22 Ocak 2018

Cami ve çocuk 2

Camilere çocuğuyla sık sık giden bir ebeveyndim. Çocuğumun beynindeki nöronların geliştiği, bilinçaltının oluştuğu ve sağ lobunun aktif olduğu yaşlarda camiyi, ibadeti, dua etmeyi, hocaları, dedeleri vb. sevmesini istiyordum. Ayrıca okuduğum pedagojik kitaplarında öğretisiyle çocuğumun insanların arasına karışmasına, alışmasına, sosyalleşmesine ve özgüven kazanmasına katkısı olmasını hedefliyordum. Gerçekten önceden fark ettiğimiz çekingen tavırlarının giderilmesinde camiye götürüşümün de önemli ölçüde katkısı olmuştu. Dedelerden, amcalardan çekinmiyor, onların arasında rahatlıkla geziniyordu. Sağ olsunlar her ne kadar istemesem de, bizimkine bol bol şeker ikram ediyorlardı.

Açıkçası ben onun kadar rahat değildim. Bazı amca, dayı ve dedelerin sitem eder haldeki bakış ve mimiklerini görüp, hissedebiliyordum. Bu hissiyat, çocuğuma “yanımda otur, koşma, oraya gitme, biraz daha sessiz ol” gibi uyarılarda bulunma düşüncesini aklıma getiriyordu.

Ancak meşhur, büyük balığın engellendiği akvaryum deneyinde olduğu gibi, çocuğuma olumsuz mesaj vermek ve onu öğrenilmiş çaresizliğe yönlendirmek istemiyordum. Tam tersine çocuk, cesaretlendirilmeli, teşvik edilmeliydi. Eğer sürekli uslu durmasını ve yanımdan uzaklaşmamasını telkin edersem, zaten onun için camiye gelmenin bir çekiciliği de kalmayacaktı ve artık benimle camiye gelmek istemeyecekti.

Neticede korktuğum başıma geldi. Bende çocuğumun suçluluk psikolojisine kapılmaması için karşı tarafa biraz sert çıktım.

Çocuğuma da “Ben kızdım o amcaya” diyerek cesaretinin kırılmasına mani olmaya çalıştım.

Haklı olduğumu düşünüyordum. Zira Peygamber Efendimizin (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) namaz kılarken torunları olan Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin'in mübarek sırtına, omuzlarına tırmanıp oynadıklarını ve benzeri kıssaları hep duyuyor/okuyordum. Ayrıca “Camide cemaatle namaz kılarken arka saflarda gülüşen çocuk sesleri yoksa gelecek nesiller adına korkun”  gibi meşhur pek çok sözle bende gaza gelen bir ebeveyndim.

Ancak yaptığım araştırmada haksız olduğumu anladım.  Çocukların hareketli ve gürültülü yapıları, yaşı veya sağlık durumu gereği, bazı kişilere, camide yahut cami dışında başka bir mekânda rahatsızlık verebiliyordu.

Verilen fetvalarda çocuklar camiye teşvik edilmekle birlikte,  7 yaşından küçük bir çocuğun namaz kılan bir kişinin huzurunu kaçırmasından dolayı, velisinin kul hakkına girebileceği söyleniyordu. Aslında çocuğumu uyaran kişi, sesini yükseltmenden sadece ona “babanın yanına git” demişti. Pişman oldum. Hemen ilk namaz vakti camiye giderek, orada bulunanların önünde tartıştığım büyüğüme hatalı davrandığımı belirterek helallik istedim. Barıştık.

Fakat ne yazık ki bir süre, çocuğumu vakit namazlarına götürmeye çekinir oldum. Ancak çocuğumu camiden koparamazdım. Çünkü eğitiminin bir parçası olarak oyunlarında cami önemli ölçüde yer alıyordu. Logolarla araba yolları evler yaparken, cami yapmayı da unutmuyordu. Hatta imam olarak Nasrettin Hoca oyuncağını da alıp hemen yanına koyuyordu. Sanatsal etkinliklerinde, boyamalarında, hikâyelerinde camiler ve Peygamber Efendimizin (S.A.V.) camisi önemli yer tutuyordu. Böyleyken benimle camiye gelmek istediğinde, her seferinde “hayır” diyebilmem mümkün değildi.

Çözümü ise daha geniş olan ve cemaatin daha seyrek olduğu evime uzak camileri tercih etmekte ve çocuğumu camiye vakit namazlarının dışında, camiler genelde boşken götürmekte buldum.

Bu çözümüm her zaman işe yarayan bir çözüm değildi ve daha ziyade bireysel bir çıkış yolu arayışıydı.

Tıpkı kentlerin inşası gibi modern zaman camileri de sanki çocuklar hiç yokmuş gibi inşa edilmişti. Çok nadir birkaç caminin uygun bir yerine çocukların oynayabilecekleri oyuncaklı, kaydıraklı odalar yapılmıştı. Diyanetin bu yönde çok zayıfta olsa bir çalışması vardı.

Camilerin sosyal merkez haline gelebilecekleri bir külliye modelinden evvel bir yazımda bahsetmiştim. Bunun bir parçası olarak camilerin bahçesinde ve içerisinde iyi düşünülmüş, uygun bir dizayna sahip oyun odalarının olmasını, yaygınlaşması gereken çok güzel bir fikir olarak karşılıyorum.

Bu fikirle camiye gelen okul öncesi dönem çocuklarının rahatsız etmeden ve rahatsız edilmeden çocukça vakit geçirmeleri sağlanabilir. Hem böylece namaz öncesi ve namaz sonrasında, cami görevlileri ve cemaatiyle sorunsuz, yapıcı bir iletişim kurabilirler.

Bu güzel fikrin sorunun çözümüne önemli bir katkısı elbette olacaktır. Yine de aslında sorunumuzun bu kadar kolay giderilemeyecek derecede vahim olduğunu anladım.

Asıl sorun sistemle ilgiliydi. Camilerin dedelere kaldığı bir sistem kurulmuştu. Sadece çocuklar değildi camilerden uzak kalan. Abileri, babaları da gelmiyordu. Abileri, babaları bile camiye gelmezken, oyun odaları ile çocukların camiye gelişi ne kadar artabilir ki?

Bu sebeple camilerin emekli olduktan sonra huzurun arandığı, kafa dinlemek için ideal ve sakin mekânlar olarak tasarlamak yerine, olması gerektiği gibi sosyal hayatın merkezinde, genciyle yaşlısıyla, âlimiyle memuruyla, erkeğiyle kadınıyla toplumdaki bütün ihtiyaçlara cevap veren külliye modeli bir formatta projelendirilmesi ve inşa edilmesi gerekmektedir. Ancak bu sadece mimari bir proje değil, büyük bir eğitim, tebliğ ve toplum mühendisliği projesidir.

Konuyla alakalı evvelki yazım:

http://www.yenisoz.com.tr/avm-lere-karsi-kulliyeler-yapalim-makale-19248