23 Ekim 2017

Devlet parasıyla korkunç katliam - 1

Aylar önce yazacağımı belirtmiştim. Mesele şimdi olgunlaştı ve artık yazmanın tam vakti.

Yazı biraz uzun olacak. Ama tefrikası 40 gün sürse yeridir. Zira mevzu öyle mühim öyle mühim ki; sonunda devletin ve milletin aldatılması, bir eserin tahrifi, insanlık birikiminin çöpe atılması, kaynakların çarçur edilmesi ve hepsinden de önemlisi insanların hayatı söz konusu.

Sizden istirhamım sabırla okuyun, ehline okutun, izini sürün, şikâyetçi olun.

Biz peşini bırakmayacağız, lütfen siz de bırakmayın!

O halde buyurun, sahte para sürmeye benzeyen, piyasaya benzersiz sahte kitap sürme hadisesini okumaya…

Bir kitap düşünün, kul yazması olsa da dünyada bir benzeri daha olmasın. O kitap ki, insanlık tarihinin tıp ve eczaya dair kaleme alındığı döneme kadar ki bütün bir müktesebatı barındırsın.

Doğudan batıya, Afrika'dan Avrupa'ya herkesin bin yıldır istifade ettiği, sayısız kez çoğaltılmış, yüzlerce kez şerh yazılmış bir eser olsun.

İşte bu külliyat, -mukaddes kitaplar istisna edilirse,- belki de tarihin hiçbir devrinde bir örneği daha görülmemiş bir zulme maruz bırakıldı.

Üstelik bu geçmiş asırlarda değil, 20. asrın sonu ve 21. yüzyılın ilk yıllarında meydana geldi.

Dahası Avrupa'da değil, Türkiye'de, Ankara'da oldu.

Hikâye 1990'ların başında başlamış, bugün de devam ediyor.

HILTLARIN İÇİNDEN ÇIKAMAYINCA

Bu eserin günümüz Türkçesine ait tercümesinden ‘hıltlar' bahsini döndüm döndüm okudum. Anlamak imkânsız. Bu durumda ya biz geri zekâlıydık, ya da yanlış giden bir şeyler vardı.

Konuya vakıf birine sorduk. “Anlayamazsın” dedi.

Neden?

“Çünkü şu eserin Türkçe tercümesini okuyorsun” diye devam etti.

Müslüman'ın Diyeti” kitabımıza buradan bir iktibas yapmıştık. Hemen o bölümlerin doğru olup olmadığının araştırmasına yöneldim. Bir de ne görelim. Eyvah ki eyvah! Facia ötesi bir durum!

Çünkü mürekkep macunun malzemeleri de, nispetleri de doğru değil.

Oysa son 10-15 yılda, çok sayıda kişiye alıp okumasını tavsiye etmiştim bu tercümeyi.

Muhtemeldir ki, yüzlerce takım alınmasını sağladım.

Malatya'da bir otelin asansöründe karşılaştığımız, yayıncı kurumun başkan yardımcısı Şaban Abak'ı eksik ciltlerin tamamlanması için tazyik etmiştim.

Ama öyle bir hata yapmışım ki, bu yazı ile herkesten af diliyorum. Hiçbir kastım yoktu. Zira söz konusu katliamdan bu fakir de habersizdi.

KİM YAPMIŞ, NE YAPMIŞ?

Eserin yayıncısı, bir kamu kurumu.

Mütercimi ise, Cambridge'de tahsil görmüş bir “profesör.”

Ondan fazla eserde imzası olan bu kişi, Atatürk Kültür Merkezi'nde görev yapmış. Uluslararası Tıp Kurumu, Türk Bilim Tarihi Kurumu üyesiymiş.

Siz, bu hal tercümesine sahip bir kişinin tercümesi ve devletin bir kurumunun yayınladığı bir esere güvenmez misiniz?

Elbette güvenirsiniz. Ama güvenmemek lazımmış.

Allah-ü Teâlâ hazretlerinin, en mükerrem varlık olarak yarattığı insanın sıhhatini ilgilendiren yanlış bir bilginin hayata mâl olabileceği hassas ötesi bir konu.

Anlaşıldığı üzere, bu külliyat edebi bir eser değil, bir tıp/tababet kitabı!

Sayısız örneğini gördüğümüz üzere “yarım hoca dinden, yarım doktor candan eder” dedikleri gibi, yarım değil baştan sona yanlış tercüme edilmiş tam 6 cilt.

Üstelik bu tercüme, bin nazla 20 yıl sürmüş.

Sizi yormayayım…

Eşi benzeri az görülür, bin yıldır adı dillerden düşmeyen, büyük filozof, ilim adamı, eşsiz hekim İbn-i Sina'ya ait El-Kanun Fi't Tıbb' adlı muhteşem eserin, Atatürk Kültür Merkezi'nce yayınlanan, Prof. Esin Kâhya tercümesinden söz ediyoruz.

NE VAR Kİ BU TERCÜMEDE?

Konu mühim ötesi, bir devlet ve millet meselesi. Bu yüzden adım adım gidelim. Önce üç-dört misal verelim, sonra detaylara gireriz.

Misal-1

Cilt 3-1, sayfa 367'de "Onun besini, üzüm suyu ile ekşi sudur” diyor Esin Kâhya.

Bu cümledeki "üzüm suyu" kelimesi, orijinal metinde yok. Metinde olan kelime “şîrec.” "Şîrec"in bir tek mânâsı var. O da "susam yağı"dır.”

Aynı cümlede birde "ekşi su" geçiyor. Orijinal metinde "mâu hımmas" geçmektedir. Bu iki kelimenin mânâsı ise "nohut suyu"dur.

