09 Ocak 2019

Çin’in Türkistan Kamplarında; -Cehennemde dirilen bir kadın-

Bir kadın tanıdım; Minahun kızı Gülbahar Celil…  Kazakistanlı bir iş kadını… Çin'in Doğu Türkistan halkı için kurduğu şu meşhur ve meşum toplama kamplarında bir yıl, üç ay, on gün kalmış ve oradan kurtulalı yalnızca üç buçuk ay olmuş. Kaldığı cehennem kampının adı Senken, yâni üçüncü hapishane.

1996'dan beri ticaret yapmak için zaman zaman gittiği Kaşgar'a tedarikçi arkadaşının kızı tarafından telefonla çağırıldığında hiç şüphelenmeden icâbet etmiş. “Abla annem tutuklandı ve hazırlanmış siparişlerinle benim ilgilenmem mümkün değil. Gel ve sevkiyat ile kendin ilgilen” diyen genç kızın endişeli ve titreyen sesine “meraklanma, hemen geliyorum” diye cevap verip ilk uçağa atlamasının sebebi, ticari endişelerden daha çok, yirmi iki yıldır beraber iş yaptığı ve artık aralarında dostluk oluşmuş arkadaşı ve kızı için bir şeyler yapabilme ümidiymiş. Zorla kıza kendini aratanların Çinli polisler olduğunu öğrendiğinde artık kendisi de onlar tarafından sorgulanan bir tutukluymuş. “Tek kelime Çince bilmiyordum, oradaki tüm ticari ilişkilerimi ortağım üzerinden yürüttüğümden Uygur lehçesini de tam olarak anlayamıyordum” diyor. Kazak Türkçesi ve Rusça konuşan görevliler tarafından sorgulanmış. Ortağının telefonunda ismi ve numarası kayıtlı olduğu için orada bulunduğunu söylediklerinde hem gerekçenin hem de içinde bulunduğu durumun saçmalığını havsalası bir türlü alamamış. Ortağı ve kızının da kendisinin rahat bırakılması için Çin polisine yalvardığını, ne Doğu Türkistan ne de Çin ile hiç alâkası olmayan bir Kazak vatandaşından ne istenildiğini kimsenin anlayamadığını anlatıyor. Ama sonra bütün bu yaşadıklarının kader eliyle omuzlarına yüklenen büyük bir sorumluluğun işareti olduğuna inanmış. O kadar ki Çinliler anlamsız bir gayretle onu hapishanede tutabilmek için isminin birkaç harfini değiştirerek sahte bir isim oluşturmuşlar. Sonra bu isme Çin yurttaşlık numarası verilerek yeni bir kimlik ihdas edilmiş. Kazakistan konsolosluğu ve dışişleri bakanlığının Uygur Özerk Bölgesine giriş yaptıktan sonra bir daha haber alınamayan vatandaşlarıyla ilgili, hapishane duyumlarını da dillendirerek yaptıkları tüm girişimler, “mahpushane kamplarında Çin yurttaşı olmayan kimseyi bulundurmuyoruz” denilerek sonuçsuz bırakılmış.

Gülbahar Celil (Söyleşi esnasında bize anlatırken)

 Ne yazdığını anlamadığı Çince bir metne zorla imza attırılma sırasında başlamış işkence.  Karşımda oturan nöbetçiler iki saatte bir değiştiriliyor ama ben ayağıma bağlı beş kiloluk prangalarla dimdik oturtulduğum bir sandalyede, başımı öne eğmekten ve gözlerimi bir an bile kapamaktan şiddetle men ediliyordum diyor. Yirmi dört saati aşan çok yoğun bir baskı neticesinde serbest bırakılacağına yönelik vaatlere inanarak istedikleri imzayı atmış ve kamp hayatı başlamış…

 Odalar üç metre kare...  Her birinde yaşları 14 ile 80 arasında değişen otuz beş Uygur kadın omuzları üzerinde en az yer kaplayacak şekilde tuğla gibi istiflenerek yatırılıyor.  Gündüzleri aynı odalarda on yedi saat boyunca dimdik oturup ekranlardan Çin komünist parti genel sekreteri ve devlet başkanı olan Şi Cinping'in konuşmalarını dinliyorlar. Bunun adı eğitim…  Kendi aralarında konuşmak yasak; hücrelerdeki her fısıltıyı kaydedecek kadar hassas ses kayıt cihazları ve her anlarını kaydeden kameralar tuvaletlerde bile daima tepelerinde.  Zaten tuvalet odaların önünde yer alan bir gider, birkaç kova ve tek musluğun olduğu ve ancak komut verildiğinde diğer temizlik işlemlerinin de yapıldığı küçük ve açık bir alan. İlk girdiğinde çok uzun süre utancından tuvalet ihtiyacını giderememiş.  Her gün bir defa çırılçıplak soyulup kontrolden geçiriliyorlar. Üç ayda bir kafalarına siyah bir torba geçirilerek, çıplak şekilde sorgulanıyorlar. Beşer kiloluk prangalar hepsinin ayak bileklerinde bir türlü geçmeyen yaralar açmış. Orada bulunduğu süre içinde gözleriyle konuşmayı öğrenmiş. Bir anlık bakışlarla dertleri anlamayı… Bir yıl, üç ay, on gün içinde bir şekilde ve genellikle bedeli ödenerek kurulabilmiş cümleler Gülbahar Hanım'a hep aynı şeyi söylemiş; Sen başka ülkenin vatandaşısın, ülken seni dışarı çıkartır. Lütfen bunları anlat! Her yere git, herkese Uygurlar'ın acılarını anlat! Hâlimiz sana emanet! Hâlimiz sana emanet sözü de kısalmış sonra, sâdece bir “unutmaya” dönmüş. Gülbahar unutma, unutma, unutma…

Gülbahar Celil (İş kadını olarak gittiği Kaşgar'da kaldığı otelde, tutuklanacağı gün çekilip ailesine attığı son fotoğraf)

Aşağıdaki fotoğraf Doğu Türkistanlıların doldurulduğu toplama kamplarından çekilmiş gerçek ve çok nâdir fotoğraflardan. Her gün on yedi saat boyunca bu şekilde oturarak ve sağa sola bakmaları yasak olarak beyin yıkama seanslarına mâruz kalıyorlar. Önde gider ve musluğun olduğu yer tuvalet olarak kullanılıyor.

