Depremden Bize Kalan
6 Şubat günü başka bir sabaha uyandık. Yaşı yetenlerin hatırlayacağı 99 depreminden sonra içimizi titreten en büyük felaketti. Kısa zamanda anlaşıldı ki Kahramanmaraş depremi 99 Gölcük depremine nazaran daha yıkıcı, ardından yaşananlar daha karmaşık ve memleketin yardım dürtüsü çok daha fazla.
Felaketler hayatın en mühim
parçalarından ve seyri de tıpkı hayat akışında olduğu gibi bir tarafı karanlık
bir tarafı aydınlık devam ediyor. Acı mutlulukla, iyilik kötülükle, hüsni zan
sui zanla hayatın normal seyrine nazaran daha süratli yan yana geliyor.
Tüm Türkiye haberlerden, sosyal
medyadan sıkı takipte olduğundan burada depremin teknik ayrıntılarına girmemize
lüzum yok. Ancak böyle geniş kapsamlı ortak acıyı nasıl karşıladığımız ise
teknik meseleler kadar net bir resme bürünmüş değil.
Bizzat yaşayanların, yakından ve
uzaktan tesirini hissedenlerin birçoğunun gerçek duygularını ifade edemeyeceği,
nasıl üstesinden geldiğini ya da geleceğini bilemeyeceği bir noktadayız.
Farkına vardığımız net bir durum
var ki; bu büyük afetten uzaktan etkilenenler ve büyük ölçüde hiç etkilenmemiş
olanlardan kimileri suları bulandırmak ve içimizde kalan son huzur damlalarını
da yok etmek için partizanca tavırlara girişerek, gerçekleri saptırarak,
algıları yıpratarak, sanki haber almada kör ve sağır bir çağdaymışız gibi
görüneni inkâr ederek, kısım-kesim ayrıştırmasına girişerek yardımlaşmayı
baltalıyor, yardım iletişimini sekteye uğratıyor, zaman kaybettiriyor ve belki
de bu karmaşa yüzünden yardımların zamanında ulaşmasına engel oluyor.
Kelimelerin vebali var. İster
yazın, ister konuşun, ister ima edin; bütün kelimelerin vebali var.
Böyle bir felaketi yaşıyorken
yazıp konuştuklarımızın vebali her zamankinden çok.
Vebal, Hakk’ın hakikatin
tarafında olanların hiç unutmaması gereken, adımlarıyla birlikte yürüyen,
korkuyla ümidi bir arada tutan bir meseledir.
Meseleye bu kadar incelikli
bakmasa bile insani hassasiyetleri olanlar, bir başkasının hayatında doğrudan
olumsuz yansımalara sebebiyet verecek durumlardan uzak durur.
Ya da en azından böyle büyük felaket
zamanlarında bu vebal hatırlanmalı, bilfiil sözünün yahut sözünün yankısının
neye mal olacağının farkına varılmalı.
Hiç olmazsa başını soktuğu memleketine,
nimetlerinden faydalandığı yeryüzüne vefası olmalı.
Bugün ona yarın bana demeli en
azından.
Yardım hedeflerini yağmalamak,
kamuoyunu yalan haberle yanıltmak ve oyalamak; yaraları daha çok kanatmak ölenleri
daha çok öldürmek, kayıpları olan herkesi daha fazla kedere sürüklemek demek.
Atalar “Ateş düştüğü yeri yakar”
demiş. Şüphesiz haklı çıkmışlar. Ancak hepimiz hayatta olup biten her şeyin
insan için olduğunu düşünebilecek kadar idrak sahibi olmakla, acıları paylaşmakla,
kendimizi felaketzedelerin yerine koymakla yükümlüyüz.
Hiçbirimiz felaketlerden azat edildiğimize
dair bir garantiye sahip değiliz, böyle bir ayrıcalıkla müjdelenmedik. Bundan sonra
başımıza ne geleceği ile ilgili en ufak bir fikrimiz yok. Yarın hangi sabaha
uyanacağımızı bilmiyoruz. Zaten insana vebal konusunda haddini bildiren de bu
bilinmezlik.
Atalar demiş; “Bugün ona, yarın sana…”
Ve zaman onları hep haklı çıkarmış.
En zor gününde bu milleti aciz
ve aptal yerine koymak kimsenin haddine değil.
Depremzedelere geçmiş olsun
dilemeden, taziye sunmadan ilk cümlesinde siyasi argümanları zikrederek kendini
aklı önden gidenlerden sanmak da en büyük acizlik delillerinden biri.
Birleşmeyi, bütünleşmeyi, el
birliğiyle yeniden doğrulmayı hedefleyenlerin ayaklarına taş değdirenlere “ Hadi oradan!” diyecek mukavemet, metanet
ve güce sahip olduğumuza inanıyorum. Zaten sahadaki manzaralar da bunu yansıtıyor
elhamdülillah.
Çünkü kayda değer her katkı, destek
ekiplerinin, yardımların, umutların önünü açacaktır.
Çünkü tantanasız, çıkarsız ve
uyumlu atılan her adım, iyilik ve yardıma dönüşecektir.
Çünkü böbürlenmeye mahal
vermeyen her çaba, gerçekten fedakârlıktır ve hedefini bulacaktır.
Hep bir yanımız uçurum bir
yanımız dağ değil mi?
Depremden sonrası en çok acıya
dair bir hatırlayış yok mu?
Evet ateş düştüğü yeri yakar ama
acılar paylaşılabilir. Bizim inancımızda, aile eğitimimizde, sosyal
geleneklerimizde bu var; ihmale yer yok. Kimse acısıyla baş başa bırakılmaz.
Kayıpları olanlar için dünyadaki
bütün itişmeler kakışmalar anlamını yitirmiş durumda. Bütün yarışlar son buldu.
Galiplerin de mağlupların da anlamı yok. Kayıpları olanlar için hayat normal
seyrine girene dek sıradan olağanüstülerin hiçbir değeri yok.
Hangi yaranın sarılacağı şaşırılıyor.
Kolay değil, iki ucu birleştirmenin çok çok zor olduğu günlerdeyiz. Bir ihtiyaç
sahibinin yarasını sarmak, enkaz başında bekleyip canlı bir depremzedeye
ulaşmak kadar mutlu ediyor bazen.
Buna rağmen iyilikten, fedakârlıktan
nasipsiz olanlar için dünya hep kaynayan bir kazan.
İnsanlık onurunu zedeliyor,
yardımları engelliyor, ölenleri, depremden etkilenenleri hiçe sayıyorlar. Onları
kendi vicdanlarına terk etmek en iyisi.
Allah 6 Şubat 2023 Kahramanmaraş
depremlerinin yaralarının bir an önce sarılmasını nasip etsin; memleketimizi felaketlerden
muhafaza etsin. Depremde vefat eden kardeşlerimize rahmet olsun, Rabbim kalanlara
sabır versin. Bu vesile ile toplum olarak içimizi dışımızı iyileştirsin. Amin.