VF kat sol
VF kat sağ

12 Şubat 2016

Çözüm sürecinde silahların gömülmesi neden önemliydi?

Çözüm sürecinin ilerletilmesinin ve müspet bir sonuca bağlanmasının ana eksenlerinden ve şartlarından birisi silahlı örgüt PKK'nın silahlarını gömmesi ve işgal ettiği bölgelerden hızlı bir şekilde geriye çekilmesiydi. Böylelikle Kürt sorununun çözümü ve reformlar için gerekli siyasi/kamusal müzakere silahların gölgesi olmaksızın özgür bir şekilde yürütülebilecekti.

Fakat gelişen süreç ve Cizre, Silopi, Sur gibi bölgelerde son yaşananlar durumun hiç de böyle olmadığını, örgütün silahlarını gömmek bir yana dağdan inip yerleşim bölgelerine iyice yerleşerek, mühimmat stokladığını, hendekler kazdığını, bomba düzeneklerini kurduğunu, devlete karşı halkı silahlandırmaya çalıştığını, hatta bölge halkını baskı altına aldığını gösterdi. Özyönetim ilanlarıyla birlikte acımasız bir şiddet sarmalı bu bölgelerden çok sayıda insanın göç etmesine ve maddi manevi zarar görmesine sebep oldu.

Burada Öcalan'ın daha önceden gösterdiği takvime, takipçilerine törenle okuttuğu mektubuna uyulmadığı gibi, gizlice çözüm sürecinin aleyhine bir faaliyet de yürütülmüş oldu. Kısaca söylenirse mesele ve amaçlanan şey halklar arasında bir çözüm bulmak değil, öz yönetim ya da bağımsızlık ilanının tekrar silah yoluyla elde edilmeye çalışılmasıydı.

Çözüm sürecini başlatan ve onun en önemli aktörlerinden birisi olan Cumhurbaşkanı Erdoğan, çözüm süreci boyunca ısrarla örgütten silahlarını gömmesini ve çekilmesini talep ederken karşı cenahtakiler buna karşı sürekli direndiler. Barış sürecinde muhataplarını oyalama taktiklerine başvurarak reform sürecini yavaşlattılar ve sabote ettiler. Silahların gömülmesi önemliydi çünkü silahlar gömülmediğinde ne çözüm sürecini yürütmek ne de çözüm sürecini sağlıklı bir ortamda tartışmak mümkündür. Silahları devrede tutmak ayrıca Kürt bölgesindeki kültürel ve siyasi çeşitliliği de tek bir temsilcinin, yani HDPKK'nın kontrolü altına sokmakta, farklı sesleri, söz gelimi HÜDAPAR gibi oluşumları baskı altına almaktadır. Hâlbuki çözüm süreci çok aktörlü yürütülmesi gereken bir süreçti çünkü burada haklar, toplumsal talepler söz konusuydu. Toplumun değişik kesimlerinin birbirinden farklı talepleri söz konusuydu. Halbuki bölge halklarını temsil iddiasındaki HDPKK, hadiseyi toplumun farklı kesimlerine ait haklar ve eşit yurttaşlık meselesinden çıkartarak bir statü meselesine indirgemiş durumdadır: PKK'nın statüsü ve geleceği.

Şimdi gelinen noktada PKK'nın silahlı direnci mümkün mertebe kırıldıktan ve yerleşim bölgelerinden geriletildikten sonra çözüm süreci adıyla olmasa, başka bir adla da olsa yeni bir siyasi sürecin başlayacağından emin olabiliriz. Bu süreç yeni anayasa ve belki de başkanlık sisteminin tartışılacağı, yeni anayasayla birlikte de eşit yurttaşlık ve hakların gündeme geleceği bir süreç olacaktır. Nitekim Cumhurbaşkanı Erdoğan geçtiğimiz günlerde anayasa ve başkanlık sistemi toplantısında yaptığı açılış konuşmasıyla bunun startını vermiştir.

Yeni süreç eskiden kesinlikle ders almayı gerektiriyor. Yeni sürecin muhakkak güvenlik zaafiyeti olmaksızın yürütülmesi gerektiği apaçık. Bu yapılırken güneydoğu bölgelerimizde maddi manevi zarara uğramış vatandaşlarımızın yaralarının sarılması, bölgenin yerel dinamikleriyle ilişkiye geçerek bu insanların anayasal sürece katılımının sağlanması kesinlikle şarttır. Devletine yabancılaşmış bir insan kitlesiyle böyle bir süreç sürdürülemez. Özellikle bölgedeki gençlerin çeşitli toplantılarla bu sürece katılımını sağlamanın yolları araştırılmalı, onları yeni anayasanın kendileri için yapıldığına ikna etmelidir. HDP ile gelinen son durumda devletin süreci devam ettirmek için yeni muhataplar araması ve bulması artık şarttır. Bu da gidilecek mercînin halkın kendisi olduğunu gösteriyor.

Öte yandan başkanlık sisteminin de gündeme gelmesiyle ben safların bir kez daha ayrışacağını, ciddi bir siyasi ve toplumsal karşılaşmanın hatta restleşmenin de yaşanacağını düşünüyorum. Hatta bu safların sıkılaşmasının, akademik bildiriyle başlayan süreçte, Abant toplantılarıyla devam ettiğini ve kamuoyunu başka şok edici girişimlerle devam edeceğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Söz konusu toplantıya katılan sol cenahtan kimi isimleri gördüğümüzde önümüzdeki süreçte başkanlık sistemi ve yeni anayasa girişimlerine karşı yeni ittifaklara gidileceğini ve bunun için yeni planların yapıldığını görmemek mümkün değil.

Medya, hukuk, bürokrasi ve diğer devlet katmanlarında aldıkları darbelerden sonra bu cenahların elinde kalan son kaleleri açıkçası akademilerdir ve mesela sürece karşı sonuna kadar onu kullanmak isteyeceklerini var sayabiliriz.

 Bununla birlikte silahların çözüm sürecinde gömülmesi ne kadar önemliyse, yeni anayasa ve başkanlık sürecinde de o kadar önemlidir. Şiddetin gölgesinde hiçbir şey tartışılamaz ve sorunlar dile getirilemez. Kürt halkı hendeklerin kazıldığı bölgeleri süratle terk ederek, silahlı eylemin arkasında durmadığını ve durmayacağını göstermiş oldu. Militanlar dışında bu savaşı sürdüren yok. Kürt halkının bu tavrı ülkemizdeki yeni anayasa ve arkasından gelecek büyük reform ve yenilenme süreci için büyük bir fırsattır. Çevresindeki Ateş çemberine rağmen Türkiye bu girişiminde başarılı olursa ulusal ve uluslararası boyutta gelecek için büyük umutlar besleyebiliriz. Ne olursa olsun beslemeliyiz.