ÇANAKKALE ZAFERİNE FARKLI BİR BAKIŞ (1)
Siyaset bilgelerimizden ve TBMM eski başkanlarından Ferruh Bozbeyli ‘Yalnız Demokrat’* isimli Hatıralarında şöyle bir tesbitte bulunuyordu: Şöyle bir şey müşahede ediyorum; Türkiye’de bazı insanlar fikir paketleri hazırlıyor. Bunlar partilerdir, fikir kulüpleridir. Bir kısım insanlar da o düşünceleri ezberlerler. Açarlar o kutuyu, düşünce paketleri vardır, o paketi açarlar. O paketin dışına çıkanları suçlarlar. İnsanların bir kısmı bu paketleri alıyorlar. Kendilerine armağan edilmiş gibi onları açıyorlar. Paketin içinde ne varsa onu öğreniyorlar. Onun dışına bakmıyorlar. Bu da Türkiye insanlarını birbirinden uzaklaştırıyor. Birbirini tanımaz, birbirine itibar etmez, birbirini hoşgörü ile karşılamaz hale getiriyor. (Bozbeyli,2009:68).
Bozbeyli’nin bu tesbitinden sonra belki 20 yıl geçti. Benim
gözlemime göre, ülkemizde bir çok şey maalesef değişmedi. Bir çok şeyi marketten hazır satın aldığımız gibi,
kelimeleri ve kavramları da hazır kalıplar halinde önümüzde buluyoruz.
Esasen uzun bir mevzu olmakla birlikte ‘Çanakkale
Zaferi’ kavramı da bu anlamda önümüze
servis edilmiş kutsal bir hazır kalıptır. Konunun kısa özeti şöyle: Savaşların
bittiği günlerde ‘Çanakkale Zaferi’ isimli bir zaferimiz henüz yok idi. Çanakkale,
Harbi Umumi yani bir I. Dünya Savaşı içerisinde bir cephe idi. I. Dünya
Savaşı'nda Çanakkale Cephesi'nde yapılan savaşları zaman içerisinde tarihçiler
kaleme alırken ‘Çanakkale Zaferi’ olarak tanımladılar. Daha sonra devlet, bu
savaşları sene-i devriyesinde anmaya başlayınca (Bu anmalar da 1970’li yıllarda
başlamıştır) ‘Çanakkale Zaferi’ olarak kutlanmaya başladı.
Çanakkale Zaferi günlerinde yaklaşık 10 yıl önce ‘Geriye
Dönmeyi Düşünmediler’ alt yazılı bir fotoğraf paylaşılmaya başlanıldı.
Fotoğrafta ‘yamalı kıyafetli, soluk
benizli’ iki asker yer alıyordu.
Bu günlerde yeni bir moda çıktı. 18 Mart günü bazı
lokanta ve bazı televizyon dizileri askerimizin Çanakkale Cephesinde ‘üzüm
hoşafı ve kapuska yediğini’ söyleyerek müşterilerine ve izleyeceklerini bunun sürpriz
hatırlatmasını yapıyorlar.
Ben de gençliğimde Çanakkale Zaferi ile ilgili
kitapları okurken, Dönemin Harbiye Nazırı Enver Paşa'nın Cephedeki subaylara gönderdiği
bir tamimi okumuştum. Bu tamimde Enver Paşa
“Askerlerimize söyleyelim. Kahvaltıda
yedikleri zeytinin sayısı sınırlıdır. Dolayısıyla askerlerimiz zeytinin bereketlenmesi
için tek ısırmada değil 3 ısırmada yesinler” diyordu.
Bütün bunlar aslında bir başka pencereden bakıldığında;
Çanakkale savaşını veren Osmanlı Devleti ve Ordusunun ne kadar büyük yokluklar
ve yoksulluklar içerisinde yaşadığını gösterir.
Biz bu konuyu da bir başka inceleme gününe
bıraktıktan sonra, şimdi zihnimizde yeni pencereler açmak üzere, binlerce
kilometre öteden Çanakkale'ye gelen işgalcilerin gıda ve lojistik malzemelerini
incelemeye alalım. Bakalım Enver Paşa tarafından ‘tek ısırmalık zeytinle
savaşması’, Mustafa Kemal Paşa tarafından ‘ölmesi emredilen’ askerimizin
karşısına nasıl bir düşman çıkmış?
