Cihan hâkimiyeti mefkûresi Kudüs yahut Türk vatanı Kudüs'te vakıflar
Mavi Gök Yağız Yer
Kudüs, İslam’ın üç
önemli şehrinden biri ve Allah kelâmınca etrafı mübarek kılınmış bir beldedir.
Türkler açısından ise Kudüs sadece İslamî olmak bakımından değil
Tolunoğullardan itibaren Selçuklular, Memlûkler ve nihayet Osmanlılar ile
ebed-müddet devletlerinde hanedanlar değişmesiyle 1917 sonuna kadar bazı fasılalar
hariç sancak ve bayraklarını dalgalandırdıkları bir vatan toprağıdır. Burası
öyle önemli idi ki İhşidi hükümdarı Muhammed b. Tuğc burada defnedilmeyi
istemiştir. Yine Selçuklu devrinde Artuk Bey 1089 yılında burada bir cami
yaptırmış ve muhtemelen 1091’de burada vefat etmiştir. Urfalı Mateos’a göre
Artuk Bey Selçuklu alâmeti olarak Kıyame/Kamame Kilisesi’nin tavanın üç ok
atmış ve Selçuklu hakimiyet izini burada bırakmıştır. Aynı müellife göre
kendisi Kudüs’te Süleyman Mabedi yolunda medfundur. Baybars’ten Kayıtbay’a
Memlûk sultanları Kudüs’e önem vermiş ve başta Mescid-i Aksa olmak üzere
tamirat ve imar faaliyeti sürekli devam etmiştir. Kudüs; Mekke, Medine, Kaşgar,
Bosna ve benzerleri gibi, cihan hâkimiyeti mefkûremizin parçalarından biridir.
İngilizler şehre girdiğinde Osmanlı toprağı olan bu mekânın Türk vatanının parçası
olarak yaklaşık bin yıllık bir süreci de sona ermiştir. Kudüs’te Türk izlerini
takip açısından geride kalan eserler ve bunları yaşatan medeniyetin esas
unsurlarından olan vakıflar önemli bir yer tutar. Özellikle eğitime dair
vakıflar bu noktada öne çıkmaktadır.
Türkler,
Karahanlılar devrinde Tamgaç İbrahim Han’ın 1066 tarihli medresesinden beri
eğitim işlerinde vakıflar tahsis ediyorlardı. Selçuklular zamanında
Nizamülmük’ün vakıf tabanlı medrese modeli Karahanlı dönemi sonrasında Selçuklu
etkisinin yaşandığı Anadolu, Suriye ve Mısır gibi bölgelerde devam etti. Suriye
bölgesi Selçuklu etkisinin Mısır’a geçişinde bir köprü olarak vazife görmüştü
denilse yanlış olmayacaktır. Burada bu geçişi sağlayan yapı olarak Zengîler ve
Eyyubîleri ortaya koymak ve Nureddin Mahmud Zengî’nin vakıf tabanlı medrese
geleneğini sürdürdüğünü ifade etmek gerekmektedir. Zengiler döneminde eğitimin
vakıflar üzerinden giderlerinin karşılanması usulü Selçuklularda da olduğu gibi
devam etmiştir. Nûreddin Mahmud aynı zamanda Nizâmülmülk’ten
sonra çok sayıda medreseyi hizmete açan devlet adamıdır. Dımaşk, Humus, Hama,
Ba‘lebek, Halep ve Urfa medreselerinin zengin vakıfları vardı. Medreselerin giderleri her medrese için tayin edilen
vakıflardan karşılanmıştır. Vakıflar, Dımaşk’ın başkent edinilmesinden sonra
Kādılküdatlık görevini üstlenen Kemâleddin eş-Şehrezûrî’ye bağlanmışken
(İbnü’l-Esîr, 1978, c. 10; s. 66) Nûreddin Mahmud, yaşamının son yıllarında
bazı vakıfları bizzat kendisi idare etmiştir.(Bahattin Kök, Nureddin Mahmud
Zengî, D.İ.A., c.33, İstanbul, 2007, s. 261; Abdulkadir Turan, “Nûreddin Mahmud
Zengî Devri’nde (541-569/1146-1174) İlmiye Sınıfı”, Journal of Islamicjerusalem
Studies, 2018, 18(3), s. 41.)) Kudüs de bu
cümleden medreselerin inşa edildiği bu geleneğin devam ettiği yerlerden biri
olarak görülmektedir. Bir araştırmada 1174 ile 1516 tarihleri arasında Kudüs’te
74 medrese kurulduğu ifade edilmektedir. (Hatim Mahamid, “Waqf
and madrasas in late medieval Syria”,
Education Research Journals, Vol. 8/1, 2013, s. 602-603.) Suriye'de inşa edilen ilk medresenin Bağdat'taki Nizamiyye
medresesini örnek alan Halep'teki ez-Zeccaciyye olması şaşırtıcı değildir.