Misal-2

Misal 1'deki Kâhya'nın cümlesi "Genişleyip yayılan göz bebeği için daha sonra göze tutya uygulanır" şeklinde devam eder.

Gelin yukarıdaki tercümesi verilen cümlenin Arapçasına bir bakalım: ويكحل العين الأخرى بالتوتيا لئلا تنتشر كالأولى 

Eğer ehil biri tercüme etseydi şöyle yazacaktı: "Gözbebeği büyümesi olan gözden bu hastalığın diğer göze yayılmaması için (sağlam göze)  tûtiyâ ile sürme çekilir."

Misal-3

İkinci misalden sonraki paragrafın, ilk cümlesini Kâhya şöyle tercüme eder: "Göz bebeğindeki genişleme için katarakt kısmında kullanılan ilaçlar verilir."

Arapça metinde "Hayal görme (hayâlât) ve katarakt (nüzûlü'l-mâ) bölümlerinde zikredilen ilaçlar verilmelidir”  deniliyor. Tercümede "hayal görme" bahsi hiç yer almaz.

Misal-4

Cilt 2, sayfa 144'de, Benc Otu: "En zehirlisi siyah tohumlu olanıdır, sonra kırmızı ve beyaz olanı gelir. Beyaz renkliler daha az zehirlidir. Bundan dolayı beyaz olan kullanılır. Siyah ve kırmızı olanlar kullanılmamaya çalışılır. Siyah ban otunun zehri erguvan rengindedir, kırmızı olanın zehri ile sarı ve beyaz olanın zehri beyazdır veya sarı renklidir, onun rutubeti yağımsı görüntüdedir."

Mütercim Kâhya, ban otunun "en zehirlisi siyah tohumlu olanıdır" diyor.

Yazma eserde "erde'" ve "ahbes" olanı diyor, yani ban otunun en kalitesizi, en düşük değerlisi. “Değersiz” ve “kalitesiz” denilmesi gerektiği halde "zehirli"  diye tercüme etmek, ilim ve tercüme âdâbına yakışır mı? Kaldı ki, İbn Sina, zehirli bir otu terkibine koyar mı?

“Zehr” Farsça bir kelime. Zehr'in Arapçası “çiçek"tir. İbn Sina'nın tercümeye konu eseri, Farsça değil Arapça. Anlayacağınız her şey çorba…

Görüldüğü üzere bu tercüme doğru değil ve okur yanıltılmaktadır.

Misallere devam edeceğiz ama bu terkibi vermezsek olmaz, zira biz, bunu Kâhya'nın tercümesinden kaynak göstererek “Müslüman'ın Diyeti” kitabımıza (s.149) iktibas ettik.

İbn-i Sina'nın, Cüvârişenü'l-Mülûk adını verdiği ünlü bir terkibi var. Kâhya, bu macunun muhtevası ve nispetlerini cilt 5, s.81-82'de şöyle veriyor: Kara helile meyvesi 162 gram, Belîlec meyvesi 162 gram, Emlec meyvesi 162 gram, Kara kimyon 153 gram, Biber 99 gram, Amonyak zamkı 99 gram, Sivri biber 99 gram, Kuru zencefil 99 gram, Sivri biber kökleri 99 gram, Hint narı 99 gram, Büyük kakule 99 gram, Hint selvisi 99 gram, Hint biberi 27 gr, Malaka fasulyesi 27 gr.

Kâhya tercümesinde “Cevâriş-i Mülûk” diyor. Oysa kitapta geçen isim, Cüvârişenü'l-Mülûk!

 El-Kanun Fi't Tıbb'ın, Osmanlı Türkçesi'ne tercümesini şerhini yapan Tokadî, Arapça orijinalindeki terkibi şöyle tercüme eder: 

Civarisenul-Muluk

Bugünün Türkçesine çevirdiğimizde ise: Kara helile 6 miskal (30 gr), Belile otu 6 miskal (30 gr), Emlec meyvesi 6 miskal (30 gr), Çörek otu 24 miskal (120 gr), Karabibe 22 miskal (110 gr), Fülfül ağacı meyvesi 22 miskal (110 gr), Zencefil 22 miskal (110 gr), Fülfül ağacı kökü 22 miskal (110 gr), Hint narı 2 miskal (10 gr), Kakule 2 miskal (10 gr), Kara topalak 2 miskal (10 gr), Hint biberi 2 miskal (10 gr), Kaju 2 miskal (10 gr) demektedir, merhum İbn Sina ve merhum Tokadî.

Şimdi bu iki listeye bakınız ve tercüme katlinin ne boyutta olduğunu görünüz.  Diyelim ki, mütercim isimleri karıştırdı, fakat ölçüleri bu hale nasıl getirdi? Birine 120, diğerine 110, bir başkasına 10 gram diyen hekimin maksadı nedir? İnsanların sıhhatinin muhafazası… Aksini yaparsanız muhafaza mı eder, yoksa bozar/ifsad mı edersiniz? Bozulan reçetenin reçeteliğinden söz edilebilir mi?

Aynı zamanda Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan, Başbakanımız Binali Yıldırım, Milli Eğitim Bakanı İsmet Yılmaz, YÖK Başkanı Yekta Saraç, Atatürk Kültür Merkezi Başkanı Zeki Eraslan ve Türkiye Bilimler Akademisi Başkanı Ahmet Cevat Acar Beyefendilere, açık mektup olan konuya İnşaallah yarın devam edeceğiz.

Bakalım, içler acısı hal konusunda ilgili makamlardan nasıl tepki gelecek! Para ve zamanını hesap edip, yanlış bilgilenen okurlar ne diyecek? Neticesini de hep birlikte göreceğiz.

Yarın ki devamını sakın kaçırmayın!

Vesselam!

 

YAZININ İKİNCİ BÖLÜMÜ İÇİN TIKLAYINIZ