21 Mart 2021

​Çanakkale iyi okunmalı

Tarihimiz şanlı zaferlerle dolu. Her birinin ayrı kahramanlık hikâyeleri var. Çanakkale Savaşı, yakın tarihte olduğu için gazilerin direkt ağzından duyulan bilgi ve hikâyeleri ile ayrı bir önem taşıyor. Her iki saftaki askerlerin direnci ve kayıplarıyla destanlaşan bu cephe, dünya savaş tarihi açısından ilklerle dolu. Kara, hava, ve deniz güçlerinin aynı anda, birlikte katıldığı bu denli yoğun bir savaş, o güne kadar yaşanmamıştı. Cepheye gidenler dönemeyeceğini bile bile gidiyordu. Mezun veremeyen okullar vardı. Son sınıf öğrencilerinin hepsi cephedeydi çünkü. Çanakkale’de öyle anlar yaşanmış ki her duyduğumuzda, okuduğumuzda gözlerimiz yaşarır.

Çanakkale Savaşı, Türk milletinin bağımsızlığı ve hürriyeti söz konusu olduğunda ne denli kararlı ve kahraman olduğunu, bütün dünyaya hatırlattığı bir kahramanlık abidesidir. Çanakkale’de tarih, aynı zamanda Türk askerinin düşmanına gösterdiği merhameti, şefkati ve insanlığını da yazar. Tarih, bu konuyu daha silinmez bir kalemle yazmıştır. “Çanakkale geçilemez’

Dostluğun, kardeşliğin, arkadaşlığın zirve yaptığı yerdir aynı zamanda Çanakkale. Hiç kimse kendini düşünmez. Önce ‘arkadaşım, kardeşim’ der. Çanakkale ilkokulda, ortaokulda, lisede hatta üniversitede tüm öğrencilere anlatılmalıdır. Bu vatanın kolay kazanılmadığı, kazanılırken neler yaşandığı, belleklere ilmek ilmek nakşedilmelidir. Hikâyeler derlenip özellikle ilkokullarda okutulmalıdır.

Savaşın içinde insanın yüreğinin en derinlerine dokunan sayısız göz yaşartan olaylar yaşandı.

Bunlardan biri Lapseki’nin Beybaş Köyü’nden yarası oldukça ağır bir askerdir. Oldukça zor nefes alıp veren yaralı asker, nefes almaya biraz daha devam edebilmek için komutanının elbisesine yapışır. Zorlukla nefes alan askerin dilinden tane tane kelimeler dökülür:

-Ölme ihtimalim çok fazla… Ben bir pusula yazdım…Arkadaşıma ulaştırın…

Tekrar derin nefes alıp, defalarca yutkunur:

-Ben… Ben köylüm Lapsekili İbrahim onbaşından 1 Mecit borç aldıydım… Kendisini göremedim. Belki ölürüm. Ölürsem söyleyin hakkını helâl etsin. 

– Sen merak etme evlâdım, der komutanı, kanıyla kırmızıya boyanmış alnını eliyle okşar ve az sonra komutanının kollarında şehit olan askerin son sözü:

– Söyleyin hakkını helâl etsin, olur…

Aradan fazla zaman geçmez. Oraya sürekli yaralılar getirilir. Bunlardan çoğu daha sargı yerine ulaştırılmadan şehit düşer. Şehitlerin üzerinden çıkan eşyalar, künyeler komutana ulaştırılır.

İşte yine bir künye ve yine bir pusula. Komutan gözyaşlarını silmeye daha fırsat bulamamıştır. Pusulayı açar, hıçkırarak okur ve olduğu yere yığılır kalır. Ellerini yüzüne kapatır ne titremesine ne de gözyaşlarına engel olamaz:

– Ben Beybaş Köyü’ndenim arkadaşım Halil’e 1 mecit borç verdiydim. Kendisi beni göremedi. Biraz sonra taarruza kalkacağız. Belki ben dönemem. Arkadaşıma söyleyin ben hakkımı helâl ettim.

 

Çanakkale’yi anlamak için Mehmet Akif Ersoy’un o muhteşem dizelerini tekrar tekrar okumak gerek.  Çanakkale Şehitlerine isimli şiirin son dizelerini buradan paylaşmak istiyorum.

 

“Şühedâ gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar…

O, rükû olmasa, dünyâda eğilmez başlar,

Yaralanmış temiz alnından, uzanmış yatıyor;

Bir hilâl uğruna, yâ Rab, ne güneşler batıyor!

Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş, asker!

Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer.

Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor Tevhîd’i…

Bedr’in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi…

Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın?

“Gömelim gel seni târîhe” desem, sığmazsın.

Herc ü merc ettiğin edvâra da yetmez o kitâb…

Seni ancak ebediyyetler eder istîâb.

“Bu, taşındır” diyerek Kâ’be’yi diksem başına;

Rûhumun vahyini duysam da geçirsem taşına;

Sonra gök kubbeyi alsam da, ridâ nâmıyle,

Kanayan lâhdine çeksem bütün ecrâmıyle;

Mor bulutlarla açık türbene çatsam da tavan,

Yedi kandilli Süreyyâ’yı uzatsam oradan;

Sen bu âvîzenin altında, bürünmüş kanına,

Uzanırken, gece mehtâbı getirsem yanına,

Türbedârın gibi tâ fecre kadar bekletsem;

Gündüzün fecr ile âvîzeni lebrîz etsem;

Tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana…

Yine bir şey yapabildim diyemem hâtırana.

Sen ki, son ehl-i salîbin kırarak savletini,

Şarkın en sevgili sultânı Salâhaddîn’i,

Kılıç Arslan gibi iclâline ettin hayran…

Sen ki, İslâm’ı kuşatmış, boğuyorken hüsran,

O demir çemberi göğsünde kırıp parçaladın;

Sen ki, rûhunla berâber gezer ecrâmı adın;

Sen ki, a’sâra gömülsen taşacaksın… Heyhât,

Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihât…

Ey şehîd oğlu şehîd, isteme benden makber,

Sana âgûşunu açmış duruyor Peygamber.”