Süvari Teğmeni Safiyüddin Efendi’nin
‘Çanakkale ve Kafkas Cephesi Harp Hatıratı’ isimli eserinden Çanakkale
Cephesindeki Düşmanın halini görelim:
20 Aralık 1915 Pazartesi
(….) Yere
yatmış ve çalılara sürünerek düşman siperlerine doğru ilerliyorduk. Mesafemiz
pek az idi. Önceki muharebelerde şehit olup ve maktul düşüp fundalıklar
arasında çürüyen bir ceset kümesi arasına düştüm. Doğrusu ya ziyadesiyle
korkuya kapılarak müthiş bir sinir buhranı arasında boğulur gibi oldum.
Hâlimizin vahametini ve bu kadar efradımın hayat ve mematları omuzlarım
üzerinde olduğundan sakinliğimi muhafazaya mecbur olduğumu da düşünerek
ölülerin üzerinden gelip geçiyorum.
Birkaç adım
ilerisinde önümüzde düşmanın tel örgü engelleri çıktı. Düşman siperlerine
yaklaşıldığı halde nasıl olur da tek bir kurşun patlamasın? Nasıl olur da bizi
bir ateş karşılamasın? Tel örgülerini kesmek için makas almadığımızdan,
olduğumuz noktada mıhlandık. Müfreze avcı nizamında ve aralıkla geliyorlar idi.
Düşman siperleri görünüyor lâkin ses ve sada da duyulmuyordu. Siperlerde kimse
yok. Hayırdır inşallah! Bütün alay meydana çıktı. Meğerki İngilizler firar
etmişler!
Telefon
hatlarını parçalayarak düşman siperlerine girdik. İngilizler de adaları tutmuşlar
idi [adalara varmışlardı]. İngilizlerin uzun bir müddet devam eden ateşleri
bizi oyalamak ve bu fırsattan istifade ederek askerini vapurlara bindirerek
süngülerimize dayanıp güç yediremeyerek firar zilletini seçtikleri anlaşılmıştı
(Safiyüddin,2019:105-106).
Çanakkale’deki Düşman
Siperleri
Bizim
siperlere nazaran hem muntazam ve hem de sağlam ve müstahkem olmakla beraber,
korunaklı mahallerinin de gayet iyi olduğunu söyleyebilirim. Siperlerini harp
tekniğine uyarak pek derin kazıp üzerlerini de demirlerle örtmüşlerdi.
Yeraltındaki ulaşım yolları büyük şehirlerin muntazam caddeleri kadar temiz
olup ve cephe hattını o şekilde taksim etmiştir ki siperler manga manga olup
gözcüler için de örtülü siperler kazılmıştı. Efradın yatacak mahalleri de her
birliğin görev yaptığı siper yanında bulunuyordu.
Her siperin
üzerine merdivenlerle çıkılıp ve kum torbaları bir kale duvarı gibi siperler
üzerine yerleştirilmiş olup büyük bir düzen içindeydi. Korunaklı mahaller
özenli bir şekilde yapılmış ve İngiltere'den getirilen büyük mağazalarda döşeme
vazifesini gören eğri ve kalın demir kalaslarla üzerleri örtülmüş ve içerileri
vapur kamaraları gibi döşenmiş adeta pansiyoner odaları kadar süslü bir halde
idi. Bomba mahallerinde görülen sağlamlık hepimizi hayrette bıraktı.
Düşmanın Örtülü Yollar
Örtülü
yolların bir kısmına çakıl taşları
döşenmiş ve dağların altından tüneller açılarak yeraltında olan bu mahallerin
rutubetten korunması için güneşin nüfuz edeceği noktalara pencereler yapılmış
geniş ve muntazam olan yollardan el arabaları ile cephane nakliyatını temin ve
askerin yan yana dolaşacak kadar geniş ve hemen her örtülü yol başında sargı
merkezi mahallerini inşa ve su sarnıçlarını koyarak efradın en mühim olan hava,
su gibi ihtiyaçlarını temin etmişler idi. Yollar o kadar çok idi ki her siperin
başına bir numara tahtası ve siperin ismi ve hangi taburla tutulacağını içeren
levhalar takılmış olduğundan bu eğri büğrü yollardan girip çıkmak biraz olsun
kolaylaştırılmıştı.
(Devam edecek)