Devlet: Medeniyet Tasarımı yahut İnsan Olmanın Manası (2)
Bilim, bütün yahut karmaşık olanı temel ve esaslardan gösterdikçe açıklama imkânı ve alanı genişler. Sosyal Bilimlerde insan tabanlı bir inceleme zemin olduğundan insan kadar çok ve farklı olan içerisinden öze müteallik olanları tayin ve tespit yöntem olarak ve nazariyat açısından farklılar içindeki ortağı tespit konusunda elimizden tutabilir. Sadeleştirerek/birimlerine ayırarak izah etmek açıklamayı kolaylaştırabilir. Medeniyet meselesinde de durum farklı değildir. Bütününü parçalarını ya da parçaların nasıl bir bütün oluşturduğunu tespit anlamak ve açıklamak noktasında önemlidir. İnsan, kültür ve medeniyet sahalarında var olurken bir o kadar farklı olanı temsil eder. Bu bakımdan anlamak ve açıklamak, doğrulanır ve yanlışlanır olabilmek için bütün olanı onu teşekkül ettiren parçalar üzerinden düşünmek faydalı olabilecektir. İşte toplum, devlet ve şehir üzerinden medeniyet bileşenlerine bakmak bu manada bir fayda sağlayabilir. Tasarımımız bu şekilde makul bir zemine kavuşarak aslen medenileşir. Zira medeniyet makuliyettir. Buradaki aklı, aklın tarihi kategorileri içinde anlamaktan ziyade düzen getiren unsur ve imkân olarak görmek gereklidir. Değilse Maturidî’de akıldan bahsedip pozitivizm aramak gibi garaibe düşmek muhtemeldir! B. Russel’ın ifadesiyle gözlemlerimiz ve akletme üzerinden olguları ve bu olguları birbirine bağlayan kanunları/düzeni tespit bilim ise eğer medeniyet tasarımımızda toplum, devlet ve şehir olgularının oluşturduğu bütün ve bunun üzerisinden oluşan nihai yapı olarak medeniyeti düşünürken bu üç olgu ve ilgilerini düşünmek faydalıdır kanaatindeyiz.
Şekillendirme ve ele geçirme
dikotomisindeki her ilişki muhakkaktır ki bereketli netice vermeyecektir.
Organik bir alaka içerisindeki iki olgu alakalarını mesuliyet ve mensubiyet
ilişkisi ötesinden bir yerden kurarak biri diğerine rağmen hale geldiğinde orada
medeniyetin temelleri sarsılmaya başlayabilir. Devlet olgusu insanın kendiliği
içerisinde, düzen ve kanun gibi kavramlar üzerinden toplum olgusunun üzerinden
bireyin tam üstünde teşekkül etti. İbn Haldun’a bakarsak insan kendi türünün
vahşi şerrinden emin olmak için bir yönetici ve kanun koyucu seçti yahut
kendisini kendi faydasına sınırladı. Lakin orada kendisini emanet ettiğinin de
kendisinden olduğu gerçeği bazen tarihte adalet mirası bazen zulmün en içinden
çıkılmaz karanlıklarına dair tabloları var etti. Şüphesiz insanlar değişik saiklerle
toplum haline geldikleri gibi farklı anlayışlar içerisinde bu düzen kavramına
dair yapıları güçleri ve akılları yettiğince gerçekleştirerek tarihte
göründüler. Bu bir tasarım olabildiği gibi bir tasavvurun somutlaşması şeklinde
de gerçekleşti. Her halükarda medeniyet olgusundan bahsedilecekse toplumla
birlikte orada o toplumun kanunu, nizamı ve sair değer ve anlayışları
çerçevesinde bir siyasi/idari yapının söz konusu olduğunu söylemek yanlış
olmaz. Yeryüzünde pek çok kültür vardır; bunların her tezahürü kendi
içerisinden değerdir. Lakin bu kültürler içerisinde devlet kurarak medeniyet
dediğimiz o nihai şeklin oluşmasını sağlayanlar mahduttur. Ne olursa olsun her
kültürün kendi düzen anlayışı içerisinde bir hiyerarşi kurduğu vakıaysa da
devlet olacak düzeyde yapılar kuranlar hele cihan devleti inşa edebilenler çok
değildir. Buna dair yazılan eserler ise o toplumun kendi kültürü içerisindeki
düzen anlayışını gösterir. Mesela Kutadgu Bilig bu açıdan Türklerin dünyasına ve
devlete dair önemli bir bilgi ve bilgelik kitabıdır. Platon, Aristoteles,
Seneca, Montesqieu gibi çokları meseleye muhtelif kültürlerden değişik şekilde
dokundular. Kimileri tarihi olanı kimileri ise insanlığın müştereki haline
gelecek kadar rafine bir şeyleri ortaya koydular.
