11 Ocak 2023

Çıkar ortaklığı

Dünya üzerinde varlıklarını devam ettiren birleşik devletlere baktığımızda, kendilerinin dışındaki devletlerin bünyesindeki topluluklara, demokrasi ve özgürlük vaadinde bulunarak söz konusu toplulukları kendi egemenliklerine alıp akıl almaz entrikalarla bölüp bölüp parçaladıktan sonra, yutmaya hazır lokmalar haline getirip sömürmekte; bu toplulukların kanını emip inim inim inletmektedirler. Kurdukları bu sömürü düzeninin devamı için kukla yöneticilerini “Demokles’in Kılıcı” gibi sürekli sömürdükleri bu devletlerin başlarında bulundurmaktadırlar. Kendilerini de dünyanın koruyucusuymuş gibi gösterip bu insanlık dışı uygulamaya kılıf bulmuşlardır.

Burada dikkat çeken şey, bu sömürgeci birleşik devletlerin adlarından da anlaşılacağı üzere ayrı ayrı halklardan oluşup ortak çıkarlar etrafında “birleşik” olmuş olmalarıdır. Bu BD’lerin yapısına bakıldığında; vatandaşları, kimi siyah, kimi beyaz, kimi de sarı; kimi İngiliz, kimi Slav, kimi Fransız, kimi de İtalyan’dır. Ortada tek ortak şeyleri var; o da çıkardır. Yani ortak çıkar etrafında kenetlenmişler ve hiçbir zaman bu halklar tarafından devlet kurma düşüncesinin gündeme getirilmesini istememişlerdir. “Ele verir talkını, kendi yutar salkımı!” deyimindeki gibi hareket ederek başkalarına akıl vermeye çalışmışlardır.

Dünyanın koruyuculuğuna/jandarmalığına soyunan ABD ve onun babası Birleşik Krallık (İngiltere), Rusya, Çin gibi ülkeler bu işin başını çekmektedirler. Bu sömürücü gözaçıkların, kendi bünyelerinde bunca halk yaşıyorken gıkları çıkmıyor. Söz konusu birleşik devletlerin söylediklerinde içten ve inandırıcı olabilmeleri için önce kendilerinin örnek olup yapılarındaki ayrı ayrı olan halklara devletçikler kurdurmaları gerekmez miydi? O zaman bunların niyetleri başka... Amaçları halkların elinden tutup onları düze çıkarmak değil, onları kendi çıkarları doğrultusunda sömürmektir. Yani bu birleşikler; “Koyun postuna bürünmüş kurt” rolünü oynamaktadırlar.

Günümüzde BD’ler, taktik değiştirerek postmodern bir görünümle sömürüyü modernleştirmişler ve hedef devletin başında bir nöbetçi gibi durarak onların yer üstü ve yer altı zenginlik kaynaklarına el koymuşlardır. Başta petrol olmak üzere bu kaynakların sürekli kendilerine doğru akması için gereken her türlü eylemden de geri kalmamaktadırlar. Bu faaliyetleri gerçekleştirirken insan hakları, demokrasi, ahlak kuralları, etik kurallar, acıma duygusu, vicdan gibi insani değerler ayaklar altına alınmakta ve insan onuru çiğnenmektedir. İşte Afgnistan... 20 yıl sömürülüp bırakıldı... İnsanları aç, sefil, ilaçsız, susuz bırakıldı, kıt olan varlıkları talan edildi. İşte Suriye, Irak, Mısır... Bunların hepsine demokrasi, insan hakları ve özgürlük, refah içerisinde yaşamak  vaadedilmişti... Kendi konrollerinde parçala, böl, yönet modeline uygun kurdurdukları devletçiklerin uyanıp kendi yönetimlerini bağımsız ve özgürce sürdürmeye çalışmaları durumunda da başlarından darbeleri eksik etmiyorlar. Mısır, Libya gibi ülkeler buna örnek gösterilebilir...

ABD ve Rusya’nın ne işi var Ortadoğu’da? Arapların  derdi onlara mı kalmış? Saddam Kuveyt’e saldırdığında iki ülkenin de halkı Arap değil miydi? Suriye’de de durum farklı değil. Niye aynı halk (Arap) birbirine girmiştir?

