Çıkar ortaklığı
Dünya üzerinde varlıklarını devam ettiren birleşik devletlere baktığımızda, kendilerinin dışındaki devletlerin bünyesindeki topluluklara, demokrasi ve özgürlük vaadinde bulunarak söz konusu toplulukları kendi egemenliklerine alıp akıl almaz entrikalarla bölüp bölüp parçaladıktan sonra, yutmaya hazır lokmalar haline getirip sömürmekte; bu toplulukların kanını emip inim inim inletmektedirler. Kurdukları bu sömürü düzeninin devamı için kukla yöneticilerini “Demokles’in Kılıcı” gibi sürekli sömürdükleri bu devletlerin başlarında bulundurmaktadırlar. Kendilerini de dünyanın koruyucusuymuş gibi gösterip bu insanlık dışı uygulamaya kılıf bulmuşlardır.
Burada dikkat çeken şey, bu sömürgeci birleşik
devletlerin adlarından da anlaşılacağı üzere ayrı ayrı halklardan oluşup ortak
çıkarlar etrafında “birleşik” olmuş olmalarıdır. Bu BD’lerin
yapısına bakıldığında; vatandaşları, kimi siyah, kimi beyaz, kimi de sarı; kimi
İngiliz, kimi Slav, kimi Fransız, kimi de İtalyan’dır. Ortada tek ortak şeyleri
var; o da çıkardır. Yani ortak
çıkar etrafında kenetlenmişler ve hiçbir zaman bu halklar tarafından devlet
kurma düşüncesinin gündeme getirilmesini istememişlerdir. “Ele verir
talkını, kendi yutar salkımı!” deyimindeki gibi hareket ederek başkalarına
akıl vermeye çalışmışlardır.
Dünyanın koruyuculuğuna/jandarmalığına soyunan ABD
ve onun babası Birleşik Krallık (İngiltere), Rusya, Çin
gibi ülkeler bu işin başını çekmektedirler. Bu sömürücü gözaçıkların, kendi
bünyelerinde bunca halk yaşıyorken gıkları çıkmıyor. Söz konusu birleşik
devletlerin söylediklerinde içten ve inandırıcı olabilmeleri için önce
kendilerinin örnek olup yapılarındaki ayrı ayrı olan halklara devletçikler
kurdurmaları gerekmez miydi? O zaman bunların niyetleri başka... Amaçları
halkların elinden tutup onları düze çıkarmak değil, onları kendi çıkarları
doğrultusunda sömürmektir. Yani bu birleşikler; “Koyun postuna
bürünmüş kurt” rolünü oynamaktadırlar.
Günümüzde BD’ler, taktik değiştirerek postmodern
bir görünümle sömürüyü modernleştirmişler ve hedef devletin başında bir nöbetçi
gibi durarak onların yer üstü ve yer altı zenginlik kaynaklarına el
koymuşlardır. Başta petrol olmak üzere bu kaynakların sürekli
kendilerine doğru akması için gereken her türlü eylemden de geri
kalmamaktadırlar. Bu faaliyetleri gerçekleştirirken insan hakları, demokrasi,
ahlak kuralları, etik kurallar, acıma duygusu, vicdan gibi insani değerler
ayaklar altına alınmakta ve insan onuru çiğnenmektedir. İşte Afgnistan... 20
yıl sömürülüp bırakıldı... İnsanları aç, sefil, ilaçsız, susuz bırakıldı, kıt
olan varlıkları talan edildi. İşte Suriye, Irak, Mısır... Bunların hepsine
demokrasi, insan hakları ve özgürlük, refah içerisinde yaşamak vaadedilmişti... Kendi konrollerinde parçala,
böl, yönet modeline uygun kurdurdukları devletçiklerin uyanıp kendi
yönetimlerini bağımsız ve özgürce sürdürmeye çalışmaları durumunda da
başlarından darbeleri eksik etmiyorlar. Mısır, Libya gibi ülkeler buna örnek
gösterilebilir...
ABD ve Rusya’nın ne işi var Ortadoğu’da?
Arapların derdi onlara mı kalmış?
