28 Şubat 2021

​Destandan Kozmolojiye: Oğuz Kağan evladının adlarındaki varlık tasavvurumuz

 

Türklerde Gök, Tanrı ile eşleştirilirken yer ve sular da kutsal olduğu düşünülen diğer bir unsuru oluşturmaktaydı. Buradan baktığımızda, insanın bir kültür varlığı olmanın ötesinde, içinde var olduğu dünyada onu çevreleyen zorunluluklar yani insanın değiştiremeyeceği varlık unsurları âleminin yani gökler ve yerlerin, Türk hayatında kutsal çevreyi de oluşturduğu görülür. İnsan yer ve göklerin bütünlüğünde kendi varoluş tasavvurunu bulur. Bu tabiidir zira insanoğlu varlığı en çok evren ve insan üzerinden düşünmüştür.

Orhun Abidelerindeki “Üstte mavi gök, altta yağız yer kılındıkta, ikisi arasında insanoğlu kılınmış. İnsanoğlunun üzerine ecdadım Bumin Kağan, İstemi Kağan oturmuş”, denilen mesele zorunluluklar dünyası içerisinde siyaset ve kültür varlığı olarak insanın kendisini idrakini görürüz. Kılınan/yaratılan insanoğlu bir kendilik bilinci taşıyan insan gök ile yer arasına kendi kültür çerçevesinden bakarak varlığa mana vermeye başlar. Gök hem üstümüzdeki fiziki çevredir hem de Tanrı manası taşıyarak insan zihninin madde-mana arasında işleyen mantığı varlık içerisinden kendine bakarak soyut ve somut kategorilerde düşünür. Öte yandan insan bu yolda evrene veyahut kendine bakarak düzeni kavrar, düşünür ve hayatından devlet kavramına ulaşır. Mete bu sebeple gök tarafından tahta çıkarılmış kağandır. “Gök ile Yer tarafından yaratılmış, Ay ile Güneş tarafından tahta çıkarılmış Hunların Büyük Hakanı”, denilen Mete’nin oğlu da aynı tasavvuru taşıyan bir zihinle adlanır.  

Gök ve yer, ay ve güneş insanın varlık içinde tasavvurunu belirleyen, onun hayatının aşamadığı, içinde var olduğu zorunluluk alanı olan varlık alanlarıdır. İnsan ancak bunların içinde sosyal ve kültür alanı içinde hür ve iradidir. Modern zamanlarda insanın bu zorunluluk alanını da bilimle idare ettiği iddiası da vakidir. Bu tasavvurlar içinde gök ve yer fizikî mekân iken ay ve güneş ise zaman tasavvurunu besler ki ikisinin birleşimi tarihe giden yolu açar. Yer, Türk tasavvurunda doğu ve batı diye ikiye ayrılan güneşin yani günün doğup battığı mekândır. Yerdeki sular, denizler aynı şekilde kutsal görülen unsurlardır. Yer-sub tabiri bu bakımdan önemlidir. Kutup yıldızı yine günün takipçisi gecede hayatın diğer bir kutsal unsuru olarak görülür. Türkler 5. ayda dağlara çıkıp buradaki mağaralarda atalarına kurbanlar sunarlardı. Dağlar bu manada atalar inancıyla da birleşen bir noktada yerdeki kutsallık alanlarından idi. Hulasa Türkler, bütün insanlar gibi, bir göğün altında, gece ay ve yıldızların örtüsünde, yerde/toprakta dağlar, sular ile çevirili bir dünyada kendi kültür çevrelerini kurmuşlardır ki Oğuz Kağan Destanı bunu tespit ettiğimiz önemli bir kaynaktır.

İşte genel hatlarıyla bahsedilen bu varlık tasavvuru ve kutsallar üzerinden Oğuz Kağan’ın çocuklarının adlarına baktığımızda Oğuz Kağan destanı içerisinden evren tasavvuru ve Türk kozmolojisi ile alakalı dikkat çeken isimlendirmelere ulaşırız. Oğuz Kağan Destanında geçen ve Oğuz Kağan’ın oğulları olan; Gün Han, Ay Han, Yıldız Han, Gök Han, Dağ Han ve Deniz Han isimlerinin evren tasavvurundan, mitolojik unsurlardan ve bunun Türklerin kutsallarını göstermekte, işaret etmekte olmasında bahsetmek artık zorlama bir yorum olmayacaktır. Öncelikle Gök kutsalı ile alakalı olan adlar olarak Gün, Ay ve Yıldız isimlerini görüyoruz. Bu çocuklar aslında destana göre göğün kızından olan çocuklardır. Gök bu manada Oğuz kağan’ın nesline rahim olmuştur. Ağaç kovuğundaki güzelden ise Gök, Dağ ve Deniz adlı çocuklar doğar. Toprak ise Türk’e rahim olan diğer bir unsurudur. Gök ve yer/toprak iki kutsal ve bunlardan Oğuz Kağan’a gelen eşlerden doğan çocukların isimleri Türklerin at peşinde göçebe çoban olma ötesinden bir evren, insan ve kendilik tasavvuru taşıdığını gösterir. Yağmurların toprağı yeşerttiği gibi bir bütünlük içerisinden destan bir milletin anlam bütünlüğünü işler. Bu isimler bir tesadüf olmadığı gibi güçlü bir fikir dünyası olan bir milletin varlıkla nasıl bütünleşerek bir cihanşümul kültür oluşturduğunu gösteren değerlerimizdir. Cihan Hâkimiyeti iddiası da ancak böyle düşünebilen insanların işi olabilir! Bunlar övünerek kendimizi uyuşturmaktan ziyade düşünerek geleceğimiz için ilham vasıtası kılmamız gerek meselelerdir diye, düşünüyoruz. 

Yunan mitolojisini ve onun modern güncellemelerini ezber eden bizler, insanlığın bu değerlerini öğrendiğimiz gibi, kendiliğimizin kaynakları olan destanlarımızdaki varlığımızı ve tasavvurlarımızı da düşünmeli ve hatırlamalıyız ki insanlık âlemine gökten tesadüfen düşen bir taş olmadığımızı idrak ederek kendimize ilham ve mana kaynağı ararken yanlış yollarda kendimizi kaybetmeyelim. Gün, ay ve yıldızlar ile zaman kavramımızı oluşturan varlığımızın bu isimlerinin, gök, dağ ve deniz ile fiziki çevremizi kuran dünyamızın milli tasavvurumuza akislerini gördükçe felsefesi ve kültürü olan bir millet olarak kendi dünyamızın “evrensel” köklerini hissedecek ve insanlığa sunacak değerlerimizi fark etmeye başlayacağız. Destandan tarihe giden yolun taşları da burada döşenecektir.

Üstte mavi gök alta yağız yer ve milletimizin büyük tarihi gelecek adına bizlerden maziye karşı mesuliyetimizi idraki ve gereğini yapmamızı bekliyor.

Vesselam.