18 Haziran 2017

Demokrat partinin 18 yıl sonra ezanı yeniden arapça okutması

SAKLI TARİHTEN SAYFALAR

Bugün; 17 Haziran 1950 günü Dönemin Demokrat Parti iktidarı tarafından çıkarılan kanın ile ezanın tekrar Arapça okutulmasına izin verilmesi konusunu sizlerle paylaşacağız.Konuya geçmeden önce ezanın hangi dini ve siyasi bir atmosferde Türkçeye çevirildiğine  gözatalım.

Dönemin Siyasi Atmosferi ve Dini Dizayn Etme Çabaları:

İslam Dinini günlük hayattan tasfiye süreci, 4 Mart 1924'de Şer'iye Evkaf Bakanlıklarının kaldırılması ve  Tevhid-i Tedrisat  Kanunu ile birlikte medreselerin kapatılmasıyla başlar.Böylece imam, hatip, ve din bilgini yetiştiren okullar, 1924'le 1949 arasında tam 25 yıl açılmadı. O kadar ki memlekette zarurî din hizmetlerini görebilecek kimseler kalmadı.

Ardından 9 Nisan 1928'de “Türkiye devletinin dini; din-i İslâmdır” maddesinin ve  resmî yemin maddelerindeki dini ibarelerin anayasadan çıkarılmasına karar verildi. Din adamlarının mabetler dışında dinî kisve giymeleri yasaklandı.

Başlatılan bu tasfiye süreci ile birlikte İlahiyat fakültesine  ilgi gittikçe azalarak, öğrenci sayısı 284'den 20'ye düşmüş, imam hatip okullarıyla birlikte 1932'de kapanmıştır. Ülkede 1932 yılından itibaren Arapça ezan okuma yasağı getirilmiş, 1939 yılından itibaren de bu kanuna uymayanlara para ve hapis cezası uygulanmaya başlamıştı.İlahiyat Mektebi 1941 yılında tamamen kapatılmıştı.Yine 1924 yılında sayıları 29 olan İmam Hatip Okulları'nın sayısı 2'ye düşürülmüştü.”  (Özdemir,1995:127)

O günlerde Refik Ahmet (Sevengil) 15 Ağustos 1929 tarihli ‘Uyanış'ta şunları  söylüyordu:“Allah'ı sultanla birlikte tahtından indirdik. Bizim mabetlerimiz fabrikalardır.” (Kabaklı,1989:214)

Bu cümleden olarak “Rüşdü Saraçoğlu, Adliye Vekili olarak Kuran-ı Kerim'den çöl kanunu olarak bahsediyor,”(Arvas,1946:78)Milletlerarası bir fuara katılan bürokratlar Hazreti Adem ve Havva'yı çırılçıplak tasvir eden tablolarla” (Tör,1999:20) sergide boy gösteriyorlardı.

  1. Ordu Komutanı Fahreddin Altay , Konya'nın simgesi Alaeddin Camii'ni buğday deposu haline getirmişti. Sultanahmet Camii'nin dev bir resim galerisine çevrilmesi teklifi, Mimar Kemalettin'in çabalarıyla son anda önlenmişti.” (Tunçay:2010)

                                  

Dönemi anlatan bütün kaynaklarda dine ve dindarlara karşı izlenen tasfiye politikaları dikkat çekici boyutta yer alır.Diyanet İşleri Eski Başkanlarından Tayyar Altıkulaç, çocukluğunda yaşadığı bu olaylardan bazılarını şöyle anlatır:O tarihlerde hâfızlık belgesi veya diploması diye bir şey olmadığı gibi Kur'an kursları da kapalı idi. (Altıkulaç,2011:44)

1935'te çıkan ‘Camiler Kanunu', 500 metre mesafede iki camiden birinin yıkılmasını öngörüyordu. Diyanet İşleri Başkanlığı bazı küçük camilerin kapatılmasını emretmişti.Böylece 1927'yi takip eden 23 yılda yüzlerce cami ibadete kapatılmıştı. Hatta II. Dünya Savaşı bahane edilerek devlet camilere el koyacak ve askeriyenin emrine verecekti. Camilerin kimisi buğday deposu olarak, kimisi asker alma dairesi, kimisi de askeriyenin atları için ahır olarak kullanılacaktır. (Armağan,2011)

Batılı tarzda şehir planlamacılığının hız kazandığı yıllarda İstanbul'da iki defa belediye başkanlığı yapmış Cemil Topuzlu Paşa, bilinçli yıkımları gündemine alan ilk kişiydi.                       

