10 Şubat 2017

Cinsler arası tacizin analojisi 2

Milyarlarca insanı ikna, korku ve çıkar ile kontrol etmek yerine, cinselliklerini kışkırtarak sürümenin mümkün olduğunu gören küresel kanaat oluşturucuları, beşeriyetin üzerine çok büyük bir erotik/pornografik yazın ve görsellik boca ettiler. Akademi, Freud'un açtığı lâğım kapağından içeriye “Kinsey” ve “Masters Johnson” raporlarını kutsayarak girmişti. Cemil Meriç'in kılıçtan kalemi havada kavisler çizerek kükrüyordu: “Upanişat ‘sen Tanrısın' diye haykırıyor insana. Freud, ‘itsin' diyor!”

 

Ama artık haykıran ve fısıldayan yer değiştirmişti. İnsanlık ilâhi yanını hatırlatan sesleri belli belirsiz bir fısıltı olarak ve güçlükle işitirken, radyolar, televizyonlar, gazeteler, dergiler, kitaplar, sinema, tiyatro, akademi, bremen mızıkacıları gibi birbirlerinin üstüne basarak âdemoğullarına “siz bir köpeksiniz, varlığınızın içinde haz açlığı ve libidodan başka hiç bir şey yok, boş yere aranmayın” diye böğürüyordu. Bu sesin efsunuyla yeni bir “ahlâk” yeni bir zihin, yeni bir insan ve yeni toplumsal normlar oluşuyordu. Şeytanın büyücüleri insanlığın cinsellik ayarlarını yeniden formatlıyordu. Ayinin adını “cinsel devrim” koydular!

 

Erotik/pornografik yazın ve sinemada ana tema ve motivasyonun gelip dayandığı yer ayartmaydı. Bu alana yığılan bütün ses, söz ve görüntüler adeta kadına karşı erkeğin cüretini arttırmaya odaklanmıştı. Bu kitaplar ve filmler erkeğe hep şunu vaat ediyordu; kadın bedeninin erojen bölgelerine dokunarak en fazla beş on saniye sürebilecek kritik itiraz ve hoşnutsuzluk eşiğini geçebilirsen, hedefindeki dişi uyarılmanın anaforuna kapılacak, yapmakta olduğundan razı olacak ve o da senin istediğini isteyecek. Hem de senden daha fazla! Hazinenin anahtarı baldırı çıplakların eline geçmişti. Kadın cinselliğinin tetikleyici uyaranı mademki dokunulmaktı, dokunurlardı.

 

Kadın cinselliğiyle ilgili her dokunulmayı uyarılma, her uyarılmayı rıza zanneden bir ön kabul zinciri oluşturulmuştu. Kadınlar için bile bu zincirin şangırtıları kâh bilimin sesiydi, kâh sanatın, kâh içindeki “sürtüğü” ikrarın. Bu memleketin kolektif hatıralarıyla konuyu açalım. AKP öncesi Türkiye'yi ütopyalaştıran kimi yeni yetme gençler bilmez. Tayyip'in “diktatörlüğünden” evvel bu ülkenin tüm şehirlerindeki karakollardan, gözleri bağlı ve kan revan içinde çekildikleri filistin askılarında nazlı nazlı salınan, kulluktan kurtulup vatandaşlığa terfi etmiş, pembe-mavi nüfus cüzdanları boyunlarına asılı sahipsizlik yaftası olmuş, sıradan Türk'lerin çığlıkları yükselirdi. -Herhalde Gülse Birsel gibi prenses olamadıklarından - bu sıradan Türk'lere hem fırsat hem kadın erkek eşitliği ihlal edilmeksizin, cinsel organlarına bağlanan kablolarla elektrik verilir, önlerine arkalarına kola şişeleri ve coplar sokulurdu. İşte o pek atatürkçü sağ ve sol iktidarlar döneminde işkence gören sosyalist genç kızları, kadınları en çok yaralayan, yıkan, ruhunu çözen, hem en zor hem en az anlatabildikleri uygulama neydi bilen var mı? Haftalarca işkencenin her türlüsüne maruz kalan kadın kurbanın yanına, diğerleri gittikten sonra insan taklidi yapan yeni bir işkenceci gelir. Yumuşacık bir ses tonuyla onun için çok üzüldüğünü, kendini bu pisliklerden kurtaracak bir iki şey söylemesinin iyi olacağını, ondan çok etkilendiğini ama elinden bir şey gelmediği için çaresizlikten kıvrandığını filan söyler. Bu esnada tavana asılı şekilde sallanan kadın bedenine mütemadiyen dokunur. Ta ki beden tepki verinceye kadar… Ardından bir kahkaha, cinsel düşüklük ithamı içeren bir sövgü ve bir tokat! Burada ya da başka yerde… Bitti. İşte ruhu tükendi! Kadın artık kendinden iğreniyor. Tüm işkencelere dayandı, yıllar sonra hapisten çıktı ama hepsi o anın içinde mahpus kaldı, hepsi intiharın eşiğindeler. Eşiği atlayanlardan gayrı…  Hâlbuki fizyolojik bir reaksiyondan asla rıza anlamı çıkmazdı.

 

Şu unutulmamalı; kadına tacizin en ağır, en küstah, en yaralayıcı kısmı aslında bir yabancının onun rızası dışında cinselliğinin fizyolojik sürecini başlatmaya teşebbüs ve cüret etmesidir.

 

Peki, analojinin diğer ucu, kadının erkeği tacizi ne? Onu da anlatalım. Kadın cinselliğinin fizyolojik muharriki nasıl dokunulmak ve tensel uyarıysa, erkek cinselliğinin ilk muharriki de görsel uyarımdır. Sağlıklı bir erkek cinselliği kadın bedeninin kendine özgü biçimleri karşısında uyarılır ve cinsellik süreci biofizyolojik olarak başlar. Dolayısıyla dar, kısa ve ince giyinerek bedeninin dişiliğe özgü kıvrımlarının görülmesini sağlayan her kadın -farkında olsun ya da olmasın- çevresinde “bu görmeye” maruz kalan her erkekte bioendokrinal, biofizyolojik ve nöropsikolojik yönleriyle cinselliği tetiklemiş olur. Bu duruma düşen erkeğin cinsellik süreci rızası dışında başlatılmış ve cinsel olarak mağdur edilmiştir. Bu, tarifinin bütün şartlarını içinde barındıran kusursuz bir cinsel tacizdir. Cinsel tacizin failleri ve mağdurları arasında “cins ayrımcılığı” yapmanın hukuki ve ahlaki bir dayanağı olamaz, olmamalı. Erkek tacizinin hedefi genellikle bir kişiyken kadın tacizi bulunduğu alandaki tüm erkekleri vurur. Erkek tacizi bıçakla cinayet işlemeye benzer; bir hedef seçmeli, yakınlaşmalı ve elini kana bulamalısın. Kadın tacizi mitralyözle cinayet işlemeye benzer; uzaktan ateş edersin, yüzlerce kişiyi tararsın ama ellerin ve üstün temiz kalır. Bıçakla ya da tabancayla işlenmesi cinayetin mahiyetini değiştirmediği gibi, izafi bir illüzyondan ibaret olan mesafe de tacizin mahiyetini değiştirmez. Taciz hangi cinsten hangi cinse yönelirse yönelsin utanç verici bir eylemdir.

 Korkarım kraliçenizin “Britanyalı çomarları  da” böyle düşünüyor.