Destandan Kozmolojiye: Oğuz Kağan evladının adlarındaki varlık tasavvurumuz
Türklerde Gök, Tanrı
ile eşleştirilirken yer ve sular da kutsal olduğu düşünülen diğer bir unsuru
oluşturmaktaydı. Buradan baktığımızda, insanın bir kültür varlığı olmanın
ötesinde, içinde var olduğu dünyada onu çevreleyen zorunluluklar yani insanın
değiştiremeyeceği varlık unsurları âleminin yani gökler ve yerlerin, Türk
hayatında kutsal çevreyi de oluşturduğu görülür. İnsan yer ve göklerin
bütünlüğünde kendi varoluş tasavvurunu bulur. Bu tabiidir zira insanoğlu
varlığı en çok evren ve insan üzerinden düşünmüştür.
Orhun Abidelerindeki “Üstte mavi
gök, altta yağız yer kılındıkta, ikisi arasında insanoğlu
kılınmış. İnsanoğlunun üzerine ecdadım Bumin Kağan, İstemi
Kağan oturmuş”, denilen mesele
zorunluluklar dünyası içerisinde siyaset ve kültür varlığı olarak insanın
kendisini idrakini görürüz. Kılınan/yaratılan insanoğlu bir kendilik bilinci
taşıyan insan gök ile yer arasına kendi kültür çerçevesinden bakarak varlığa mana
vermeye başlar. Gök hem üstümüzdeki fiziki çevredir hem de Tanrı manası
taşıyarak insan zihninin madde-mana arasında işleyen mantığı varlık içerisinden
kendine bakarak soyut ve somut kategorilerde düşünür. Öte yandan insan bu yolda
evrene veyahut kendine bakarak düzeni kavrar, düşünür ve hayatından devlet
kavramına ulaşır. Mete bu sebeple gök
tarafından tahta çıkarılmış kağandır. “Gök
ile Yer tarafından yaratılmış, Ay ile Güneş tarafından tahta çıkarılmış
Hunların Büyük Hakanı”, denilen Mete’nin oğlu da aynı tasavvuru taşıyan bir
zihinle adlanır.
Gök ve yer, ay ve güneş
insanın varlık içinde tasavvurunu belirleyen, onun hayatının aşamadığı, içinde
var olduğu zorunluluk alanı olan varlık alanlarıdır. İnsan ancak bunların
içinde sosyal ve kültür alanı içinde hür ve iradidir. Modern zamanlarda insanın
bu zorunluluk alanını da bilimle idare ettiği iddiası da vakidir. Bu
tasavvurlar içinde gök ve yer fizikî mekân iken ay ve güneş ise zaman
tasavvurunu besler ki ikisinin birleşimi tarihe giden yolu açar. Yer, Türk
tasavvurunda doğu ve batı diye ikiye ayrılan güneşin yani günün doğup battığı mekândır.
Yerdeki sular, denizler aynı şekilde kutsal görülen unsurlardır. Yer-sub tabiri
bu bakımdan önemlidir. Kutup yıldızı yine günün takipçisi gecede hayatın diğer
bir kutsal unsuru olarak görülür. Türkler 5. ayda dağlara çıkıp buradaki
mağaralarda atalarına kurbanlar sunarlardı. Dağlar bu manada atalar inancıyla
da birleşen bir noktada yerdeki kutsallık alanlarından idi. Hulasa Türkler,
bütün insanlar gibi, bir göğün altında, gece ay ve yıldızların örtüsünde, yerde/toprakta
dağlar, sular ile çevirili bir dünyada kendi kültür çevrelerini kurmuşlardır ki
Oğuz Kağan Destanı bunu tespit ettiğimiz önemli bir kaynaktır.
İşte genel hatlarıyla
bahsedilen bu varlık tasavvuru ve kutsallar üzerinden Oğuz Kağan’ın
çocuklarının adlarına baktığımızda Oğuz Kağan destanı içerisinden evren
tasavvuru ve Türk kozmolojisi ile alakalı dikkat çeken isimlendirmelere ulaşırız.
Oğuz Kağan Destanında geçen ve Oğuz Kağan’ın oğulları olan; Gün Han, Ay Han,
Yıldız Han, Gök Han, Dağ Han ve Deniz Han isimlerinin evren tasavvurundan,
mitolojik unsurlardan ve bunun Türklerin kutsallarını göstermekte, işaret
etmekte olmasında bahsetmek artık zorlama bir yorum olmayacaktır. Öncelikle Gök
kutsalı ile alakalı olan adlar olarak Gün, Ay ve Yıldız isimlerini görüyoruz.
Bu çocuklar aslında destana göre göğün kızından olan çocuklardır. Gök bu manada
Oğuz kağan’ın nesline rahim olmuştur. Ağaç kovuğundaki güzelden ise Gök, Dağ ve
Deniz adlı çocuklar doğar. Toprak ise Türk’e rahim olan diğer bir unsurudur. Gök
ve yer/toprak iki kutsal ve bunlardan Oğuz Kağan’a gelen eşlerden doğan
çocukların isimleri Türklerin at peşinde göçebe çoban olma ötesinden bir evren,
insan ve kendilik tasavvuru taşıdığını gösterir. Yağmurların toprağı yeşerttiği
gibi bir bütünlük içerisinden destan bir milletin anlam bütünlüğünü işler. Bu
isimler bir tesadüf olmadığı gibi güçlü bir fikir dünyası olan bir milletin
varlıkla nasıl bütünleşerek bir cihanşümul kültür oluşturduğunu gösteren
değerlerimizdir. Cihan Hâkimiyeti iddiası da ancak böyle düşünebilen insanların
işi olabilir! Bunlar övünerek kendimizi uyuşturmaktan ziyade düşünerek
geleceğimiz için ilham vasıtası kılmamız gerek meselelerdir diye,
düşünüyoruz.
Yunan mitolojisini ve
onun modern güncellemelerini ezber eden bizler, insanlığın bu değerlerini
öğrendiğimiz gibi, kendiliğimizin kaynakları olan destanlarımızdaki varlığımızı
ve tasavvurlarımızı da düşünmeli ve hatırlamalıyız ki insanlık âlemine gökten
tesadüfen düşen bir taş olmadığımızı idrak ederek kendimize ilham ve mana
kaynağı ararken yanlış yollarda kendimizi kaybetmeyelim. Gün, ay ve yıldızlar
ile zaman kavramımızı oluşturan varlığımızın bu isimlerinin, gök, dağ ve deniz
ile fiziki çevremizi kuran dünyamızın milli tasavvurumuza akislerini gördükçe
felsefesi ve kültürü olan bir millet olarak kendi dünyamızın “evrensel”
köklerini hissedecek ve insanlığa sunacak değerlerimizi fark etmeye başlayacağız.
Destandan tarihe giden yolun taşları da burada döşenecektir.
Üstte mavi gök alta
yağız yer ve milletimizin büyük tarihi gelecek adına bizlerden maziye karşı
mesuliyetimizi idraki ve gereğini yapmamızı bekliyor.
Vesselam.