M.Serhan Tayşi, Belediye Başkanı Cemil Topuzlu'nun  İstanbul'da yaptığı kıyımdan şöyle bahseder:İstanbul'daki tarihi eserleri kendi keyfine göre yıktırmasıyla meşhur İstanbul Şehremini Cerrah Cemil (Topuzlu) Paşa zamanında, şimdiki Millet Kütüphanesi binasının çevresinde büyük bir yıkım çalışması yapılmış. 1908'de çekilmiş fotoğrafları elimizde bulunan Halil Paşa Camii, Fevziye Medresesi'nin Edirnekapı yönünde, bitişiğindeymiş.  (Tayşi,Kılınç-2009:259)

O yıllarda çocuk olan 82 yaşındaki araştırmacı yazar Mehmet İhsan Gençcan, 1939 yılından sonra CHP döneminde, özellikle ibadet yerlerine karşı bir savaş başlatıldığından bahseder.

Gençcan, Çanakkale'de bulunan bir caminin askerler için konaklama, bir diğerinin de tamirhane yaptırıldığını şöyle anlatır:Çanakkale Savaşı sırasında hasar gören ve tadilatı yapılmayan Dizdar Camii, tek parti döneminde ahır olarak kullanıldı. Minaresi sağlam olan caminin yeri, 1946 yılında satıldı. En enterasan olay ise o dönemde, bugünkü Değirmenlik Sokak dediğimiz yerde çıkan büyük bir yangındı. Sokağın hemen köşesinde Molla Yakup Camii vardı. Yangında bu caminin küçük bir kısmında hasar oldu. Bunun üzerine cami kapatıldı. Bir süre sonrada o camiyi, matematik öğretmeni Gülseren hanıma sattılar. Biz Kur'an öğrenmek için camiye gidiyorduk. Daha sonra din dersi almak yasaklandı ve bizi dağıttılar.  Aynı yıl eğitime son verdikleri Fatih Camii'ni, 2. Cihan Harbi'nde bol miktarda asker geldiği için konaklama yeri olarak kullanmaya başladılar. Öyle kullanış ki her türlü melanet, pislik yapılıyordu. Mesela cami içinde ateş yakılıp ayakkabılarla giriliyordu. "  (Habervaktim,2011) 

Hedefteki camilerden biri de İstanbul'un Fethinin sembolü Ayasofya Camii idi.Ayasofya, 1935 yılı başlarında kamuoyu bilgilendirilmeden verilen tartışmalı bir karar sonunda sessiz sedasız müzeye çevrilmişti.

Prof.Dr.Kemal Karpat yaşananları şöyle özetler: CHP, Büyük Millet Meclisi'nin mutlak hakimiydi ve kendi pozitivist laikliğini empoze etti. 1926'da İslam toplumlarının hukuki belkemiği olan Şeriat'ı kaldırdı ve yerine İsviçre Medeni Kanunu'nu kabul etti. 1932'de, II. Mahmud tarafından Venediklilerden alınmış olsa da İslam'ın sembolü niteliğindeki fesi kaldırdı ve yerine Batı şapkasını getirdi, türbanı yasakladı.Üç yıl sonra hayatın her alanında kadın-erkek eşitliğini getirdi.Öyle ki şu an Türkiye'de iş yaşamındaki kadınlarla erkeklerin sayısı neredeyse eşittir. 1928'de Arap alfabesinin yerine Latin alfabesine geçildi. 1932'de bütün Müslüman dünyasında Arapça okunan ezan Meclis kararıyla Türkçe okunmaya başlandı.Ne var ki bütün karar ve uygulamalar yalnız üst tabakanın ve bürokrasinin laikleşmesini veya pozitivist olmasını sağladı.Toplumun büyük bir kısmı ise sadık Müslümanlar olarak yaşamayı sürdürdü. (Karpat, 2007:267)

Dinde Reform Süreci:

Dini adetleri günlük hayattan tasfiye politikası bir süre sonra ‘dinde reform' sürecine dönüşür.1930'lardan sonra İslâm'da reform yapmak niyetleri çoğalır.Atatürk, sözlü emirler vererek veya okuduklarından el yazması notlar çıkararak kendine göre yorumlar yapar.

Fuat Köprülü'nün başında bulunduğu ‘İslam'da İnkılap Komitesi', sıhhi camiler yapılmasını, ibadette musikiye yer verilmesini savunurken, İstanbul eski şehreminlerinden Cemil Topuzlu, bir kanun teklifi vererek hijyenik olmadığı gerekçesiyle sünnet'in yasaklanmasını taleb ediyordu.

