26 Mart 2017

Çoklu zenginlik kuramı: Allah adildir

Zenginlik deyince ilk akla gelen mal, mülk, servet bolluğudur.

Uğruna ne kanlar dökülür, ne hayatlar söner, ne umutlar yıkılır…

Öyle ki gençlik köşe dönme derdine düşmüş, iddia bayileri, “hap yap, para kap!” taktikleri almış başını gitmiş.

Tahsil ve diploma bile, bol kazançlı bir işe sahip olmak için istenir hale gelmiş.

Kanalizasyon kanallarına benzeyen t.v. kanallarında “kim köşeyi dönmek ister?” cinsinden yarışmaları izleyip “ah bir zengin olsam!” nidalarıyla gaza gelip, kendini Dominik ülkesi adalarında hayal eden vatandaş tipi çoğalmış.

Hal böyle olunca ulaşılamayan zenginlik, insanları hayal kırıklığına, depresyona, gayri meşru arayışlara, kendinden daha çok parası olanlara karşı haksız bir hayranlığa veya düşmanlığa sevk eder olmuş.

RTÜK yetkilileri başta olmak üzere, birçoğumuzun kayıtsız kaldığı bu ortamda, “Kurt puslu havayı sever” misali, eşitliği adaletle aynı algılayan isyan odaklı, kendini muhalif sanan dev(i)rimci tiplerde, topluma umutsuzluk, öfke ve kaos duygularını pompalamaktadır.

Hâlbuki Allah, çoklu zenginlik modelleri yaratmış ve tüm kulları için, kişiye özel nimetler, güzellikler ihsan ederek adil davranmıştır.

"Hiçbir kul, kıyamet gününde, ömrünü nerede tükettiğinden, ilmiyle ne gibi işler yaptığından, malını nereden kazanıp nerede harcadığından, vücudunu nerede yıprattığından sorulmadıkça bulunduğu yerden kıpırdayamaz."  (Hadis-i Şerif / Timizi, Kıyamet 1)

Hadisi şeriften anladığımız üzere, sahip olunan tek zenginlik para zenginliği değildir. Ve insan,  sahip olduğu bütün zenginliklerin hesabını verecektir.

Vakit, sağlık, ilim, hikmet, yetki ve kullanabildiğimiz farklı nimet türleri birer zenginliktir.

Allah her kuluna diğer kullarında olmayan farklı bir nimet, farklı bir zenginlik vermiştir.

Tabii ki, bunun tam tersini de düşünmek mümkündür. Yani çoklu fakirlik modelleri de mevcuttur. Bir kişi, maddi zenginlik içinde olmasına rağmen hikmet fakiri olabilir veya ilim zengini olmasına rağmen iman fakiri olabilir.

Zekâ bile tek tip değil çoklu olarak yaratılmış, sözel-dilsel zekâ, mantıksal-matematiksel zekâ, bedensel-kinestetik zekâ, görsel-uzamsal zekâ, ritmik zekâ, sosyal zekâ, içsel zekâ ve sekizinci zekâ olan doğacı zekâ olmak üzere her kula farklı zekâ zenginliklerinden verilmiştir.

Tabii ki bazı kullar daha zeki, daha zengin, daha güçlü, daha sağlıklıdır…

Ve bu sahip olduğu fazlalıktan dolayı yükümlüdür. Zira Allah, bir kimseyi ancak gücünün yettiği şeyle yükümlü kılar...” (Bakara 286) ayetinden anlaşılacağı üzere, hiç kimse sahip olduğu zenginliği hesapsızca israf edemez.  Sahip olunanlar arttıkça hesap vermekte zorlaşacaktır. Buda daha az sahip olanların hesabının daha kolay geçeceği manasına gelir. Hiç sahip olunmayandansa kişi mesul değildir.

Bu bilgi ve şuurla yaşayan insan, sahip olmadıkları için üzemeyecek,  kahır ve isyan duygusundan arınarak Allah'ın kendisine ihsan ettiği her zenginliği, yine O'nun yolunda en iyi şekilde değerlendirme gayretinde yaşayacaktır.

“Şüphesiz Allah, Müminlerden canlarını ve mallarını, kendilerine vereceği Cennet karşılığında satın almıştır….” (Tevbe 111)

Allah'ın rızasına ve Cennetine talipsek ki talibiz; canlarımız ve mallarımız bize ait değildir. Allah nasıl istiyorsa canımızı da, malımızı da o şekilde değerlendirmemiz gerekir. Yoksa elbette ki Cennet'e girmek kolay olmayacaktır.

Mesnevi'den böyle has kulları anlatan, bir hikâye ile bitirelim.

“Herat şehrinde ikametgâhı çarşı, her şeye karşı, anarşist bir adam yaşardı.

Bir gün, sırtlarında atlas elbiseler, kıymetli başlık ve kemerler ile kuşanıp, iyi cins atlara binmiş bir grup gördü. Hayretinden ‘Bu beyler kim ola ki?' dedi. Bu sözünü işiten biri, o adama gülerek, şu cevabı verdi ‘Ne beyi?! Bu gördüklerin falan beyin köleleridir.'

Bu cevabı alan ahmak kişi, elleriyle saçını başını yoldu ve isyan içinde: 

‘Allah'ım (c.c) kuluna bakmayı neden bu ihsan sahibi efendiden öğrenmiyorsun! Onun kuluna bak, bir de senin kuluna…' deme cahilliğini gösterdi.

Bir zaman geçti ve o asi, beyin köleleriyle birlikte zalimlerin eline düştü. Eşkıyalar, kölelere işkenceler etmeye başladılar. Sefil ve asi adamda olanları izliyordu. Kölelerden beylerinin sırlarını ve hazinesinin yerini soruyor, cevap almayınca inim inim inletiyorlardı.

Günler geçti ama her köle acılar içinde can vermesine rağmen, hiçbiri bir kelime sır söylemedi.

 O asi, adam ise rahatça uyuyordu. Heybetli bir ses ona:

‘Ey asi kişi! Gel sen de kul nasıl olur, o efendileri için can veren sadık kölelerden öğren' dedi.”

Allah, bizlere de sadık kullarından olabilmeyi nasip etsin. Âmin.