Her toplum, kendi tasavvurları/inancı/ahlakı/felsefesi
dâhilinde devletini kurarken efsanevi yahut mitolojik devirlerden gelen
izlerden başlayarak en modern zamanlara kadar bu olguya pek çok şey kattılar.
Misalen Türkler Gök kavramı içerisinden düşündükleri kutsal üzerinden devletin
meşruiyet kaynağını oraya dayandırarak, yine gökle alakalı bir sembol olarak
değerlendirdikler yay üzerinden devlet algılarını inşa ettiler. Böylece Gök hem
kutsalı hem düzeni temsil ederek yay sembolü üzerinden devleti anlattı. Ok ise
milleti temsil ediyordu. Oğuz Kağanın oğullarına yay ve oklar vermesi, devletin
ikili düzeni oluşurken toplumun yahut milletin Bozok-Üçok isimleri üzerinden
oluşması gibi pek çok mesele bu cümleden zikredilebilir. Her halükarda insanlar
bir düzen anlayışı içerisinden kimi zaman gökteki düzenden kimi zaman kendi
vücutlarındaki nizamdan yola çıkarak bir devlet anlayışını modellediler. Bu
olgu toplumun/milletin kendi içinden ve bireyler, toplum ve diğer devletlerle
ilişkileri bakımından bir kültürün medeniyet sahasındaki teşekkülü açısından
önemlidir. Manasız bir topluluk olmanın
ötesine geçerek kanunları, töresi, nizamı olan bir toplum şüphesiz artık
diğerlerinden farklı bir yere ulaşmış olmaktadır. Çevreyle bilinçli iletişim,
farkında olma ve semboller üzerinden düşünebilme insani ve makul bir hal olarak
medeniyet meselesinin zemininde önemlidir. Medeniyet makuliyettir. Akli olanın
düşünce aksi ise düzen olarak tezahür
eder. İnsan hayatına düzen getiren, Kutadgu Bilig’de de hep vurgulandığı üzere,
akıl ve bilgidir. İnanç ve ilkeler ise aklın ve bilginin neliği ve nasıllığını
tayin eder. İşte devlet bu manada düzenin hayatta somutlaşması bir kavramın
düşünce zemininde zuhur etmesidir. Düzen ve kanun makuliyeti gösterir. Akıl
olmayan yerde nizam olmasını beklemek muhaldir. Nizamın muhtevasını ise
toplumun kültürü cümlesinden tüm değerleri belirler, orada kavram renklerin ve
insani olanın şekli içeriğini kazanır. Medeniyet toplum devletin ahlakıdır.
Düzen bu manada teşekkül eder. Ahlakı metafizik algılamadan önce onun makul
olanın müşahhaslaşması olarak değerlendirilmesi gerekir. Buna aklın maksadına
göre hareket etmesi de denilebilir.
Her halükarda medeniyet kavramından
bahsederken toplum ile birlikte zikri gereken, incelenmesi, anlaşılması lazım
olan olgu devlettir. Devletin değerleri, ahlakı, felsefesi gibi hususlar ise
kültüre taalluk eder. Her toplumun kendince kurduğu bir mana dünyasını içerir.
Devletin teknik aksamı ise milletler arasında zaman zaman paylaşılan yahut zaman
ruhuna göre müşterek vaziyetlerin ortaya çıktığı halleri görmek mümkündür.
Mesela Ortaçağda din ve toprak merkezli bir hayat söz konusu olduğundan kültür
toplumu ve devleti oluştururken bunlar üzerinden yapıları söz konusu kılmıştır.
Feodal düzen ve Ikta nizamı esasları birbirinden farklı olmakla birlikte
toprağa dayanmak bakımından bir zaman diliminin gerçeğine dayanmak hasebiyle
bahsettiğimiz meseleyi gösterirler. Nihayet burada tespite çalışılan şey
medeniyet dışarıdan, uzaktan yahut kuş bakışı yaklaştığımızda tekevvün ettiren
aksamdan birinin devlet olduğu asıl muradımızdır. Mahiyet incelemesi ise devre,
devlete ve kültürüne göre değerlendirilmesi gereken bir keyfiyettir. Bu
bakımdan medeniyetçi bir bakış bu cümleden milliyetçilik kendi geleceğini aradığı
yerde devletin toplum ile birlikte durumuna bakmalı ve durum değerlendirmesini
buralardan yapmalıdır. Bu ikisinin başka bir yazı konusu olacak olan üçüncüsü
ise şehirdir.