Saddam Kuveyt’e saldırdığında iki ülkenin de halkı Arap değil
miydi? Suriye’de de durum farklı değil. Niye aynı halk (Arap) birbirine
girmiştir?
Bu BD’lerin gerçekten amacı halklara
devletçikler kurdurup insanları sıkıntılardan kurtarmak olsaydı; bugün Arapların
(Ortadoğu ve Afrika’daki irili ufaklı Arap ülkeleri); İngilizlerin (ABD,
İngiltere, Avusturalya, Kanada, Güney Afrika, Yeni Zelanda) ve Slavların
(Ruslar, Ukraynalılar ve Beyaz Ruslar,
Polonyalılar, Çekler ve Slovaklar Boşnaklar, Hırvatlar, Sırplar, Pomaklar,
Karadağlılar, Bulgarlar, Slovenler ve Makedonlar) ayrı ayrı devletçikler
kurmalarına izin vermemeleri gerekirdi.
Örneğin İngiltere ve çocuğu ABD aynı devlet olmalı değil miydi? Diğer
taraftan, Suudi, Mısır, Sudan, Libya, Fas, Tunus ve Cezayir ile Suriye,
Irak, Kuveyt, Yemen gibi devletler de bir tek devlet olmalı değil miydi?
Bugün her ülkeden çok ABD’nin bu konuda öncülük edip kendi yapısındaki
bunca halkları ayırarak: ”Size bunca zaman engel olduk, ancak düşündük
taşındık ki, size zulüm etmişiz, gelin her biriniz “Kendi kaderinizi, kendiniz
tayin edin!” demesi gerekmez miydi?
Sözün özü, artık dünyadaki topluluklar ortak çıkar
etrafında bir araya geliyorlar ve devletlerinin organizesinde halklarının ortak
çıkarlarına göre yöntimlerini devam ettiriyorlar. Devlet olmanın kriterleri
günümüzde değişmiştir. Bir ülkenin insanları, mutlu ve sağlıklı; bir arada
beraberce huzur içerisinde, ortak tasa ve sevinç duygularıyla
yaşayabiliyorlarsa ve başka devletlere karşı kendi devletlerinin çıkarlarını
savunabiliyorlarsa başka da bir düşüncenin peşinde koşmalarına gerke
yoktur. Aslolan mutlu, sağlıklı, refah
düzeyi yüksek, tasasız, herkesin düşüncesinde ortak çıkarlar gözeterek
davranışlarına çeki düzen verip özgür olduğu bir toplum olmaktır. Bu toplumun
bireylerinin aynı inançtan olması gerekmediği gibi aynı ırktan olmaları da
gerekmiyor şüphesiz. Aynı toprak parçası üzerinde beraberce aynı çıkarlar
etrafında yaşamak amaç olmalıdır. Tek millet kavramı sanıldığı gibi bir tek ırk
demek değildir; bu kavram bir üst kimliktir. Günümüzde aynı toprak parçası
üzerinde yaşayanların tek bayrağının, tek vatanının, tek milletinin olması
ifadesinde geçen ve hep yanlış
anlaşılmalara neden olan ”millet” kavramına yüklenen anlam zaten yanlıştır.
Yukarıda da geçtiği gibi buradaki “millet” üst kimlik olup vatandaşların
hepsini kapsamaktadır. Bu vatandaşların çeşitli ırklara ve dinlere mensup
olmaları tek vatan ya da tek millet olmalarına engel değildir. Çünkü burada
kullanılan “millet” aynı toprak parçası üzerinde yaşayan değişik dinlere ve
halklara ait toplulukların bütünü demektir.
Bugün Ortadoğu’da, Afganistan’da ve bazı Afrika
ülkelerinde olduğu gibi ”Keşke küçük balık olacağımıza; biz de büyük balık
olmanın yollarını arasaydık da, yeni çıkar düzeni olan büyük balığa yem
olmasaydık!” diyecek duruma gelindiğinde iş işten geçmiş olacaktır.
Unutulmamalıdır ki küçüldükçe, büyük balığın iştahını kabartmaktan ve
cesaretlendirmekten başka bir iş yapılmamış olur. Şu da unutulmamalıdır: “BÜYÜK BALIK, KÜÇÜK BALIĞI YUTAR.”