir ekibimiz var. Bütün verileri bir torbaya doldurup, bir senaryo oluşturmak istiyoruz. Hikâyenin başı sonu belli. Ayla'nın hikâyesi de belliydi. Baktığınızda bir Türk askeri, Kore Savaşı'nda küçük bir kız çocuğu bulur ve ona bakar. Altmış sene sonra yine birleşirler. Buraya kadar tamam da, bunun içini nasıl dolduracaksınız? Kaç açıdan anlatabilirsiniz? Yine bir Fenerbahçe hikâyemiz var. Çok güzel bir hikâye. Hem Çanakkale, hem Kurtuluş Savaşlarında futbol; hem savaş, hem futbol. Çok dramatik, ama çok da komik unsurları olan bir hikâye. Ama hepsini birleştirmek çok zor. Şu an iki projenin de senaryoları bitti, ama en iyisini bulmak için etraflarında dönüyoruz. Yani işi belgeselden çıkarıp dramatik bir yapıya dönüştürebilmeliyiz. Böylece ancak hikâyelerimizi izletebiliriz.”

Dostluk filmleri dimağlarda kalıcı bir tat bıraktı

 Fethi Gemuhluoğlu'nun “dostluk” felsefesinden yola çıkan Uluslararası Dostluk Kısa Film Festivali üç günlük bir yolculuğun ardından sona erdi.

 Cumhurbaşkanlığı Himayelerinde, T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı, Sinema Genel Müdürlüğü ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi destekleri ile Balkon Film organizasyonunda bu yıl ilki 14-15-16 Aralık 2018 tarihlerinde İstanbul'da düzenlenen Uluslararası Dostluk Kısa Film Festivali çok özel bir ödül töreniyle sona erdi.

 16 Aralık Pazar akşamı Cemal Reşit Rey Konser Salonu'nda gerçekleşen ödül törenini oyuncu Irmak Örnek ile oyuncu Mert Yavuzcan sunarken festival Anjelika Akbar'ın muhteşem konseriyle başladı.

 Uluslararası Dostluk Kısa Film Festivali kapanış töreninde sahneye ilk olarak Festival Başkanı Faysal Soysal geldi. Soysal, öncelikle festival destekçilerine teşekkür etti.

 Çalışmaların çok fazla ülkeden ilgi gördüğünü ve Türkiye'nin son yıllarda insanı yardım ile dostluk konusunda bir öncü olduğunun altını çizen Soysal, sözlerine şöyle devam etti: ‘80 ülkeden 800'ün üzerinde başvuru aldık. Sanıyorum başka bir ülkede böyle bir festival bu kadar ilgi görmezdi. Çünkü Türkiye'nin özellikle son yıllarda insani yardım, paylaşma ve dostluk konusunda dünyaya örnek, öncü olduğu ortadadır."

 Gecede ilk olarak Yaşam Boyu Dostluk Ödülleri takdim edildi.Fethi Gemuhluoğlu'nun "dostluk" felsefesinden yola çıkarak düzenlenen festivalde, "Yaşam Boyu Dostluk Ödülleri" sinema ve tiyatro sanatçısı Süleyman Turan, yapımcı ve yönetmen Biket İlhan ile yönetmen Reis Çelik'e takdim edildi.

 Eski Kültür ve Turizm Bakan Yardımcısı Ömer Arısoy da konuşmasında gecede beraber olmaktan duyduğu memnuniyeti dile getirirken sinemanın dostlukların geliştiği ve paylaşıldığı bir alan olduğuna dikkati çekerek, kısa filmlerin iyi bir kitabın çarpıcı özeti olarak gördüğünü ifade etti.

Festivalin Genel Sanat Yönetmeni Lütfi Şen ise konuşmasında şunları ifade etti: ‘Bu festival her şey bizim gönlümüzden doğarak başka gönüllere değsin diye yaptığımız bir festival. Bugün izlediğimiz filmlerde, okuduğumuz hikayelerde, dinlediğimiz şiirlerde bir kişinin inanılmaz katısı var. O kişi bu sanatsal dönüşümlerle bize ulaşan bir kişi. Fethi Gemuhluoğlu. Bu festivalin esin kaynağı. Anadolu'nun bu mayasını dünyaya taşımak zorundayız. Bu festival büyük bir emekle buraya geldi. Bu festivalin kaybedeni yok. Dostluk için atılan her adım çok önemlidir. İlk yılı olmasına rağmen bu festivale 80 farklı ülkeden film geldi. Bu büyük bir adım. Dünyayı dostluk kurtaracak.'

 Törene katılan İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür Daire Başkanı Rıdvan Duran da Mevlana'nın "Dost acı söyleyen değildir, acıyı tatlı söyleyebilendir." Sözüyle konuşmasına başladı. Duran: "Bu güzel geceye imza atan Fethi Gemuhluoğlu, gönül adamlığı, samimiyeti, inceliği ve her şeyden önemlisi dostluğu ile hafızalara kazınan mümtaz bir insandır.”dedi.

 Festivalin "Kısa Metraj Film Yarışması" kategorisinde birincilik ödülüne İran'dan "The Sea Swells" filmiyle Amir Gholami, ikinciliğe Kazakistan'dan "The Last Teacher" filmiyle Alan Rakhmetaliyev, üçünlüğe ise İran'dan "Hedieh" filmiyle Sahar Sotoodeh değer görüldü.

 Mansiyon ödüllerinde de birincilik Fransa'dan "Arthur Rambo" kısa filmiyle yönetmen Guillaume Levil'e, ikincilik ise Türkiye'den "Naftalin" filmiyle Furkan Daşbilek'e verildi.

 Törende "Fethi Gemuhluoğlu Özel Ödülü"nü de Türkiye'den "Gümüş" filmiyle Deniz Telek aldı.

Ödül töreninin sonunda besteci, müzisyen Anjelika Akbar film müziklerinden oluşan mini bir konser daha verdi.