Çeşme kültürü yahut su medeniyeti
Kültürümüzde gerek Türkçe’de gerekse İslam dairesinin diğer kültürlerinde su ile göz arasında kurulan bir alaka vardır. Suyun kaynağına göze diyen Türkler Arapçadaki ayn ve Farsçadaki çeşm kelimelerini de bu manada kullanmışlardı. Bir kültür böylece bütünüyle su ile alakalı bir kavramlaştırmada müşterek bir zeminde buluşmuş gözüküyor. Çeşme ve ayn kelimeleri Türkler için hala varlığını sürdüren kelimeler. Hülasa dil varlığımızın özü sözüne yansımış ve su kültürüne dair bu zeminde müşterekleşmiştir. Türkler bir medeniyet unsuru olan su ile ilişkilerinde göz ile su arasında kurulan bu ilişkinin kendi medeniyetleri içerisinde zuhur ettiği bir durumu yaşadılar. Göz insan için nasıl alemde varlığını tespit için önemliyse su da aynıyla öyledir. Çeşm, ayn ve göze hepsi bu meyanda suyun çıktığı ve medeniyete ulaştığı o yerde birleşirler. Varlığın insan gözünden aklına ulaşıp bir bütünlük oluşturması gibi su ile her şeyi yaratan hikmetin adeta bir medeniyet içinde kendisini zuhura getirmesi söz konusudur. Mavi gök yağız yer arasında gözümüz ve gönlümüz arasında o engin mavilikte nice mavi gökler su indirir nice mavi okyanuslarda gemiler yürütürüz.
Su
medeniyetin varlığında öncelikli maddi unsurlardan biridir. Büyük medeniyet
havzalarının hep büyük su merkezlerinde ortaya çıkışı tesadüf değildir. Peki
bunun medeniyetle alakası nedir? Sadakanın en faziletlisi su teminidir, ifadesindeki hadisi de göz önüne alırsak suyun
bilinen en eski zamandan şimdiye kadar varoluşumuzun temel esası olduğunu
söylemek yanlış olmaz. İnsanlığın bilinen medeni tarihi de buna şahittir. Vücudumuzun
%60’nın su olduğunu da düşünürsek mesele daha somutlaşır. Suyun insan için bu
ehemmiyeti şüphesiz onun medeniyet varlığının temellerinden olan toplumun
teşekkülü açısından da hayatidir. İnsanlar bir takım iş bölümü zaruretleri ile
bir araya gelerek mana müşterekleri etrafında birleşerek toplum denilen yapıyı
oluştururlarken şüphesiz su olmadan bu hayatın sürdürülmesi imkânsızdır. Hele
bu topluluk muhtevası olan bir birliktelikle millete dönüştüğün de mesele daha
da farklı bir hale gelir. Hülasa su olmadan insanın birey ve toplum hayatını
sürdürmesinden söz edilemez. Bu bakımdan gözüyle gördüğü dünyada suya gözü
kadar önem vermiş olmalıdır ki suya ulaşma vesilesi olarak ortaya çıkardığı
yapılara bu kelime ile eşdeğer bir isim vermiş olmalıdır. Çeşmenin hayrat ve
vakıflarla birlikte yer alması ise medeniyetin kendi maddi içeriğinde manasına
doğru değişmesinin bir örneği olarak görülür. Su gibi aziz ol denmesi boşa
olmasa gerektir.
İşte burada medeniyetin diğer unsuru olan devletin su ile
alakası görülebilir. En eski zamanlardan günümüze devlet su işlerine son derece
önem vermiştir. Öyle ki devletimizin bugünkü kurumunun adı bile buna uygundur.
Roma çeşmelerinin kalıntıları ülkemizde hala mevcuttur. Devlet ve devlet
adamları bu bağlamda çeşmelere para ayırmışlar, suya yatırım yapmışlar ve
sosyal devlet suya ulaşımı sağlamak noktasında tarih boyunca bu konuda
çalışmıştır. Medeniyetin var olduğu her merkezde bu meyanda suya ve suyun
ulaşmasına dair büyük yatırımlar ve çalışmalar olduğu muhakkaktır. Dolayısıyla
su ve buna dair kültürün devlet eliyle gelişmesi ve çoğaltılması medeniyet
varlığı açısından öne çıkar. Vakıflar üzerinden şehirde devletli ve sivil
şahısların kurduğu yapılar toplum-devlet bağlamında bu işin kurumlaşarak
kültürümüz içinde medeniyetimize mal olması halleridir. Medeniyet tarihinde su
başlıklı bir içerik şüphesiz büyük ciltleri doldurabilecektir.
İşte burada devlet-toplumun var olduğu medeniyet alanı olarak
şehre geliriz. Bu manada yapılar kurulan her yerde köylerden büyük şehirlere
kadar çeşmelerin varlığı bugün bile ülkemizde ortadadır. Suyun hayat alanındaki
cereyanı noktasında çeşmeler bir medeniyet için mutlak gereklilik olmanın
ötesinde Türk-İslam şehrinde kitabeleri ve güzel sanat eseri oluşturan
işlemeleri ile bir güzellik alanı oluştururlar. Şehirlerimizde Selçuklu ve
Osmanlı döneminde kalma bir miras ve güzellik bize bunu göstermektedir. Su
medeniyetinin insanları kendi medeniyetlerinde çeşmeleri birer sanat eserine
dönüştürürken güzeli vakıflar kurup sebiller açarken iyiyi ve hayrı hayata
yansıtarak kendi medeniyetlerinin mana katmanlarını da bu yapılara
aktarmışlardır. Suyun varlığı mana katmanları içerisinde hacet gören bir unsur
olarak insan hayatının yapı taşı, vakıf gibi yapılarla iyiliğin bir simgesi ve
çeşme süslemeleri ile güzelliğin bir unsuru olarak hayatımızdan akıp
gitmektedir.
Bir de kurumuş çeşmeler vardır. Gözyaşları bitip de hicran ve
mahcubiyetten kuruyan gözler gibi gözesi/kaynağı artık kesilmiş çeşmeler bir
eski zaman masalının sessiz ve hazin şahitleri gibi şehirlerimizin orası
burasından bize bakmakta ve halden anlayana bir şeyler anlatmaktadırlar. Hali
anlaşılamayan her çeşme kaynağından selam vermeyi de bırakıyor sanki. Mevlana
ne güzel demiş su, ateşe galiptir; ancak
bir kaba girerse ateş o suyu kaynatır yok eder… Hal imiş…
Vesselam