CHP DÖNEMİ'NDE AYDIN-İKTİDAR İLİŞKİLERİ (2)
(….) Millî Şef döneminde İnönü, CHP’nin değişmez genel başkanı olarak, meclise girecek kişilerin belirlenmesinde tek yetkili kişi olmuştur. Seçimlerde mebus adayı olacak kişilerin isimleri tek tek İnönü’nün onaylamasına sunulur ve eğer bir değişiklik yapılacak ise İnönü tarafından yapılır ve böylece listeler kesinleşmiş olurdu. (...) Mebus adaylarının belirlenmesinde daha ziyade tanınmış kişilere, bilim ve sanatla uğraşanlara ve hükümete yakın olan gazetecilere öncelik verilmekteydi. (...) Millî Şef’e yaranan bürokratlar, CHP’nin yayın organında yazan gazeteciler ve yazarlar yaptıkları hizmetin karşılığını meclise girmek suretiyle görmekteydiler. Dönem aydınlarından A. Şükrü Esmer Millî Şef’ce tayin edilen mebus adaylarının müntehibi saniler tarafından seçilirken uyulması gereken kuralları şöyle açıklıyordu: “Bu şartlar altında Türk seçmeninin ilk vazifesi adaylar listesine değiştirmeden rey vermektir. Partiye itimat edilmelidir. Demokrasinin bugünkü icabı budur.” (7) Fikri Tüzer de aynı bakış açısını bir başka açıdan ifade eder: “Tek fırkalı kalmanın aziz ve mübarek vatanımızın yüksek menfaatlerine uygun bir siyaset olduğu teslim edilir.” (8)
Mora doğumlu Y.
Ziya Ortaç’ın Ordu’dan, Kahire doğumlu Y. Kadri Karaosmanoğlu’nun Manisa’dan,
İstanbul doğumlu çok sayıda kişinin Kars’tan, Elazığ’dan milletvekili olması bu
dönemin meclisin komedi teşkil eden bir başka özelliğiydi.
Nitekim Kuvay-ı
Milliye’nin önde gelen komutanlarından Kazım Karabekir Paşa 2. Meclis’i
oluşturan mebusların kişilik çizgilerini ve mebus oluş şekillerini anlatırken o
günün siyasi atmosferine de dikkat çeker: “Ne söylenirse söylensin alkışlamaya
hazır olanların başında yeni meclise seçilen bütün karargâh heyetiyle hazıra
konmuş devletliler vardı.
...Bir taraftan
İkinci Meclis’e girebilmek için bilgi, emek ve seciyesi ile tanınmış olmaktan
ziyade sadakat ve baş eğme ile temayüz etmiş olmak ve türlü vasıtalarla Gazi’ye
hulul etmek işe yaramıştı. Mektuplarla,
şiirlerle M. Kemal Paşa’ya bir düziye tekrarlanan sözler muayyendi. ‘Bizi sen
kurtardın. Ne emir buyururlarsa keramettir.’ Ve bir sürü methiyeler...
...M. Kemal
Paşa’dan başka ortada kimse bırakılmadı. O kurtardı, o kurtaracak teranesi,
hazıra konmak isteyen dalkavukların dillerinde destan oldu. Artık her akşam
aleminde onun yüzüne karşı methiye yarışı aldı yürüdü. Dışarıda kendi
emekleriyle hayatlarını fakirce kazanabilen bu zümre, pek az müstesnasıyla
şimdi devlet hazinesinden zenginleşiyor, ihsanlara garkolarak aristokrat bir
tabaka halini alıyordu. (9)
Öte yandan,
sistemin kurucusu M. Kemal Atatürk, dönemin aydınları tarafından Kemalizm
şeklinde ifade edilmeye başlanılan ideolojiden hoşlanmıyor, bunu açıkça
hissettiriyordu.
M. Kemal Atatürk’ün Kemalizm kavramından pek
hoşlanmadığını sık sık ifade etmesine karşın üniversitelere konmuş İnkılap
Tarihi derslerinde Kemalizm bir ideoloji olarak öğrencilere sunuldu. (10)
Çünkü, M. Kemal
ABD Büyükelçisi’nin günlüğünde ifade ettiği tesbit ve notların yabancısı
değildi. Bu yeniden örgütlenme Halk
Partisi’ni faşist prensipleri üzerine kurulu bir politika ve eğitim organizması
durumuna getirecek, faşizm Türkçe’ye çevrilince yeni bir Kemalizm’e eşit
olacak. (11)
Kurucu ve
dönemin yabancı şahitleri böyle düşünürken, bazı dönem aydınları ısrarla
tanrılaştırma ve ülkeyi bir ideoloji etrafında birleştirme hususunda
çabalıyorlardı. Dönem ideologlarından Ş. Süreyya Aydemir’in bir gerekçesi de
bulunuyordu: İnkılabımızı oturtmaya ve
Atatürk’ü putlaştırmaya mecburduk. (12)
Putlaştırılan
sadece M. Kemal değildi. M. Kemal’in halefi, Millî Şef İnönü de dönemin
aydınlarının ifadeleriyle yarı ilah bir konuma getirilmekte gecikmiyordu:
...Vatan coğrafyası içinde dolaştıkça, her adım attığı yerden bir yıldız kümesi
ezilmiş gibi, zafer ve hürlük aydınlığının fışkırdığını gördüğümüz büyük adama
bizim ve dünyanın tam bir inancı vardır.
