23 Şubat 2024

Cemre

“Gözime ‘aks-i ruhun düşmek ile yanmada gönlüm

                                                                               Hevâ-yı dil katı germ oldı cemre âba düşelden”[1]

                                                                                                                                              Şeyh-ul İslam Yahya

 

                “Her elem sağanağında bir gökkuşağı var mıdır?” diye soruverdim kendime? Her ateş bir İbrahim’e “serin ve selamet[2]” midir? Her hicran demi vuslata bir dair bir karine midir? Her vefasızlık zulmetinin arka yüzünde parıldar mı mihr-i vefa? Dedim ey, dünyanın dağdağasından nasıl azade olur insan, mahpus yüreklerin derununda sultanlığa namzet bir Yusuf saklı mıdır?

 

                Zihnimde çoğalan soruların girdabında debelenirken masamın üzerindeki takvime ilişti gözlerim. Ocak ayının son günüydü. Ertesi gün 1 Şubat... İçimde, gam-kasavet biriktiren, küf kokulu alıngan havaların ağırlığından bunalan ruhumun zindanında, bir meşale yandı sanki.  Sanki yıllar süren bir gecenin ardından günün ilk ışıkları hücreme süzülüverdi ve aydınlandı gönlüm.

 

                Gözlerim takvimde Şubat’a ilişir ilişmez yüreğim cemreye ilişiverdi. Yeni bir dirilişe, âsûde bir bahara muntazır olan yüreklerin hayallerini hakikate dönüştürecek cemre, bu ayda düşecek önce havaya, sonra suya. Cemre düşünce ısınırmış hava su ve toprak. Daha düşmeden içim ısındı, heyecanlandım. Hayaliyle bile heyecanlandığım baharı beklemeyi bile sevdiğimi fark ettim. Öyle ya, vefalı bir yâr gibi her yıl çıkagelen bahardı cemrelerle.

 

                Düşündüm, her elem sağanağında bir gökkuşağı vardı ama görebilen varsa. Her ateşte bir “serinlik ve selamet” vardı; hissedebilen varsa ve İbrahim'e(as) gül bahçesi olan nevbahardı. Hicran, vuslatın varlığına dair bir karine, bir işaret idi. Zira ruhlarının birliğinden söz edilmeyenlerin ayrılığından da söz edilemezdi. Her vefasızlıkla beraber bir vefa güneşi muhakkak parıldardı. Zira her yokluk bir varlığa kapı aralar, her vefasızlığın ardında insanı esaslı bir vefa katına terfi ettiren bir hakikat orta yere çıkardı. O yüzden “Her zorlukla beraber bir kolaylık vardır.[3]” denilmişti. Ve eğer insan, kendi zindanının farkına varır; ayaklarındaki prangaların hakikatini kavrarsa azade olmaya da muktedir olabilir. İşte o zaman kendi zindanından bir Yusuf olarak çıkardı.

 

                Cemreyi hatırlatan şubat ayının girişiyle, böylesi düşüncelerde cevelan eden ruhun heyecanını düşünün artık. İnsanın beklediği misafir ne kadar aziz ise ruhunun helecanı da o denli şiddetli olur. O'nun elçileri gelir ilkin; önce havayla sonra suyla ve toprakla müjdelerler bir kutlu gelişi. Sonra kendisi geliverir elçilerin ardından, ürperir tabiat, binbir renk olur açılır, eşsiz rayiha olup buram buram tutar ovaları ve dağları, göz bayram eder, gönül bayram yeri oluverir.

 

                Her türlü noksanlık ve acziyetle malul olan insanın, umudunun tükendiği, melâl denizinin dalgalarına şuursuzca kendini bıraktığı bir anda, bereket adasına çıkıvermiş hissi verir yüreğine düşüveren cemre. Asırlar gibi uzayan zifiri gecelerin içinden seher yıldızı gibi parıldar; şerha sıcakta kavrulmuş çehrelere bir ikindi serinliği gibi eser. Hayata tutunmaktan bitap düşmek üzere olan insana yeni bir haber, bir müjde fısıldar; tutar ellerinden, yitirdiğini buldurur, unuttuğunu hatırlatır. Bir sarkaçta varlıkla yokluk arasında salınmakta iken tutar onu hayatın kıyısına çıkarıverir. Bahar cemrelerin muştuladığı bir selamet sahilidir. 

 

                “İnsan, en çok, kaybettiğini bulunca sevinir.” derlermiş. Şubatı gördüm, cemreyi hatırladım ve soruverdim kendime: Aslında insanlar aylardan en çok şubatı mı sevmelidir? Zira yitirdikleri o aziz misafirin habercileri bu ayda teşrif ediyor havayı, suyu ve toprağı.

 

Lakin insanoğlu farkında mı bilinmez; hava nedir, su nedir ve toprak nedir? Her yıl veda edip tekrar geliveren aziz misafir kimdir?

 



[1] “Gözüme yüzünün aksi düşünce yanmakta gönlüm/ Gönlün arzusu tutuştu suya cemre düşeli”

[2] Enbiya suresi 69: “Ey nâr, serin ve selâmet ol İbrahim’e dedik”

[3] İnşirah suresi 6