12 Kasım 2020

Değersiz insan tasavvuru

İnsan emel ve ecel arasında sıkışmış, fani ve aciz bir varlıktır. İnsanı, yalnızca biyolojik özellikleri açısından değerlendirecek olursak, hayli önemsiz ve zayıf bir beşer olduğu aşikardır. İnsanı değerli kılan, bedeni yahut değil, inancı, değerleri ve amelleridir.

Değer kavramı, pek çokları için “piyasa değeri” çağrışımı uyandırıyor olabilir. Zira adına modern dediğimiz bu kölelik çağında pek çok şeylerin üzerine etiketler konmuş. Emperyalizmin amacı bu değil mi zaten. İnsanların, organlarının, duygularının, kaygılarının, sevinçlerinin ve hüzünlerinin alınıp satılabildiği evrensel bir dünya pazarı kurmak. Paranın ve maddenin kutsandığı bu kapital düzende küresel sermaye güçlerinin, bu cihanşümul emellerinde başarılı olduklarını kabul etmek gerekir.

İnsan, biyolojik özellikleri bakımından zayıf ve değersiz olsa da Allah'ı Zülcelal, onu ilmi ameli ve inancı hürmetine tüm yaratılmışlardan daha değerli ve üstün kılmıştır. Nitekim, Kuran-ı Kerimde: “Andolsun biz insanoğluna şan, şeref ve nimetler verdik; onları karada ve denizde taşıdık, kendilerine güzel güzel rızıklar verdik ve onları yarattıklarımızın çoğundan üstün kıldık” (İsra: 70) buyurmaktadır.

İnsanı diğer canlılardan üstün kılan inanç, irade ve akıl, değer ve amelleridir. İnanmak, içgüdüsel bir özellik olup, yaratılışta insana ilahi bir armağan olarak verilmiştir. Ne mutlu Rabbini bulanlara. Evet, insan inanç ve değer gibi içsel özellikleri sayesinde faydalı ve merhametli olur. Zira insan aynı zamanda yeryüzünün en merhametsiz ve tehlikeli varlığına dönüşebilme potansiyelini de taşımaktadır.

Dünyanın en tehlikeli varlığına dönüşebilen insanı, kanunların, kuralların ve kolluk kuvvetlerinin sınırlandıramadığı ortada. Cezaevleri tıklım tıklım ve dünyanın en modern adalet sistemine sahip olduğu sanılan ülkeler dahi suçu önlemekte acz içerindeler. Demek ki insanı tutacak, onu dizginleyecek daha etkili sistemlere ihtiyaç var. Zira bugün milyarları aşan dünya nüfusunun tamamını kolluk kuvvetleri ve kanunlar yoluyla denetlemek, kontrol altında tutmak mümkün değil.

Öyleyse başka bir çözüm bulmak lazım. İşte burada tek çaremiz her insanın kendisini denetleyeceği, dizginleyeceği, iyi olma noktasında kendisini zorlayacağı birincil bir değerlendirme sistemi inşa etmeliyiz. Yani insanın inanç ve değer sistemini güçlendirmeliyiz ki kanunlardan, kurallardan, sosyal normlardan ve kolluk kuvvetlerinden evvel kendi öz denetimini ve kontrolünü yapsın.  Zira inançlarımız ve değerlerimiz bize “haddini bilme”, “ölçülü olma”, “aşırıya gitmeme” olanağı sağlar.

Bugün, medyada, ticarette, sosyal hayatta ve insan ilişkilerinde şahit olduğumuz değersizleşme, toplumları, ülkeleri ve tüm dünyayı tehdit etmektedir. Özellikle medya eliyle gerçekleştirilmeye çalışılan “inançsız ve değersiz insan tasavvuru” ile sadece arzuları, hazları ve bireysel istekleri için yaşayan, geçmişiyle bağlarını koparmış, yarına dair bir emel taşımayan, idealleri alınmış ve sadece anı yaşayan yeni bir insanlık inşa edilmek istenmektedir.

Manevi ve kutsal olanın ilkel, modern ve ahlaksız olanın medeni gösterilmeye çalışıldığı bu tüketim çağında, insanın iç alemini yani özünü güçlendirmek gerekmektedir. Bilhassa çocuklarımızı ve gençlerimizi manevi açıdan güçlendirmek, tüketmenin ve yok etmenin cazibesine karşı korumak mecburiyetindeyiz. Çünkü, çocuklar toplumun nüvesi, milletlerin geleceğidir.

Şeyh Gâlib'in;

“Hoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen

Merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen”

dizelerinde ifade ettiği gibi, insan kainatın özüdür. İnsan bozulursa toplum bozulur, toplum bozulursa tüm dünya bozulur.

Vesselam…