İlahiyat Fakültesinin öncülüğünde, İslam dininde reform ve modernleşme sorununu incelemek ve üniversite kanalıyla MEB'na tekliflerde bulunmak üzere bir komisyonun kurulması kararlaştırılır. Komisyon tarihçi, ilahiyatçı, psikoloji ve mantık profesörlerinden oluşmuştur. Komisyon çalışmalarını tamamlar ve şu tavsiyelerde bulunur:

1- Oturacak sıraları, gardropları olan temiz, düzenli camilere ihtiyaç vardır. Halk buralara temiz ayakkabıları ile girecek.

2- Bütün dua ve hutbeler Arapça değil, ulusal dilde (Türkçe) olmalıdır. Camilerin iyi yetişmiş müzisyen ve müzik aletlerine ihtiyacı vardır. Modern ve kutsal enstrümantal müzik ihtiyacı acildir.

3- Basılı hutbe dizileri yerine, felsefe eğitimli vaizlerin yetkisinde dini rehberliğe geçilmelidir. (Kabaklı,1989:227)

Ziya Gökalp'ın, “Bir ülke ki camiinde Türkçe ezan okunur /

Köylü anlar manasını namazdaki duanın/

Bir ülke ki mektebinde Türkçe Kur'an okunur,”  şeklinde ifade ettiği  dinde reform süreci başlatılır.

Dini dönüştürme kapsamında Kemalistler 30 Ocak 1932'de Fatih Camii'nden ilk Türkçe ezanı okuttular. Aynı yıl Kur'an'ın devlet eliyle Türkçeye çevrilme çalışmaları da başlatılmıştı.

Müteakiben Kur'an ve ezana ilk müdahaleler başlar. Bir ses sanatkârı Dolmabahçe'de saz takımı eşliğinde ilk Türkçe Kur'anı ahenkle nasıl okuduklarını ve M. Kemal'in de buna nasıl katıldığını anlatıyordu.  (Kabaklı,1989:226)

Altıkulaç, Türkçe ezan konusunu da şöyle anlatır:İlçede adım “küçük hâfız” idi. Kimse adımı söylemez, bu unvanla anılırdım. Çarşı Camii'nde sık sık namazlardan sonra aşr-i şerif tilâvet ettiğim gibi, o yıl Ramazan mukabelesini de ben okumuştum. Vakit ezanlarını da zaman zaman ben okurdum. Ama Türkçe olarak tabi ki.

Tanrı uludur (dört defa),

Şüphesiz bilirim bildiririm tanrıdan başka yoktur tapacak (iki defa),

Şüphesiz bilirim bildiririm tanrının elçisidir Muhammed (iki defa),

Haydin namaza (iki defa),

Haydin felâha (iki defa),

Namaz uykudan hayırlıdır (sabah ezanlarında iki defa),

Tanrı uludur (iki defa),

Tanrıdan başka yoktur tapacak.(Altıkulaç,2011:47)

Demokrat Parti'nin Ezanı Arapça Aslına Çevirmesi

14 Mayıs 1950 seçimleriyle iktidara gelen Demokrat Parti'nin en tarihi icraatlarından biri yaklaşık 18 yıl boyunca devam eden, büyük baskı ve zulümlere sebep olan ezanı Arapça okuma yasağına son vermesiydi.

Demokrat Parti iktidarının hafızalarda kalan en belirgin icraatlarının başında; ‘1932 yılında başlatılan ezanın Türkçe okunması mecburiyetinin kaldırılmasına yönelik bir kanunun çıkarılması gelir. Burada ezanın Türkçeden Arapçaya çevrilmesi değil, Türkçe okunma mecburiyetinin kaldırılması şeklinde maslahata uygun bir yöntem seçilmiştir.

Ancak mecburiyetin kaldırılmasının ardından DP'yi iktidara getiren halk kitlelerinin yıllardır heyecanla beklediği gelişme kendiliğinden ortaya çıkmış, ezan aslına uygun olarak Arapça okunmaya başlamıştır.

'Minarede ezan, Kore'de Kurban' şeklinde DP dönemini bir sloganla sonradan yaftalamaya çalışan CHP'liler ise bu önemli beklentinin önünde engel gözükmekten açıkça endişe etmişlerdir.

Nitekim DP'nin iktidara gelmesinden bir ay kadar sonra Meclis'e getirilen Ezan Kanunu'na CHP Grup Sözcüsü Cemal Reşit Eyüpoğlu beyaz oy vereceklerini açıklamıştı.