(...) O,
insanlığın ferdî değil maşerî yönünü temsil eden, toplumun bir din gibi ortaklaşa
kabul ettiği bir kahramandır. (13)
Yine Millî Şef
İnönü’nün herhangi bir şekilde ve konuda söylediği bir nutuk tarihî bir konuşma
niteliği taşırdı. Hatta ne söyleyeceği önceden bilinmeyen konuşmaları bile
tarihî olarak ilan edilir ve gazetelerde büyük puntolarla müjdelenirdi. (14)
Bu genel
takdimden sonra şimdi de tek parti sistemini ve o dönemi yücelten; aydın onuru
gereği yapılan bir yanlışlığı sorgulamak ve uyarmak yerine destek olan bazı
sembol aydınlarımızı mercek altına alalım:
Y. Kemal, Şair mi Mebus mu ?
Üsküp doğumlu
olmasına rağmen, mecliste Urfa mebusu olarak bulunan Y. Kemal Beyatlı, muhtelif
ülkelerde de büyükelçi olarak görev yapar. O dönemde iktidarın yayın organı
olan Hakimiyeti Milliye Gazetesi’nde günlük yazılar yazan ünlü şairin Nureddin
Paşa olayı üzerine kaleme aldığı yazılar dikkat çekicidir. Bir doktora tezi
olarak incelenmiş Nureddin Paşa olayı özetle şöyledir:
TBMM, 1 Kasım
1924 yılında 2. Dönem milletvekillerinin tesbiti için seçim yapılmasına karar verir. M. Kemal Paşa,
adayları bizzat kendisinin seçeceğini ilan eder. Kurtuluş Savaşı
komutanlarından Nureddin Paşa’da Bursa milletvekili olarak M. Kemal’e başvurur,
ancak bu talebi kabul edilmez. Nureddin Paşa bunun üzerine Bursa’da Halk
Fırkası atanmış adaylarının karşısında bağımsız olarak aday olur ve kazanır.
Halk Fırkası’na mensup seçmenlerin oyuyla milletvekilliğini kazanan Nureddin
Paşa’nın bu tavrı iktidarı rahatsız eder. Nureddin Paşa’nın halen asker olması
(başka askerler olmasına rağmen) gerekçe gösterilerek Bursa seçimleri iptal
edilir ve yeniden yapılır. Bağımsız aday olarak seçime giden Nureddin Paşa,
aksi yönde yapılan tüm girişimlere rağmen yeniden seçilir. (15)
Böyle bir olay
karşısında bir aydın olarak millet iradesinin yanında yer alması gereken Y.
Kemal, Cumhuriyet Halk Fırkası bakışıyla olayı değerlendirir: Muhalefetin her
fikri ve her işi gibi, bu iddiası da menfi bir mahiyette olduğu için mugalataya
gayet elverişli ve kolay bir oyundur. Fırkamız, milletin itimadını haiz olduğu
için henüz Müdafayı Hukuk namını taşırken ordular kaldırdı. Fırkamızın kuvve-i
kahiresi kendini geçen seçimde olduğu gibi bu geçirdiğimiz büyük seçimde de bir
an denedi mi? Bir kimsenin boğazını sıktı mı? Bir kimsenin kafasını patlattı
mı? (16) Bugüne kadar yalnız bir
yerde, Bursa’da inkılap fikirlerine muarız (?) bir namzed ekseriyet kazandı.
Nureddin Paşa’nın Bursa şehrinde bugünlük galebesi haddi zatında
ehemmiyetsizdir... Nureddin Paşa’nın seçimi gibi bir hadiseye son defa şaşmış
oluyoruz demektir. (17)
Gün gelir
talihin rüzgarları ünlü şairimiz Yahya Kemal’i İstanbul’dan bağımsız
milletvekili adayı olarak karşımıza çıkarır. Bu
kez Y. Kemal sorgulayan değil, sorgulanandır. Y. Kemal’i ağır ifadelerle
sorgulayan şahıs da yine tanıdık bir sima olan Peyami Safa’dır: 1943 yılında İstanbul’da milletvekilliği
için ara seçim yapılmış, bu seçimde Y. Kemal bağımsız olarak adaylığını
koymuştu. Cumhuriyet Halk Partisi seçime resmen katılmıyor, fakat el altından
Hakkı Tarık Us’u destekliyordu. Peyami Safa, seçimden kısa bir süre önce Vakit
Gazetesi’ne geçmiş, gazetenin sahibi H. Tarık’ı övmeye ve Y. Kemal’i kötülemeye
başlamıştı. Buna karşılık A. Emin Yalman Vatan Gazetesi’nde Y. Kemal’in büyük
boy resimlerini yayınlıyor ve birinci sayfaya şöyle manşetler atıyordu:
“Ey İstanbul halkı, büyük şair Y. Kemal kendisine olan
sevgini göstermeni bekliyor. Seçim günü sandık başına git ve reylerinle Peyami
Safa’ya gerekli cevabı ver.” Peyami Safa’nın yazılarında ise şöyle cümlelere
rastlıyorduk: “Ey İstanbul halkı, sen şair değil, mebus seçeceksin. Sekiz sene
mecliste oturup ta bir defa söz almayan, senin dertlerini, meselelerini dile
getirmeyen bu adamı yeniden meclise gönderme!” (18)
Peyami Safa,
halka “Sen şair değil mebus seçiyorsun. Senin dertlerinle sekiz yıldır
ilgilenmeyeni bir daha meclise gönderme” derken herhalde onun şahsında nice
yıllar şair ve yazar sıfatıyla mecliste bulunan ve halkın derleriyle
ilgilenmeyen diğer onlarca atanmışı da kastediyordu.
(Devam edecek)