06 Şubat 2019

Demokrasinin Batı$ı

Mağdur milletlerin ve mazlumların yegâne kurtarıcısı, demokrasinin yılmaz savunucusu Amerika, beklenen kurtarıcı rolüyle yine işe koyuldu. Bu kez hedefi mağdur Venezüella halkını demokrasi ile tanıştırmak. Tıpkı Afganistan, Irak, Vietnam, Libya ve son olarak Suriye halklarını demokrasiyle tanıştırdığı gibi!

Dünya siyasi tarihi açısından ilginç bir olayla karşı karşıyayız. Kendilerini özgürlüklerin ve demokrasinin savunucusu olarak gören batılı ülkeler, Venezüella'nın seçilmiş devlet başkanı Nicolas Maduro'yu tanımadıklarını ilan ettiler.

Yazımda Nicolas Maduro'yu savunmayacağım. Kaldı ki Venezüella'nın ekonomik ve sosyal anlamda ciddi problemleri olduğu aşikâr. Amerika'nın başlattığı ve çoğu batılı ülkenin destek verdiği, demokrasi tarihi açısından bana göre bir kırılma anı olan mevcut durumu ve ardındaki gerçek niyeti sorgulamaya çalışacağım.

Venezüella'da geçen yıl mayıs yapılan devlet başkanlığı seçimlerinde oyların %68'ini (5,8 milyon oy) alan Nicolas Maduro ikinci kez devlet başkanı seçildi. Diğer aday Henri Falcon oyların yüzde 21,2'sini (1,8 milyon oy) aldı. Amerika ve diğer batılı ülkeler tarafından devlet başkanı olarak tanınan Juan Guaido ise seçimlere dahi katılmadı.

Bugün ortaya çıkan durum batılı ülkelerin savundukları demokrasi, özgürlük ve insan hakları değerlerinin göreceli olduğunun ve kendi çıkarlarına uymadığında bu değerlerin rahatlıkla yok sayılabileceğinin göstergesi aslında. Bu olayı değersizleşmenin dünya siyaseti üzerindeki yansıması olarak görmekte mümkün.

Kaldı ki tüm bu devletlerin üyesi olduğu Birleşmiş Milletler tarafından kabul edilen, Devletler Arasında Dostane Münasebetler Kurma ve İşbirliği Yapmaya Dair Bildiri' de; “Her Devlet, siyasi ekonomik, sosyal ve kültürel sistemini, diğer bir Devletin herhangi bir şekilde müdahalesi olmadan, seçmek hususunda vazgeçilmez bir hakka sahiptir.” ifadesi yer almaktadır.

Mevcut duruma biraz dikkatli ve şüpheci bir nazarla bakıldığında, bu girişimin arka planında dünyanın en zengin petrol rezervine sahip olan bir ülkenin zenginliklerini sömürmek ve aynı zamanda özellikle Çin ve Rusya gibi ülkelerin bölge üzerinde artan nüfusunu kırmak olduğunu görmek mümkün.

Bu girişim aynı zamanda yeni bir modelin pilot uygulaması olarak da görülebilir. Amerika ve onun piyonları şayet bu girişimlerinde başarılı olabilirlerse, aynı uygulamayı gelecekte diğer ülkeler içinde yapacaklardır. Türkiye, Rusya, İran, Meksika, Çin ve diğer ülkeler içinde aynı yol denenebilir. Yani biz herhangi bir ülkenin seçilmiş devlet başkanını tanımıyoruz, bizim başkanımız şudur diyebilirler.

Mevcut durum, kendilerini dünyanın patronu gören azınlığın, çoğunluğa tahakkümüdür. Kendi ülkelerini yönetmekten, kendi sorunlarını çözmekten yoksun batılı yöneticiler yeni bir kaos peşindeler. Çünkü kendi konforlu yaşamları kaos ve sömürü üzerine kuruludur.

Asıl üzücü olan ise henüz batılı hiçbir toplumdan bu trajik duruma yönelik bir tepkinin gelmemiş olması. Gerçi onlar bugün hamburgerlerin daha büyük olması, hayvanlarla evlilik, gayri meşru ilişkiler sonucu doğan çocuklar için açılan bakımevlerinin yaygınlaşması ve robotlarla cinsel ilişki gibi önemli konularla meşguller!

Ülkeler arasındaki sınırlar sadece toprakları birbirinden ayıran sembolik çizgiler değildir. Ülke sınırları aynı zamanda egemenliklerin ve özgürlüklerin de sınırıdır. Hiçbir ülke başka bir ülkenin iç işlerine ve demokratik seçimlerine müdahale etme hakkına sahip değildir. Uluslararası antlaşmalarla belirlenmiş bu kural Amerika ve diğer batılı ülkeler için de geçerlidir.

Ne yani şimdi bizde Amerika, Fransa, Almanya veya İngiltere'den bir başkan mı beğenelim kendimize. Dünyanın kaoslardan ziyade huzura ihtiyacı var. Batılı demokrasi ve özgürlük savunucuları eğer gerçek bir sorunla yüzleşmek ve çözüm bulmak niyetindeyseler, onlara Yemen'de, Suriye'de, Filistin'de katledilen veya Afrika'da açlıktan ölen çocukları hatırlatmak isterim…

Vesselam…