Devlet bir toplumun insanlık âlemi
içerisindeki yüzüdür. Modern zamanlarda devlet kavramı üzerine şüphesiz çok şey
söylendi. Lakin bizim buradaki amacımız devletin esası, meşruluğu yahut
teşekkül sebepleri değildir. Batı kendi ürettikleri ile hem devleti övdü hem de
yerdi. Devrim yaparak devleti yıkanlar en ceberut uygulamalardan birisini
tarihe bırakıp gittiler. Din adına devleti araç kılıp kamçılar şaklatmak da
modern zamanların garaibindendir. Bir medeniyet unsuru olarak devlete dikkat
çekerek medeniyet dediğimiz Anka kuşunu daha anlaşılır ve açıklanır ölçütler
içerisinde düşünmeye çalışmaktır. Medeniyetimiz dediğimiz zaman ne kast ediyor,
neyi düşünüyor ve ne anlıyoruz? Medeniyetimiz fersudeleşti, ışığı söndü,
durağanlaştı deyince yitirilen nedir? Bunlara makul cevaplar bulmak için
öncelikle medeniyet denilen olgunun tetkiki mümkün unsurlar içerisinden
düşünmek gerekmez mi?
Devletin ibadeti adalettir, denmiştir.
Nizamülmülk’ün de işaret ettiği üzere küfür ile devam edip zulüm ile etmeyen
nedir? İnsanoğlu kendi içinde ve üzerinde bir otoriteyi hukuk ve düzen namına
kabullenirken bu ilişkinin esasında mensubiyet ve mesuliyete dayalı bir
irtibatın olması gereği izahtan varestedir. Değilse devleti manasız yahut
kendinden kurtulunması gereken bir şey olarak görmek aslında medeni bir
zaaftır. Devlet lafzı bir tabu değildir. İlkeleri, ölçüleri, töresi, kanunu ve
nizamıyla üzerinden mutabık kalınan, müşterekler inşa edilen bir yapıdır. Devlet
kutludur, lakin kutsallığı varoluş mahiyetine dair nerede durduğuyla yakından
alakalıdır. Bu bakımdan devlet-toplum arasındaki ilişki yukarıdan aşağı bir
şekillendirme yahut aşağıdan yukarı bir ele geçirme mantığına dönerse orada
toplumun ciddi manada sıkıntıya düştüğü yahut devletin teşekkül amacıyla
tenakuz oluşturduğu durumlar en azından Tanzimat’tan beri süre gelen kısır
döngümüzün resmi gibidir. Bu manzara, içerisinde medeni dünyada yahut muasır
medeniyet içinde taklit seviyesini aşamayan durumumuzu aynı zamanda kendimizi
büyük tarihi geçmişimizle narkozlayarak ancak bu acıya dayanabildiğimiz bir
vaziyeti göstermekte değil midir? Bugünün Türkleri medeniyetçi milliyetçilik
çerçevesinde toplum, devlet ve şehre dair ahenkli ve sıhhatli bir yapıyı
teşekkül adına nerededirler? Türkistanlılar bu manada nerede durmaktadır? Devletin
bir hüküm cihazı olmaktan önce bir düzen ve töre yapısı olduğu, medeniyet
kavramı içerisinde o bütünün bir parçası bulunduğu meselesini doğru
değerlendirmek toplum-devlet ilişkilerinin bu bakımdan çatıyı tutan iki direk
olduğu gerçeğini idrak müstakbel için faydalı olacaktır. İnsan, devleti genel
olarak Farabi’den öğrendiğimizce, göklere ve kendi bedenine bakarak düşündü,
modelledi; adalet ve sevgi temelinde tasavvur etti. Çelebi Mehmet’in kabrinde
anlattığından öğrendiğimizce insanlara yardımcı, beldeleri imar eden ve zulüm
ve fesatı yok eden olarak düzenledi. Bütün bunlar ise şehirde olup bitti: Ben dahî bile yapıldım taş ü toprak âresinde…
Medeniyeti
medeniyet kılan ve devleti burada maksat ve manasından koparan her şey geleceğe
yürüyüşte milletten çalmaktır. Bu üç unsurla kültürden medeniyete oluşan
organik bağı açıkladığını düşündüğümüz yaklaşımımız insanlığın tarihi ve
bugünkü tecrübesi ile tenakuz göstermediği gibi makul bir zeminde medeniyet
kavramını anlayıp açıklamaya imkân sağlıyor görünmektedir. Her halükarda
düşünmek nokta koymak değil yolda olmaktır…
Vesselam.