Bu BD’lerin gerçekten amacı halklara devletçikler kurdurup insanları sıkıntılardan kurtarmak olsaydı; bugün Arapların (Ortadoğu ve Afrika’daki irili ufaklı Arap ülkeleri); İngilizlerin (ABD, İngiltere, Avusturalya, Kanada, Güney Afrika, Yeni Zelanda) ve Slavların (Ruslar, Ukraynalılar ve Beyaz Ruslar, Polonyalılar, Çekler ve Slovaklar Boşnaklar, Hırvatlar, Sırplar, Pomaklar, Karadağlılar, Bulgarlar, Slovenler ve Makedonlar) ayrı ayrı devletçikler kurmalarına izin vermemeleri  gerekirdi. Örneğin İngiltere ve çocuğu ABD aynı devlet olmalı değil miydi? Diğer taraftan, Suudi, Mısır, Sudan, Libya, Fas, Tunus ve Cezayir ile Suriye, Irak, Kuveyt, Yemen gibi devletler de bir tek devlet olmalı değil miydi? Bugün her ülkeden çok ABD’nin bu konuda öncülük edip kendi yapısındaki bunca halkları ayırarak: ”Size bunca zaman engel olduk, ancak düşündük taşındık ki, size zulüm etmişiz, gelin her biriniz “Kendi kaderinizi, kendiniz tayin edin!” demesi gerekmez miydi?

Sözün özü, artık dünyadaki topluluklar ortak çıkar etrafında bir araya geliyorlar ve devletlerinin organizesinde halklarının ortak çıkarlarına göre yöntimlerini devam ettiriyorlar. Devlet olmanın kriterleri günümüzde değişmiştir. Bir ülkenin insanları, mutlu ve sağlıklı; bir arada beraberce huzur içerisinde, ortak tasa ve sevinç duygularıyla yaşayabiliyorlarsa ve başka devletlere karşı kendi devletlerinin çıkarlarını savunabiliyorlarsa başka da bir düşüncenin peşinde koşmalarına gerke yoktur.  Aslolan mutlu, sağlıklı, refah düzeyi yüksek, tasasız, herkesin düşüncesinde ortak çıkarlar gözeterek davranışlarına çeki düzen verip özgür olduğu bir toplum olmaktır. Bu toplumun bireylerinin aynı inançtan olması gerekmediği gibi aynı ırktan olmaları da gerekmiyor şüphesiz. Aynı toprak parçası üzerinde beraberce aynı çıkarlar etrafında yaşamak amaç olmalıdır. Tek millet kavramı sanıldığı gibi bir tek ırk demek değildir; bu kavram bir üst kimliktir. Günümüzde aynı toprak parçası üzerinde yaşayanların tek bayrağının, tek vatanının, tek milletinin olması ifadesinde  geçen ve hep yanlış anlaşılmalara neden olan ”millet” kavramına yüklenen anlam zaten yanlıştır. Yukarıda da geçtiği gibi buradaki “millet” üst kimlik olup vatandaşların hepsini kapsamaktadır. Bu vatandaşların çeşitli ırklara ve dinlere mensup olmaları tek vatan ya da tek millet olmalarına engel değildir. Çünkü burada kullanılan “millet” aynı toprak parçası üzerinde yaşayan değişik dinlere ve halklara ait toplulukların bütünü demektir.

Bugün Ortadoğu’da, Afganistan’da ve bazı Afrika ülkelerinde olduğu gibi ”Keşke küçük balık olacağımıza; biz de büyük balık olmanın yollarını arasaydık da, yeni çıkar düzeni olan büyük balığa yem olmasaydık!” diyecek duruma gelindiğinde iş işten geçmiş olacaktır. Unutulmamalıdır ki küçüldükçe, büyük balığın iştahını kabartmaktan ve cesaretlendirmekten başka bir iş yapılmamış olur. Şu da unutulmamalıdır: “BÜYÜK BALIK, KÜÇÜK BALIĞI YUTAR.”