Kanun'un görüşmeleri sırasında Meclis'te CHP Grubu adına konuşan Cemal Reşit Eyüpoğlu, 'Biz bu kanunun çıkmasına engel olmayacağız. Böylece tasarı partilerin müşterek malı olur' şeklinde görüş belirterek 'Ezanın Türkçe okutulması mecburiyetinin kaldırılması kanununa' belirgin bir şekilde destek vermişlerdir.

Demokrat Parti'nin ilk icraatlarından biri ezanın asli formuna döndürülmesi olmuştu. CHP de ‘din açılımları' bağlamında bunu desteklemişti.(Öztürk M,2010)

Arapça ezan girişimi CHP'lilerce de desteklenmiş ve bir Cuma günü Kanun Meclis'ten geçmiştir. 17 Haziran 1950 günü yürürlüğe giren bu kanun Türkçe ezan okumayı yasaklamadığı gibi Arapça ezan okumayı da mecburi hale getirmemiştir. Mecliste sürekli alkışlarla kabul edilip yürürlüğe giren kanun telefonla vilayetlere bildirilmiştir.

Bir gazetenin İzmit muhabiri kanundan sonraki gelişmeleri şöyle aktarmıştı: Ezanın din dili ile okunması serbestliğini radyo ve gazeteden öğrenen İzmitliler bugün öğle (17 Haziran) namaz vaktini sabırsızlıkla beklemişlerdir... Müezzinler çift olarak ezana başladıklarında hocalar da halkla beraber duâ ederek hazırlanmış olan kurbanlar kesilmiştir. Halk ağlayarak birbirini tebrik edip kucaklaşmıştır. Ayrıca dün toplanan 1200 imzalı tebrik teli ile BMM' ne İzmitliler minnetlerini bildirmişlerdir. Köylerde de ezan vakti halk kadınlı erkekli olarak camileri doldurmuşlar ve ezanı gözyaşları dökerek dinlemişlerdir.

Dönemin önemli şahitlerinden Yaşar Tunagür o günleri şöyle anlatıyor: Demokrat Parti'nin yaptığı değişiklik, halkın gönlünde mahfuz tuttuğu o asıl ezanı minarelerin şerefelerine taşımak olmuştu. Zira o gün arefeydi, ertesi gün mübarek Ramazan ayı başlayacaktı.

Nihayet vakit girmiş, ezan beklenir olmuştur. Urfa'da o zamanlar müezzinler âmâlardan seçilirmiş. Bir, üç, beş, derken dakikalar geçer ama ezan sesi gelmez bir türlü. Müezzini görürler şerefede ancak ezan nedense okumamaktadır. Âmâ müezzinin ağlamaktan ezan okuyamadığı sonradan anlaşılır.

Türkiye'nin muhtelif bölgelerinde böyle pek çok duygulu sahne yaşanmıştır.16 Haziran günü. Bursa'da bir camide o gün ikindi ezanının tam 7 defa okunur.Halk bir türlü doyamamıştır ezan-ı Muhammedî'ye. Umumi arzu üzerine müezzinler defalarca okumuş, okumuşlardır. Bu müthiş sahneyi en güzel anlatanlardan birisi, rahmetli Yaşar Tunagür hocadır. Tunagür hoca, o gün Sultanahmet Camii imamı bestekâr Sadettin Kaynak'ın 16 şerefeye 16 güzel sesli müezzin bulup çıkarttığını ve kendisinin aşağıda beklediğini, işaret verilmesi üzerine müezzinlerin sırayla (birinin bırakıp öbürünün okumaya başlaması şeklinde) ezanı tam yarım saatte okuduklarını, camiye toplanmış olan cemaatin dışarıya çıkıp ezanı ağlaya ağlaya dinlediğini anlatmaktadır.

1954'te Erzurumlu bir şoförle konuşan Hürriyet Gazetesi Ankara Şefi Emin Karakuş, şu anlamlı cevabı aldığını yazmaktadır: "Değil mi ki bu parti bize 'Allahu Ekber' dedirtmiş, minarelerimizde bunu bize duyurmuştur, bu bize yeter. Bunun dışında DP ne yaparsa yapsın, hiçbir değeri yoktur. Bizi dinimize kavuşturan bu parti olmuştur. Şimdi kimseden çekinmeden 'çok şükür Müslüman'ım' diyebiliyorum." (Armağan,2011)