Eğitimini Bağdat'ta Nizamiyye'de tamamlayan Şerefeddin Abdurrahman bin el-Hasan
el-Ajami (ö. 561/1165), Halep valisi Bedreddin (Bedirüddevle) Süleyman’a
tavsiyesi üzerine 1123 yılında Bağdat'taki ünlü medresenin modeline göre
Zeccaciyye medresesini yaptırmıştır. (Mahamid, “Waqf and
madrasas in late medieval Syria”, s. 605-606) Bu geleneğin bir uzantısı olan Memlûkler devrinde de aynı
anane devam etmiştir. Vakıflar, İslâm dünyasında çeşitli köy ve
şehirlerin kurulması veya yeniden teşkilâtlandırılmasında büyük rol oynamıştır.
Memlükler devrinde Kudüs’ün istikrarlı ve siyasî çekişmelerden uzak ortamı
yönetimin medreseler ve vakıflar yoluyla ulemâya verdiği büyük destekle
birleşince burada doğup büyüyenler yanında pek çok ünlü âlim eğitim görmek,
müderrislik yapmak veya yerleşmek amacıyla Kudüs’e gelmiştir. (Cengiz Tomar,
“Kudüs-Memlükler Dönemi”, D.İ.A., c.26, Ankara, 2002, s. 334.)
Memlûk
sultanları Mısır’da vakıfları her alanda, özellikle de Kahire’nin eski şehrini
dönüştürecek şehircilik projelerinde kullanmıştır. Mekke, Medine, Kudüs,
el-Halîl gibi kutsal şehirlerin bakımı, eğitim, din ve belediye hizmetleri,
silâh fabrikası gibi bazı askerî kurumlar vakıflarla finanse ediliyordu. İslâm
dünyasının her yerinde yüzlercesi kurulan hayratın tam sayısını tahmin etmek
mümkün değildir. Bununla birlikte kaynak ve araştırmalarda bazı rakamlar
zikredilmektedir. Memlûkler devrinde medreselerin vakıflara (evkaf ve ahbas)
dayanarak kurulduğu, düzenlendiği ve bu gelirlere binaen faaliyetini yürüttüğü
gerçektir. En-Nâsır Muhammed b. Kalavun devrinde vakıf arazileri 130 bin
feddana ulaşmış idi. Vakıf olarak evler, çarşılar, araziler vakfediliyordu. (Said.
A. Aşûr, el-Muctema’ el-Mısrî fî ‘Asr
Selâtîn el-Memâlîk, Kahire: Daru’n-Nahda el-Arabiyye, 1987, s. 147-148) El-Makrîzî’ye göre 1436’da Kahire’de vakıf medrese
ve camilerin sayısı 158’dir. Memlük Devleti yıkıldığı sırada sadece bu
şehirdeki camilerin sayısı 130 iken XIX. yüzyılın sonunda cami ve medreselerin
yekûnu 264’e ulaşmıştır. (Bahaddin Yediyıldız, Vakıf, DİA, c. 42, İstanbul,
2012, 479-486.) Uleymî’nin kayıtlarında ise Kudüs’te 39 medresenin vakfı tespit
edilmektedir ki Osmanlı devrine dair yapılan çalışmalar bu vakıflardan
bazılarının çalışmaya devam ettiğini göstermektedir. Türkler medeniyetçi bir
millet olarak hayatın her alanın umran oluşturma ile hayrı birleştiren bir yapı
kurmuşlardır. Maddi dünya medeni bir çerçevede şekillenirken madde, hayatın
emrine hayır yoluyla girerken iki dünya dengesi gözeten hayat görüşü aynı
zamanda kendisini kurumlaştırmış oluyordu.
Medeniyetçi
bir toplum olan Türkler muhtelif dinlerin ve milletlerin Kudüs’te asayiş ile
yaşamalarını sağlarken burada farklı dönemlerde aynı mefkûrenin çocukları
olarak vakıflar örneğinde görüleceği üzere manidar izler bırakmışlardır. Kudüs
bir İslam yurdu ve Türk vatanı olarak hatırlarımızda daha yüz yıl kadar önce al
sancağın dalgalandığı bir vatan toprağı idi. Bugün yaşanan insanlık
meselelerine taraf olmamız için İslam, Türk ve insan kimliklerimizin tamamı
mesuldür ve Gazze’de yitirilen her can her mazlum can gibi bizdendir. Hâl imiş…
Bilvesile
Ramazan Bayramınızı tebrik eder, hayırlara vesile olmasını dileriz.
Hak
için olsun…
Vesselam.