 

Nice yeni doğum yapmış kadının önce bebeklerinin ellerinden alındığını sonra da kamplara gönderilen o gencecik annelerin, taş duvarların diplerinde titreşirken memelerinden sütlerin aktığını anlatıyor o da bize… Tutuklanırken biri beşikte diğerleri bir, üç ve beş yaşında olduğu hâlde üzerlerine kapı çekilip içeride bırakılan dört yetim çocuğu için cinnetin eşiğinde yalpalayarak yaşayan anneyi anlatıyor meselâ... Cinnetin eşiği…  Sonra aklına eşiği geçen 25 yaşındaki Mağfiret geliyor. Hücrede bayılan bir arkadaşlarının bileklerini ovaladığı için onu ağır şekilde azarlayan doktora insan olduklarını hatırlatması yüzünden dip hücreye gönderilmiş. Bir hafta sonra getirdiklerinde onu tanıyamadık. Uyuduğu anda yüzüne, gözüne, etine saldırarak onu yemeye çalışan fareler yüzünden akıl sağlığını büyük ölçüde yitirmişti diyor. Türkiye, Mısır ya da Kazakistan'a gitmiş Uygurlar'ın hem kendileri hem de yakınları tutuklanıyor diyor. Çırılçıplak soyulup ıslatılarak dövülen kızlar görmüş. Mısır'da üniversiteye gittiği için önce tırnaklarıyla etleri arasına iğneler batırılmış sonra tırnakları sökülmüş, darptan yüzü ve bedeni morarıp şişmiş bir kızdan bahsetti. Kendileri ya da yakınları Türkiye'ye veya Mısır'a gitmiş olanlara karşı çok acımasız davranıldığını anlattı. Uygur Türkleri için tutuklanma gerekçeleri sonsuz diyor Gülbahar Celil.  Telefonda oğluna “gelirken kibrit ve un al”  diyen bir anne şifreli konuştuğu ithamıyla tutukluymuş. Başka birisi kiraladığı eve tadilat gerekçesiyle kontrat tarihinden bir ay sonra girdiği için…

 Mahkûmların devamlı şekilde mâhiyeti belirsiz tıbbi ve nöropsikiyatrik operasyonlara tâbi tutulduklarını belirterek şunları ekliyor; Kadınlardan sürekli kan alınıyor, iğneler yapılıyor ve onlara bir takım haplar veriliyordu. Zaman ile hafızamızda ne ailemiz ne geçmişiz ne içinde bulunduğumuz koşullara yönelik herhangi bir farkındalık kalmadı. Sanki orada doğmuştuk. Sanki öncemiz hiç yoktu. Orada kaldığım aylar boyunca hiçbir kadın âdet olmadı.

Baskılar sadece dindar Türklere yönelik değil diyor. Gayet seküler bir hayatları olduğu hâlde kamplara alınmış kadınlar arasında aktris ve şarkıcıların bile olduğunu söylüyor. Aycemal isimli doktor bir kadın vardı ve tutuklanma sebebi cep telefonunda çalan melodinin Uygurca bir şarkı olmasıydı diyor hâlâ hayret ederek. 

Kendisi de tutuklanmadan önce dini hakkında hiçbir hassasiyete ve bilgiye sahip değilmiş. Kampta onca baskı ve şiddet altında kesinlikle yasak olduğu hâlde belli belirsiz hareketlerle teyemmüm alarak ve hiç aksatmadan gözleriyle namazlarını kılan gencecik kızlardan etkilenmiş. Onların arasında arındım, uyandım ve ruhumu kurtardım diyor.

Bir gün hücreden alınmış ve hastaneye götürülmüş. Bitlenen saçları kazınmış. Yaraları hızla tedavi edilmeye başlanmış. Sıkı ve zorunlu bir bakıma sokulmuş. Cebren vitamin hapları içirilmiş, beslenmiş ve tutuklanırken simsiyah olduğu hâlde şimdi bembeyaz olan saç kökleri özenle tekrar siyaha boyanmış. Bir sabah kadın polisler ona makyaj yapmış ve tutuklanmadan önce üzerinde olan elbiseleri giydirerek artık serbest olduğunu söylemişler. İlk önce ne söylenildiğini idrak edememiş ama anlayınca yarım saat boyunca çığlık atmış. Hastaneden çıkınca gördüğü gökyüzünün gerçek olduğuna çok uzun süre inanamamış. Polis nezaretinde bindirildiği uçakta koltuğa oturtulduktan sonra bilet ve pasaportu eline tutuşturulmuş. Uçak havalanıncaya kadar polisler peronda onu beklemiş ve hareket ederken de el sallamışlar. 20.09.2017 Tarihi'nde biten vizesinin hapishanedeyken 20.09.2018'e uzatıldığını ve o tarihte bırakıldığını anlamış.

Şimdi hayatı ve yaşama gâyesi  kulağında yankılanan şu sözler olmuş; Her yere git, herkese Uygurlar'ın acılarını anlat! Hâlimiz sana emanet! Gülbahar unutma, unutma, unutma…