Dönemin şahitlerinden Ali Özek Ezan gününü şöyle anlatır:Halk ezanın Arapçaya çevrilmesini çok büyük bir coşkuyla karşıladı. İlk Arapça ezan okunduğunda ben İzmir Kestanepazarı'ndaydım. Hacı Salih Efendi 70 yaşında vardı. Bu haber yayınlanınca o kadar yaşlı olmasına rağmen Kestanepazarı Camii'nin minaresine çıktı ve Arapça ezanı kendisi okudu.Büyük bir heyecan duyuldu. (Özek-Yıldırım,2012:54)

Eski milletvekili M.Cemal Cebeci de o günden şöyle bahseder:Ezan-ı Muhammedi'nin aslına uygun olarak okunmasına müsaade edildiği gün, güzel sesli müezzinler ve hafızlar tarafından minarelerde  çifte ezanlar okundu. Sanki Bilal-i Habeşi hayata dönmüş de Türkiye semalarını çınlatıyordu. Halk, huşu içinde ezanı dinlerken, sevinç gözyaşları döküyor bu günleri gösteren Rabbine şükrediyordu. (Cebeci,2014:67)  

Prof.Dr.İsmail Karaçam da o tarihi günden şöyle bahseder:İşte ben şu anda o günün heyecanını vicdanımda duyuyor,o günü sanki yeniden yaşıyorum. Ezanın ilk defa Arapça lafızlarıyla okunacağı gün ve tarih ilan edildi.Halk Partisi bile buna rıza gösterdi. Tarih ay olarak Ramazan'a rastlıyordu. Ezan o gün ikindi namazında okunacaktı. Millet o gün ezan vaktinden dakikalarca önce ezanı dinlemeye hazırlanmıştı. Erkekler, işyerlerini, mağaza ve dükkânlarını bırakıp dışarıya çıkmış, evlerde kadınlar pencerelerini açmış, herkes gözünü minareye dikmiş ezanı bekliyordu. Vaktin gelmesiyle birlikte müezzin “Allahu Ekber” diyerek ezana başladı. Erkek-kadın insanların o anki heyecanını, o gözlerden akan hasret gözyaşlarını, feryâd ü figânı edilen duaları hiç unutamıyorum. (Karaçam, 2009:66)

Bütün ülke çapında bu tarihi an böyle kayıtlara geçerken bazı köylerde eski düzenin bekçileri yine yapacaklarını yapmışlardı.Altıkulaç bu anlamda bir hatırasını şöyle anlatır:Molla Mahmut Tüzük köyünde öğle vakti ilk ezanını okumaya başladığında, aksilik bu ya, köye jandarmalar çıkagelmişler. Yani Molla Mahmut suçüstü yakalanmış. Ali Ağa da onu jandarmaların elinden kurtaramamış ve jandarmalar imam efendiyi bir güzel dövmüşler. (Altıkulaç,2011:43)

1932 yılında yasaklanan, 1939 yılında okuyanlara cezai müeyyide getirilen Arapça ezan meselesi bu kadar doğal bir şekilde çözülürken maalesef sonraki yıllarda CHP'liler tarafından hoyratça siyaset malzemesi yapılmıştır.

HAFTAYA:FAZİLET PARTİSİNİN ANAYASA MAHKEMESİ TARAFINDAN KAPATILMASI

 

 

                                                 KAYNAKLAR

Altıkulaç Tayyar,(2011) Zorlukları Aşarken I,İstanbul:Ufuk Yayınları

Armağan Mustafa, (2011), Zaman, 15. 5.2011

Armağan Mustafa, (2011), Zaman, 22.5.2011

Cebeci M.Cemal (2014),Doksanüç Yılın Ardından,Hatıralarım,Ankara:Kimder Yay

Habervaktim,(2011) 11.5.2011

Kabaklı Ahmet,(1989),Temellerin Duruşması, İstanbul: Türk Edebiyat Vakfı Yay

Karaçam İsmail, (2009),Hatıralar, İstanbul:Çamlıca Yayınevi

Karpat Kemal, (2007), Osmanlıdan Günümüze Elitler ve Din, İstanbul: Timaş Yay

Özdemir Hikmet, (1995),Türkiye Cumhuriyeti,İstanbul: İz Yay.

Özek Ali-Yıldırım Ramazan,(2012), Ali Özek'in Hatıraları, İstanbul: Düşün Yayıncılık

Öztrk  Muhsin,(2010), Aksiyon,Sayı: 803, 26-04-2010

Tayşi Mehmet Serhan,Kılınç Taha,(2009),Ali Emiri'nin İzinde, İstanbul:Timaş Yayınları

Tunçay Mete, (2010), Neşe Düzel, 1-2-3.03.2010