25 Nisan 2023

Çeşme kültürü yahut su medeniyeti

Kültürümüzde gerek Türkçe’de gerekse İslam dairesinin diğer kültürlerinde su ile göz arasında kurulan bir alaka vardır. Suyun kaynağına göze diyen Türkler Arapçadaki ayn ve Farsçadaki çeşm kelimelerini de bu manada kullanmışlardı. Bir kültür böylece bütünüyle su ile alakalı bir kavramlaştırmada müşterek bir zeminde buluşmuş gözüküyor. Çeşme ve ayn kelimeleri Türkler için hala varlığını sürdüren kelimeler. Hülasa dil varlığımızın özü sözüne yansımış ve su kültürüne dair bu zeminde müşterekleşmiştir. Türkler bir medeniyet unsuru olan su ile ilişkilerinde göz ile su arasında kurulan bu ilişkinin kendi medeniyetleri içerisinde zuhur ettiği bir durumu yaşadılar. Göz insan için nasıl alemde varlığını tespit için önemliyse su da aynıyla öyledir. Çeşm, ayn ve göze hepsi bu meyanda suyun çıktığı ve medeniyete ulaştığı o yerde birleşirler. Varlığın insan gözünden aklına ulaşıp bir bütünlük oluşturması gibi su ile her şeyi yaratan hikmetin adeta bir medeniyet içinde kendisini zuhura getirmesi söz konusudur. Mavi gök yağız yer arasında gözümüz ve gönlümüz arasında o engin mavilikte nice mavi gökler su indirir nice mavi okyanuslarda gemiler yürütürüz.  

Su medeniyetin varlığında öncelikli maddi unsurlardan biridir. Büyük medeniyet havzalarının hep büyük su merkezlerinde ortaya çıkışı tesadüf değildir. Peki bunun medeniyetle alakası nedir? Sadakanın en faziletlisi su teminidir, ifadesindeki hadisi de göz önüne alırsak suyun bilinen en eski zamandan şimdiye kadar varoluşumuzun temel esası olduğunu söylemek yanlış olmaz. İnsanlığın bilinen medeni tarihi de buna şahittir. Vücudumuzun %60’nın su olduğunu da düşünürsek mesele daha somutlaşır. Suyun insan için bu ehemmiyeti şüphesiz onun medeniyet varlığının temellerinden olan toplumun teşekkülü açısından da hayatidir. İnsanlar bir takım iş bölümü zaruretleri ile bir araya gelerek mana müşterekleri etrafında birleşerek toplum denilen yapıyı oluştururlarken şüphesiz su olmadan bu hayatın sürdürülmesi imkânsızdır. Hele bu topluluk muhtevası olan bir birliktelikle millete dönüştüğün de mesele daha da farklı bir hale gelir. Hülasa su olmadan insanın birey ve toplum hayatını sürdürmesinden söz edilemez. Bu bakımdan gözüyle gördüğü dünyada suya gözü kadar önem vermiş olmalıdır ki suya ulaşma vesilesi olarak ortaya çıkardığı yapılara bu kelime ile eşdeğer bir isim vermiş olmalıdır. Çeşmenin hayrat ve vakıflarla birlikte yer alması ise medeniyetin kendi maddi içeriğinde manasına doğru değişmesinin bir örneği olarak görülür. Su gibi aziz ol denmesi boşa olmasa gerektir.

İşte burada medeniyetin diğer unsuru olan devletin su ile alakası görülebilir. En eski zamanlardan günümüze devlet su işlerine son derece önem vermiştir. Öyle ki devletimizin bugünkü kurumunun adı bile buna uygundur. Roma çeşmelerinin kalıntıları ülkemizde hala mevcuttur. Devlet ve devlet adamları bu bağlamda çeşmelere para ayırmışlar, suya yatırım yapmışlar ve sosyal devlet suya ulaşımı sağlamak noktasında tarih boyunca bu konuda çalışmıştır. Medeniyetin var olduğu her merkezde bu meyanda suya ve suyun ulaşmasına dair büyük yatırımlar ve çalışmalar olduğu muhakkaktır. Dolayısıyla su ve buna dair kültürün devlet eliyle gelişmesi ve çoğaltılması medeniyet varlığı açısından öne çıkar. Vakıflar üzerinden şehirde devletli ve sivil şahısların kurduğu yapılar toplum-devlet bağlamında bu işin kurumlaşarak kültürümüz içinde medeniyetimize mal olması halleridir. Medeniyet tarihinde su başlıklı bir içerik şüphesiz büyük ciltleri doldurabilecektir.

İşte burada devlet-toplumun var olduğu medeniyet alanı olarak şehre geliriz. Bu manada yapılar kurulan her yerde köylerden büyük şehirlere kadar çeşmelerin varlığı bugün bile ülkemizde ortadadır. Suyun hayat alanındaki cereyanı noktasında çeşmeler bir medeniyet için mutlak gereklilik olmanın ötesinde Türk-İslam şehrinde kitabeleri ve güzel sanat eseri oluşturan işlemeleri ile bir güzellik alanı oluştururlar. Şehirlerimizde Selçuklu ve Osmanlı döneminde kalma bir miras ve güzellik bize bunu göstermektedir. Su medeniyetinin insanları kendi medeniyetlerinde çeşmeleri birer sanat eserine dönüştürürken güzeli vakıflar kurup sebiller açarken iyiyi ve hayrı hayata yansıtarak kendi medeniyetlerinin mana katmanlarını da bu yapılara aktarmışlardır. Suyun varlığı mana katmanları içerisinde hacet gören bir unsur olarak insan hayatının yapı taşı, vakıf gibi yapılarla iyiliğin bir simgesi ve çeşme süslemeleri ile güzelliğin bir unsuru olarak hayatımızdan akıp gitmektedir.

Bir de kurumuş çeşmeler vardır. Gözyaşları bitip de hicran ve mahcubiyetten kuruyan gözler gibi gözesi/kaynağı artık kesilmiş çeşmeler bir eski zaman masalının sessiz ve hazin şahitleri gibi şehirlerimizin orası burasından bize bakmakta ve halden anlayana bir şeyler anlatmaktadırlar. Hali anlaşılamayan her çeşme kaynağından selam vermeyi de bırakıyor sanki. Mevlana ne güzel demiş su, ateşe galiptir; ancak bir kaba girerse ateş o suyu kaynatır yok eder… Hal imiş…

Vesselam