18 Ocak 2016

Çocuk - adam

Ne kadar benciliz? Az kelimeyle çok şey anlatabilecek hikayemin, özetlemeye çalıştığım şu kısmında, bu sorunun cevabına ulaştığım çıkarımdan bahsedeceğim. Hadise, ılık bir akşamüzeri Sultanahmet meydanında arkadaşlarımla birlikte gitar çalıp, sohbet edip, eğlenip ve bazen de muhabbetten kopup sırt üstü yatarak parlak göğü seyrettiğim sırada gerçekleşti.

Neden bilmiyorum, bir taraftan ortamda tartışılan konuyu dinliyordum diğer taraftan kesintisiz bir şekilde açık mavi- bulutsuz- gökyüzüne yarım saat dalmıştım. Bir çeşit tecrübe gibiydi. Gözlerimi kırpıp gerçek dünyaya döndüğümde vakit akşamüzeri olmuştu. Çok geçmeden yanımıza hikayenin kahramanı, peçete satan Suriyeli bir çocuk geldi. İçimizde nezle olanlar vardı. Mendili/ aldık, “küçük büyük” adamla, Muhammed ile konuşmaya başladık.

Her şeyden önce, karşımda dikilen beden koyu esmer bir tene sahipti. Yaşına göre düzgün bir fizik, yakışıklı, çocuksu ve kızların bayılacağı derecede tatlı bir surat. Dikkatimi ilk çeken ayrıntı, saçlarını futbolcu gibi kestirmiş olmasıydı. Futbolla ilgilenip ilgilenmediğini sordum. Sözlü bir cevap yoktu. Birkaç adım geri çekilip hayali bir topu tekmeledi. Öykünün bu parçasında Muhammed'in içindeki çocuk devredeydi.

Ailesinin nerede olduğunu sordum. “Baban var mı?” Tereddütsüz, basitçe, sıradan bir durummuş gibi söyledi; “Babam öldü, iki yıl önce,” Net, soğuk ve keskin bir cevap. Kelimeler dökülürken bize bakmıyordu. Başını öbür yana çevirmişti. Şimdi Muhammed'in içindeki koca yürekli adam devredeydi. Birbirimizin üzerinde göz gezdirdik. Kimsenin söyleyecek bir şeyi yoktu. “Ailenden başka biri var mı?” “Annem, dedem, kardeşler,” Aksanı aynen böyleydi. Bazı kelimelerin yarısını yutuyordu.

Daha sonra neler yaptığından bahsetti. İki gün önce, mendil sattığı için onu ensesinden yakalayan bir zabıta memurunu ve pazar tezgahlarında elbiseleri katlayarak ek iş yaptığını övünerek anlattı. Uzun ve hevesli konuştu. Buraya sığdıramayacağım kadar uzun. Konuşurken bazen ansızın lafını yarıda kesip 20 metre öteye gidiyor, hoplayıp zıplıyor ve gerçek bir erkek olmasının yanı sıra hala çocuk olduğunu bize hatırlatıyordu. Ya da bilmiyorum, olup biteni ben böyle okudum.

Neden sonra, durduk yere İŞİD'den bahsetti. İlk başta ne olduğunu anlayamadım. Kelimeler dudaklarından yanlış mı dökülüyordu, yoksa kulaklarım mı bağlanmıştı? Çok alakasız yerde alakasız bir çıkış. Gerçi sonra düşününce fark ettim. Muhammed'e Suriye ve buradaki hayatıyla ilgili o kadar çok soru soruyorduk ki, yaşamının böyle bir kısmını bize anlatmak istemişti. “İŞİD var ya?” “Evet var?” “İşte onlar sürekli kafa kesiyor. Biliyor musun?” Elini bıçak kenarı gibi boğazına sürtmüştü.

Tüm bu kedere rağmen Muhammed'in neşeli tavırları ona acımama sebep oluyordu. Ne olmak istediğini sorduğumda net bir cevap alamıyordum. Doktor olacağım ya da mühendis ya da futbolcu ya da avukat ya da asker ya da müzisyen ya da yazar ya da şair ya da şoför ya da ya da ya da… Yapmayı istediği tek şey ailesine bakmaktı ve hali hazırda bunu yaptığı için bir ümide gereksinim duymuyordu.

Muhammed'in akşam serinliğinde, ufuksuz yıldızları seyrettiği bir an hayal etmeyi denedim. Öyle bir yer yoktu. 

Konuşmanın çok daha ayrıntılı yanları mevcut fakat Muhammed bir süre sonra otuz metre ötemizdeki bir çifte mendil satmak için uzaklaştı. Bir saat kadar bizimle durmuştu. Tabi bu sırada hayallerinin nasıl söndürülmüş olduğuna şahitlik ettik. Geleceğe dair hiçbir planını olmaması, ailesine bakmaktan başka… Ve cevabım burada saklıydı. Hala hayallerim, iyi-kötü dostlar, imkan, bir ailem ve özgürlüğüm vardı. Şikayet edecek cüreti nereden bulabiliyordum?

Neşeli tavırlarının altında yatan acıklı hikayesine rağmen Muhammed hakkında hoş anılarım kaldı geride ve bana tahmin ettiğimden daha çok şey kattı.